5 Mart 2012 Pazartesi

Dünya Baharına Doğru

 Mart ayı ile birlikte baharın “resmen” açılmış sayılacağı yazıyor takvim yaprağında. O halde biz de kendimizi usul usul “bahar noktası”na hazırlayabiliriz. Dünyanın önde gelen bilim kurumlarından bazıları daha çok taze bir şekilde insanlara net bir şekilde ispatladılar ki, Kuzey Kutup bölgesinde buzların küresel ısınma yüzünden erimesinden dolayı birçok yerde ve bu arada Türkiye’de de ortalık buz kesti. Olsun. Bu bıktırıcı ve bezdirici soğuğa rağmen, bizim gene de baharı hevesle karşılamaya hazır olmamızda çok yarar olabilir. Çünkü bakın:

“Yedi kat yerin altından uğultular geliyor
Çok alâmetler belirdi, vakit tamamdır.
Haram sevaboldu, sevap haramdır...
...
Alâmetler belirdi, kıyamet alâmetleridir.
Haberdir, erişmekte kaynayan su galeyan noktasına.” 1

***

Dünyada sosyal aktivizm hareketinin öncülerinden sayabileceğimiz Adbustersdergisinin son sayısının (No:100), kapağında, aralarından eritilmiş eritme peynirlerinin uçları fışkırıp aşağıya sarkan dokuz yağlı köfteli tiksinç bir “mega” hamburgerin silme fotoğrafı var. Hemen altta, büyük harflerle: “MUTLU OLDUK MU BARİ?” diye sormuşlar.

Derginin bu nüshasının ilk sayfasında elyazısı karakterleriyle: “Kıyamet zaten koptu kopmasına da, oyun sonu daha yeni başlıyor...” deniyor. Sonraki sayfada ise, polisin plastik kelepçeyi vurmak üzere yere devirip altına aldığı aktivist delikanlının asfalta bastırılan sarışın başının üzerinde, yine elyazısıyla: “Eski dünya ile yenisi arasında sonuna kadar savaş” yazılı.

Ardından, “Ruhsal Ayaklanma” başlığıyla, “başyazı”sı geliyor derginin; onun da girişi şöyle:
“Bir sabah uyandığımızda olanca karanlığın içinde bir de baktık ki ne görelim: İnsanlık ekolojik, malî ve manevî yıkımın kara deliğine doğru sürüklenmekte ... şirketler hükümranlığı demokrasimizi alıp götürmüş ... her Allahın günü iki yüz tür bitki, börtü böcek, kuş ve memelinin soyu sonsuza kadar tükenmekte ... muazzam bir reklam tufanı medeniyetimizi bir uyugezere dönüştürmüş, çekiştire çekiştire cinnetin kıyısına sürüklemekte ... ve içimizin en derin bir yerlerinden bulup çıkaracağımız en yaratıcı yollar ve yordamlarla bu felakete karşı koymadığımız takdirde, herşey ebediyyen yitip gidecek.” 2 

Tabii, ilk ağızda hepimizin kolaylıkla içine düşebileceği bir tuzak bulunabilir burada: Hem biraz hülyalı bir devrimciliğin abartılmış ifadeleri bunlar diye düşünebiliyor insan, hem de, ne olursa olsun, henüz epey uzak bir geleceğe ait bir tehdide fazla erkenden “pabuç bırakmış” bir pısırıklığın izlerine rasladığı zehabına da kapılabiliyor. Ne var ki, kendilerine “Kültür Sinyal Bozucuları Komuta Merkezi”(Culture Jammers HQ) adını veren yazarlar, her türlü tuzağa ve fende karşı tedbirlerini çoktan almışlar bile:

“Ama, 2012 mücadelemizi öncekilerden farklı kılan şu ki,” diyorlar, “öyle uzak bir geleceği kurtarmak için filan çarpışmıyoruz biz.... Bu, bizim henüz doğmamış torunlarımıza ilişkin birşey değil. Aksine, pek çoğumuz eşiğin daha şimdiden aşılmış olduğunu sezmekte; devrilme noktası daha şimdiden gerçekleşmiş halde ve uğrunda çarpıştığımız şey, şu ân artık. Artık sadece şu ânı kurtarmaya çalışıyoruz. Ölümcül hasarın zaten meydana gelmiş olduğu, büyüyen çatlakların gözle görünür hale geldiği, ama bunlara rağmen, o görkemli koca yapının hâlâ ayakta olduğu, herşeyin de eskisi gibi devam ettiği o ürkünç, trajik dinginlik ânını yaşamaktayız ... Peki ama, bu daha ne kadar böyle devam edebilir ki?” 3 

***
Gerçekten de, mevcut sistemin “kırılmış” olduğunu, “sürekli büyüme mitosuna dayanan bu sistemin tam bir ekolojik ve toplumsal erimeye ve çöküşe yol açacağını ... sağlığımızı, varlığımızı ve varoluş duygumuzu borçlu olduğumuz ekolojiyi tümden tasfiye etmeye gittiğini” insanı ürperten bir netlikte belirten bilimsel yayınlar da birbiri ardından ürkütücü bir sıklıkla sökün etmekte. Dünyanın önde gelen bilim insanlarından ve düşünürlerinden 20’sinin imzasını taşıyan yine çok taze bir raporda, yukarıda söylenenlere ilaveten, şunlar da söyleniyor mesela:
“Şimdiye dek eşi menendi görülmemiş bir âcil durum karşısında medeniyetin çöküşünü önleyebilmek için dünya toplumunun, dramatik eylemlere girişmekten başka seçeneği kalmadı. Ya biz yolumuzu yordamımızı derhal değiştirip yepyeni bir dünya toplumu inşa ederiz, ya da şartlar, yolumuzu yordamımızı bize sormadan değiştirir... Sürekli büyüme mitosu... sürdürülmesi imkânsız küresel pratiklerimizin temelinde yatan hastalığın ta kendisidir.” 4 

Medeniyetin gezegene ve topluma ilişkin sorunlar açısından bir “kusursuz fırtına” ile yüzyüze olduğunu olağanüstü berraklıkla ortaya koyan BM destekli bu bilimsel raporla tastamam aynı günlere denk gelen iki önemli metin daha yayınlandı. Kenya’da Capital FM radyosunun haberine göre, ikinci bir BM belgesinde dünya çevre durumunun süratle irtifa kaybettiği, hükümet ve siyasetçilerin kendi ilan ettikleri hedeflere ulaşmakta tamamen âciz kaldığı ve mesela orman kayıpları ve temiz su erişimi açısından insanlığın artık bir facianın eşiğinde olduğu açıkça belirtilmekte. 5

Üçüncü bir belge ise, dünyanın belki de en büyük sorunlarından biri olan yoksullukla yıllar boyu zorlu bir mücadele yürütmekte olan Oxfam adlı sivil toplum kuruluşunun imzasını taşımakta ve belki de istemeden büyük bir sınıf çatışmasının varlığına işaret etmekte. Guardian gazetesi yazarı George Monbiot’ya göre mesaj burada da çok açık ve net: Canlılar âlemini tehdit eden asıl tehlike, yoksulların ihtiyaçları değil, zenginlerin dayanılmaz talepleri. Dünyanın en zengin yüzde 10’unu oluşturan tüketicilerin aşırı doğal kaynak kullanımı, geri kalan milyarlarca insanın “sahadan atılmasına” yol açıyordu. Bu trajedinin önünü almak için ne yapmak gerektiğini bulmak için de uzman ya da kâhin olmak gerekmiyor. Ancak, gülünç şekilde bir avuç insanın elinde toplanmış olan büyük servetin yeniden âdil bir dağıtımını içeren sosyal adalet mücadeleleri ile, çevrenin ve dünya yoksullarının varlığı korunabilir. Aksi, ölümdür ve yokoluştur. “Gandhi’nin dediği gibi,” diyor Monbiot, “Yeryüzü herkesin ihtiyacını karşılar, ama herkesin ihtirasına katiyyen yetmez.” 6 

***
Sorulardan biri şu: Uçuruma uzun uzun baktığımız, uçurum da aynen bizim içimize baktığı halde, neden öyle felç olmuş halde bekliyoruz, hareketsiz ve sessiz, aptallar gibi? Buna bir cevabı, medya profesörü, film yapımcısı ve aktivist Robert Jensen özetle şöyle veriyor: Önce tarım devrimini yaptık, o devrimle biz insanlar yıkıma doğru yola düzüldük. Derken Endüstri devrimini yaptık; o da bu yol üzerinde giderken hızımızı katladı, turbo yaptı. Üçüncü olarak, Hezeyan (kuruntu) devrimini gerçekleştirdik ki, o da nerede durduğumuz ve nereye gittiğimiz hakkındaki gerçeklikle yüzleşmemize ve onu kabullenmemize mani oldu. 7 Profesör Jensen, “kuruntu devrimi” kavramını, 20. yüzyılda ince propaganda tekniklerinin geliştirilip mükemmelleştirilmesi anlamında kullanıyor (belki Chomsky ve Herman’ınRıza İmalatı [Manufacturing Consent] adlı klasik eserinden de esinlenerek). Jensen’in burada kastettiği, özellikle gelişmiş ülkelerin halk kitlelerinin büyük çoğunluğu üzerinde kesinlikle bir hezeyan ya da kuruntu hali yaratan, büyük ölçüde duyguları etkilemeye yönelik olan, görsel ağırlıklı, çok gelişmiş reklam ve pazarlama teknikleri:
“Bu teknikleri hemen herkes veya her grup kullanabilirse de, zengin kişilerle şirketler –ve elbette onların çıkarlarını devlet/hükümet içinde temsil edenler– doğal ve toplumsal kaynaklar üzerindeki orantısız derecede yüksek paylarından faydalanarak, toplumun kültürünü kendi hakimiyetlerini pekiştiren hikâyelerin selinde boğuverirler.” 8 

Adbusters dergisi yazarlarının sözünü ettiği tufan tam da bu işte: Uçurumun kenarında düşmeden ve uyanmadan, öyle hortlak gibi dolaşan uyurgezerler halinde dolaştırlııyor insanlık.

***
Tabii, meselenin bir de “ideolojik” diyebileceğimiz, hayli önemli bir yanı daha var gibi görünüyor. Bu meseleyi Kanadalı yazar ve aktivist Naomi Klein şöyle anlatıyor: İklim değişikliği tehdidini gerçekten ciddiye almak, buna sebep olan şirketleri ciddi bir şekilde zapt-ı rapt altına almak, denetim ve düzenleme (regülasyon) zorunluluğunu da birlikte getiririr. Örneğin, gelişmiş ülkelerde yüzyılın ortasına kadar karbon salımlarını yüzde 80 oranında kısıtlamanın mutlak bir şart olduğunu bilim dünyası ispatlamışsa artık, bunu gerçekleştirebilmenin bir tek yolu kalıyor, o da ekonomiye güçlü bir şekilde müdahale etmektir. Yani, serbest piyasanın öngördüğü karbon piyasaları ve telafi (offset) mekanizmaları gibi şeylerle bunu yapamazsınız. Şirketleri ciddi biçimde regüle etmek, kamu sektöründe önemli yatırımlara gitmek (kamu taşımacılığı, hafif raylı sistemler, transit yolları üzerinde boylu boyunca uzanan ucuz konutlar inşa edilmesi, sellere dayanıklı setlerin, köprülerin yeniden yapılıp güçlendirilmesi vb) şarttır. Ama, gelin görün ki, piyasa bunları yerine getirmeye asla yanaşmayacaktır. İklim değişikliğini inkâr edenler, diyor Klein, bunu rasyonalitelerini kaybettiklerinden, akıllarını kaçırdıklarından filan yapmıyorlar. Aksine, son derece rasyoneller: Dünya görüşleri büyük tehdit altında olduğu için yapıyorlar bunu. “İklim değişikliği meselesini ciddiye alıyorsak, oynadığımız bu serbest piyasa senaryosunu kaldırıp bir kenara atmak zorundayız, başka çaresi yok.” 9 

“Sınırla ve pazarla” (cap and trade), karbon piyasaları, tüketicinin karbon ayak izini küçültmesi vb gibi piyasa çözümleri, ekonominin tıkırında gittiği dönemlerde geçerli çözümler gibi görünebilir belki, ama ekonomik kriz bir kez başgöstermeye görsün, ilk ağızda gözden çıkarılacak olan şey, elbette çevre olacaktır diyor Klein, ve ekliyor: “Ekonomiyle iklim krizi arasındaki bağlantıyı kurmakta çuvallıyoruz – oysa her ikisinin de temelinde kârın insandan önde tutulması (putting profit over people) yatıyor.” 10 

***
Ekonomik kriz demişken, Fransa’da filozof Alain Badiou’nun başını çektiği bir grup entelektüel, Şubat ayı sonunda yayınladıkları bir deklarasyonda (“Yunan Halkını kurtarıcılarından kurtaralım!”) Yunanistan’ın içinde atıldığı cehennem çukurunu, Dante’ye nazire yaparcasına, bakınız nasıl tasvir ediyor:
“Her iki Yunan gencinden birisinin işsiz olduğu, 25.000 evsizin Atina sokaklarında gezdiği, nüfusun yüzde 30'unun fakirlik sınırının altında olduğu ve milyonlarca ailenin, açlık ya da soğuktan ölmesinler diye, çocuklarını bir başkasının bakımına vermek zorunda kaldığı, mülteciler ve yeni fakirlerin şehir çöplüklerinde çöpler için kapıştıkları bir anda, Yunanistan’ın ‘kurtarıcıları,’ ‘Yunanistan yeterince çabalamadığı’ bahanesiyle, verilmiş ölümcül dozu ikiye katlayan yeni bir yardım planı iteliyorlar. Bu plan, çalışma hakkını ortadan kaldırıp, fakirleri sefalete mahkûm ederken, orta sınıfı da tam anlamıyla yok olmanın sınırlarına getiriyor... Amaç Yunanistan’ı ‘kurtarmak’ değil: Unvanını hak eden her ekonomist bu noktada hemfikir. Amaç, ülke ertelenmiş iflasa giderken, alacaklıları kurtarmak için zaman kazanmak.” 11 

Sonuç olarak, gerek iklim krizinde, gerekse ekonomik krizde aynı şeyin geçerli olduğu söyleyemez miyiz yani? Geri dönüşüm, kâğıt ve su tasarrufu, tasarruflu ampul kullanımı, borçları azaltmak için de kemer sıkma gibi birtakım bireysel eylemlerin önemi inkâr edilemez elbette; ama bunların temel çözüm için yeterli olduğunu sanmak da enikonu safdillik olmaz mı? Çözümün asla burada olmadığı, hiçbirzaman olmayacağı ortada. O zaman, bireysel edimlere ek olarak kolektif eylemlere girişmek, topyekûn harekete geçmek gerektiği aşikâr değil mi? Bildiriyi imzalayan yazar, çizer ve düşünürler de tamamen böyle düşünüyor olmalılar ki, isyan, direniş ve dayanışma çağrılarını şu cümlelerle tamamlıyorlar:

“Tüm dünyayı kapsayan ve içinde internet ağında birlik girişimlerinin kaynaştığı bir beraberlik ağı örülürken, Fransız entelektüelleri seslerini Yunanistan için çıkaracak son kişiler mi olacak? Daha gecikmeden, makalelerin, basına müdahalelerimizin, tartışmaların, dilekçelerin, yürüyüşlerin sayısını katlayalım. Her girişime kapımız açık, her girişime âcil olarak ihtiyacımız var.” 12 

Dünyada filiz veren yeni devrim dalgalarının kaçınılmazlığını derinlemesine inceleyen yepyeni bir kitabın yazarı olan  BBC muhabiri Paul Mason da, Yunanistan’ı “kurtarma” operasyonunu, aslında Avrupa bankacılık sistemini koruma operasyonu olarak görmemenin mümkün olmadığını düşünüyor. Ayrıca, yangının yyalnızca Yunanistan ve hatta yalnızca Avrupa ile dahi sınırlı kalmayacağını öngörüyor. Finans piyasalarının Yunanistan ve Avrupa’da “işlerini bitirdikleri” anda, gözlerini 14 trilyon dolar borcu olan ABD’ye dikeceklerinden, oraya odaklanacaklarından zerrece şüphe duymuyor. Ve, Mason’a göre, ABD kurumlarının herhangi birinin bu muazzam borcu “istikrara kavuşturmak” için talep edilecek “kemer sıkma” politikalarını uygulayabilecekleri adamakıllı su götürür bir durum. “Dolayısıyla,” diyor Mason, “dünyadaki bu yeni huzursuzluk ve çalkantının temel nedenlerini, Kahire’den Yunanistan’a, New York’tan Albuquerque’ye kadar her yerde insanların, kriz sırasında zenginlerin daha da zenginleşip semirmesini görmekten artık kusacak hale gelmesinde aramalıyız.” 13 
***

Buradan “bahar noktası”na geçiyoruz işte. İnsanlığı tek bir kolektif halinde örgütleyecek bir yapı! Bahara sıcak, “bomba gibi” bir giriş için bu nasıl? Biraz iddialı gibi görünmekle birlikte, aslında gerçekleşmeyecek bir ideal değil; hiç değil. Biraz açmaya çalışırsak, mesele şöyle: Her milletten insanın eşitlik temeli üzerinde bir araya gelip kolektif eylemlerin koordinasyonuna, ortak hedef ve özlemlerinin ifade edilmesine katılması”na imkân veren bir Küresel Meydan” kuruluyor. Geçen ay (Şubat) ortasında Wikileaks Central adına yapılan bir açıklamada “internet tarihinin ilk kitlesel ve yerinden yönetilen sosyal ağı” olan “Küresel Meydan”ın açılışının Mart başlarında yapılacağı açıklandı. Hedef, “işgal (occupy)hareketlerinin yaratıcı ve yardımlaşmacı ruhunu sürekli kılmak, yaymak ve bu ruhu hem yerel, hem de küresel düzeyde kalıcı toplumsal örgütlenmeler haline getirmek” şeklinde tanımlanıyor. 14 

Tabii ki, bununla kastedilen amaç, sokaklarda, meydanlarda ve başka yerlerde kurulmuş ve işleyen somut genel kurulların yerini almak değil. Aksine, yerel ve ulusal (ulusötesi) örgütlenme ve işbirliğinin önünü açacak internet araçlarını sağlamak. Yani, Küresel Meydan, “farklı grupların bir araya gelip kendi yerel meydanlarını ve meclislerini oluşturacağı kamusal alanımız olacak.” Facebook ve Twitter gibi sosyal paylaşım ağlarına benzeyen Küresel Meydan’da içerik dosyaları herhangi bir fiziksel sunucu (server) içinde merkezîleştirilmiş olmayacağı için, ağın kendisinin kullanıcılara ait bir ortak alan olması bekleniyor; ayrıca, kullanılacak özel –ve mevcut– teknoloji sayesinde bu paylaşım ağının kırılmasının ya da sansürlenmesinin hemen hemen olanaksız olduğu da çağrıda iletilen bilgiler arasında. 15 

Varan 2: Bu bahar, Amerika’da hayli heyecan verici bir girişim başlatılıyor: % 99’un Baharı! Gene Şubat ortasında bir çağrı yayınlayan % 99’cular özetle diyorlar ki bu yeni çağrılarında:

“Ey Ahali, Duyduk duymadık demeyin! Dünyanın dört bir yanında büyük bir hareketlilik patlak vermekte, insanlar örgütlenmekte ve halkın gücünde belirgin bir yükseliş göze çarmakta. İşte bu enerjinin ABD’de de tam potansiyeline erişmesi için birçok grup tarafından bir ortak çağrı yapıyoruz. Daha doğrusu bir örgütlenme başlatıyoruz.” 16 

Hayli iddialı bir proje bu: 9 – 15 Nisan tarihleri arasında toplanacaklar, ondan sonraki 8 hafta boyunca da 100 bin insana Şiddete Başvurmayan Doğrudan Eylem eğitimi verecekler! 17 Evlerde, ibadethanelerde, kampuslarda, sokaklarda, meydanlarda ve akla gelebilecek başka her yerde. (Şaka gibi gelebilir ama öyle değil aslında. Özellikle, Keystone XL zift petrolü boru hattını engellemek için  800 bin küsur dilekçeyi 24 saat içinde toplayıp şık şıkırdım elbiseleriyle Kongre’ye teslim eden insanlardan bahsediyoruz!) Mesajları şöyle başlıyor:

“Gittikçe daha açık bir şekilde görüyoruz ki, ülkemiz (ve dünya) tarihî bir kavşağa girmiş durumda: Ya insanlara ve gezegene hizmet eden farklı bir ekonomi kurarız ya da %1’in servetine servet katmasının, şirketlerin de hem toplumları, hem de iklimi ayaklar altına alıp bir güzel ezmesinin seyrine bakarız gene. Kazanmamız için, bugüne kadar birçok davayı kovalamış, birçok hareketin içinde yer almış milyonlarca insanın kolkola çalışmasına, yönetim kurulu salonlarından sokaklara kadar her yerde, şirketlerin gücüne karşı şiddete başvurmayan doğrudan eylemlerle karşı koymasına ihtiyacımız olduğunu biliyoruz. %99’un Baharı, hiç durmayan, sürekli bir eylemin tohumlarını atmaya yönelen bir girişimdir.” 18 

Evet efendim. Bu bahar ayağa kalkılıyor. İnsanlar ülkelerini, tabir caizse, kendi elleri ve ayaklarıyla, bedenleri ve yürekleriyle yeniden şekillendirmeye girişiyor. Martin Luther King’in ve Gandhi’nin öğretisine uygun biçimde şiddetsiz eylemle kendilerine yeni bir kader belirlemek üzere sokakları, mahalleleri, şehirleri, eyaletleri birer birer “işgal” ediyorlar. 19

***
Ekoloji ve ekonomi çifte krizlerini çözmenin yegâne yolu olarak küresel bir hareket yaratma girişimi böyle ateşlenip gide dursun, arada yerel ama canalıcı önemde zafer haberleri de gelmiyor değil. Borneo adasında Malezya’ya bağlı Sabah vilayetinde bir yeryüzü cenneti sayılabilecek bir doğal ortamda kömür yakıtlı yeni bir termik santral yapımı, yerli halkın örgütlenmesi ve uluslararası destek de alarak bir yılı aşkın bir süredir devam ettirdiği mücadelesi sonucu iptal ettirildi. Sabah özerk bölgesinin Başbakanı, kalkınmak için ihtiyaç duyulan enerjinin yenilenebilir kaynaklardan sağlanacağını açıkladı. Zaferlerini plajda kutlayan yerli aktivistler, “Biz kazandık, sıra sende, yürü Kosova!” diye slogan attılar. 20

Nereden nereye: Güneydoğu Asya’dan Güneydoğu Avrupa’ya uzun ve ince bir eylem hattı! Dünya Bankası ve –her ne hikmetse– ABD Enerji Bakanlığı, finansman sağlayarak, küçük Kosova’nın büyük linyit rezervlerini dev termik santrallerde yakmaya, havayı zehirleyip atmosferi de bedavadan açık bir lağım olarak kullanmakta kararlı görünüyorlar. (Evet, öyle: Kâr>İnsan). Ama, unutulan küçük bir ayrıntı: Kosova’nın yeni bir kömür yakıtlı termik santrale ihtiyacı yoktu ki! Enerji ve gelişme ihtiyaçlarını kaçakları gidererek, enerji tasarrufu ile ve bir de, yenilenebilir kaynaklarla bu işi pekâla çözebilecekleri araştırmalarla ortaya konmuştu. Nitekim, uluslararası çevre hareketinin desteğiyle Kosovalı aktivistler de bahar başlamadan haftalar önceden başlayarak bu plana aynı derecede bir direniş gösterdiler – yazı yayınlanırken durum belli değildi.

***
Dünyanın büyükçe bir bölümü bu büyük çalkantı içinde kendi büyük baharına doğru pupa yelken yol alırken, Türkiye’nin gündemi biraz farklıydı.  İklim değişikliği performans indeksinde bu sene belli başlı 58 dünya ülkesi arasında (S.Arabistan, İran ve Kazakistan, yani fosil yakıtların “ağababası” denebilecek bu 3 ülke sayılmazsa) sondan birinci gelen Türkiye’de 21 başta tamamen ülke içine dönük yayın yapan yerleşik medyanın kayıtsızlığı yüzünden olsa gerek, kamuoyu genel olarak iklim değişikliği, küresel ısınma ve çevre yıkımı konularının kahredici önemini farketmiş gibi görünmüyordu. Yani memleketin, dinin, devletin, ahlâkın, herşeyin elde gittiği konusunda tartışmaların haddi hesabı yoktu da, gerçekten elden gitmekte olduğu konusunda artık tartışma kalmamış gezegenle ilgilenen pek kimse yoktu ortalıkta.

Herhangi bir öncelik gözetmeden rastgele gidersek: Topraktan fışkıran kafatasları, askerde öldürülen Ermeni gençler, sınırda bombalanarak öldürülen Kürt kaçakçı çocuklar ve gençler, konuştuğu veya yazdığı için terorist diye hapishanelere tıkılan Kürt siyasetçiler-gazeteciler-gençler, onlarla ilişkileri olduğu gerekçesiyle hapse atılan Türk akademisyenler-gazeteciler-yayıncılar, açlık grevi yürüten Kürt siyasetçiler, Kürtçenin anadil olup olmadığı konusunda –anadili Türkçe olan– yargıçlarla, –anadili Kürtçe olan– sanıklar arasındaki tartışmalar, ana muhalefetin ardı arkası kesilmeyen kurultayları, polis-yargı- istihbarat-cemaat-hükümet teşkilatları arasındaki yarı açık, yarı örtülü çatışmalar, yolsuzluk denetlemekle görevli teşkilatlar içinde dalbudak salmış yolsuzluklar, şeker fabrikalarında dalbudak salmış yolsuzluklar, belediyelerde dalbudak salmış yolsuzluklar, futbol kulüpleri içinde dalbudak salmış şikeler, dörtbir yanını sarmış inşaatlar, AVM’ler, rantların artması için, yangından mal kaçırır gibi çıkarılan KHK’lar, tek bir kuruluşu ve tek bir adamı “tek yetkili” kılacak afet kanunu tasarıları, sırada bekleyen 2B, 3. köprü, 3 İstanbul, 2 Ankara planları, patlayan barajlarda kaybolan işçiler ve barajın çamur renkli sularına bakıp onların yolunu bekleyen kadınlar, düşen uçaklarla ilgili suikast şüpheleri, çocuklara hapishanelerde cinsel taciz iddiaları, eğitim sisteminde yapılacak değişikliklerle kızların okullu olup olmayacağı tartışmaları, paranın işareti konusundaki tartışmalar, Alevi kapıları üzerindeki işaretler üzerine tartışmalar, tam yüz nakilleri, çifter çifter kol ve bacak nakilleri, eski-daha eski-daha da eski darbeler ve bunlarda medyanın rolü üstüne atışmalar, dindar ya da kindar gençlik tasavvurları ve bunlar gibi daha nice mesele ile lebalep dolu, gayet karmaşık, belki zaman zaman eğlenceli, ama çoğu zaman hayli irkiltici, melankolik ve ürkünç bir gündemi vardı bu ülkenin.
***
Gelgelelim, dünya baharı gündemini bir başka tarafından kıskıvrak yakalayan halk hareketleri de, yerleşik medyada kendilerine neredeyse hiç yer bulamamakla birlikte, ülkenin birçok yerinde ve fevkalade bir şekilde yükselişteydiler. Sinop Gerze’de Anadolu Holding patronunun kurmak istediği ve inanılmaz bir cüretle “çevre dostu” olarak tanımlayıp, ÇED raporu verilmesi halinde kendi gül “hakkı” olarak ilan ettiği kömür yakıtlı dev termik santrale karşı yerli halkın kadın erkek bedenlerini iş makinelerinin önüne atacak kadar kararlı karşı koyuşu üçüncü yılında da sürmekteydi. 22 Dünya hareketi de Gerze direnişi ile el ele tutuşmakta gecikmedi. Küresel yurttaş platformu 350.org’un kurucularından Bill McKibben, yıl sonuna doğru, dünyayı Gerze’de direnenlerle dayanışmaya çağırıyordu:

“2011'de inanılmaz şeyler yaşadık. Arap Baharı’nı, İspanya’daki “öfkelileri”, Hindistan’da yolsuzluğa baş kaldıranları, Wall Street’in işgalini, Keystone XL boru hattına direnişi gördük. Böyle daha nice hayranlık uyandıran başkaldırılar oldu, hepsi de iktidarı diktatörlerin, şirketlerin ve kirletenlerin ellerinden alıp halka geri vermek için mücadele etti. Bunların arasında dikkatimizden kaçan çok önemli bir direniş daha vardı. Türkiye’de kurulmak istenen 50 termik santralin ilklerinden olan Gerze’de kurulacak 1200 MW’lık santrale karşı yerel halk 3 yıldır kahramanca bir mücadele veriyor. 100'lerce kişi sürekli kampta, 1000’lercesi sürekli protesto yürüyüşünde. Kasım’da 10.000 kişinin katıldığı yürüyüşte, bir pankart özellikle ilgimi çekti: ‘Gerze halkı yalnız değildir!’ Hepimizin bildiği bir gerçek var artık: Fosil yakıtlardan çok daha iyi seçeneklerimiz var. Ve bizler, kirletici sanayiciler köylerimizi, şehirlerimizi ve topraklarımızı kirleterek para kazanmaya çalışırken, sessiz kalmayacağız. Gerze halkının yanındayız” 23 
Benzer bir direnişin, gene kartpostal güzelliğindeki Bartın ve Amasra’ya Hattat holding tarafından kurulmak istenen termik santrallere karşı da filizlendiği görülüyor. Gerze’dekine devasa denirken, Bartın’da “başlangıç” adı altında Gerze’dekinden dahi daha büyük hedef biçen HEMA holding sahiplerinin ve onların Çinli ortaklarının, endazeyi iyiden iyiye kaçırmış oldukları düşünülebilirdi. Zira üretilecek enerjinin kademeli olarak 4 bin MW gibi hafsala dışı bir miktara çıkarılacağı ileri sürülüyorsa da, bunu kimsenin ciddiye alması mümkün görünmüyordu. Bartın Platformu adı altındaki halk direnişinin baharın ilk günü yaptığı toplantı sonundaki açıklaması ise Hema ile onun –artık ne demekse– “stratejik” ortağı Çin şirketi adına ortalara savrulan iddialardan çok daha ciddi görünmekteydi. Onlar, dünyada hiçbir gücün halka rağmen Amasra’ya termik santral yaptıramayacağı görüşündeydiler. 24 
Türkiye’de kömür yakıtlı termik santrallere karşı yürütülen mücadele sacayağını İzmir Aliağa halkı direnişçileri tamamlıyor. 25 Şubat ayında yaptıkları basın açıklamasında, 1990’da bölgeye yapılmak istenen termik santralin, İzmir’den Aliağa’ya elele tutuşarak tepkisini koyan ahalinin direnci sayesinde önlendiğini, ne var ki, şimdi, 20 yıl sonra, tehlikenin yine hortladığını, ama zombileri geçirmeyeceklerini söylüyorlar: “Bir kez daha iş başa düştü. Elele vererek 1 milyon İzmirli olacağız, termik santrallere yine geçit vermeyeceğiz.”
Türkiye’de gerçek yarılma ya da kopma noktasının çevre meselesi üzerinde patlak vereceğini söylemek pek de yanlış bir kehanet olmayabilir. İşin hoş tarafı, halkanın burada gene kapanıyor olması; başlangıçta sözünü ettiğimiz bahar noktasına bir kez daha dönüyoruz: 20 yıl önce insan zinciri kurararak sağladıkları zaferin aynını, ama bu kez daha büyük bir dayanışma gösterisi ve görkemli bir bahar âyini ile kazanacaklarını öngörüyorlar:
“Yaşamdan yana olan herkesle buluşacağız, 6 Mayıs’a kadar birlikte örgütleneceğiz. Bu yıl Hıdrellez’de Aliağa’da termik santral sahasında olacağız. Termik santral ateşini söndüreceğiz, onun yerine Hıdrellez ateşi yakacağız. Bu yıl Hıdrellez’de binlerce olacağız, 1 Milyon olacağız, termik santralleri mutlaka durduracağız.” 26
***
 Böyle kömür karası projelerin her birini mutlaka durdurmamız şart. Ama, aslına bakarsanız, mümkün olan en kısa zamanda, artık bunlarla tek tek çarpışmaktan vazgeçsek çok iyi olacak. Sebep? McKibben’ın söylediği gibi, bentlerde açılan deliklerin hepsini birden tıkayacak sayıda parmak yok elimizde de ondan. Onun yerine, işin ekonomik temellerini kökten değiştirmemiz gerek. Yani, “fosil yakıt şirketlerinin, ceplerinden tek kuruş ödemeden atmosferi açık lağım gibi kullanmaya devam etmesine izin vereceğimize, saçtıkları karbonla atmosferde yarattıkları tahribatı ödetmeliyiz onlara.”
Bunu yapabilmek içinse, önümüzde tek bir yol var: Çok basitçe söylersek, bir hareket olmalıyız. Rebecca Solnit’in benzetmesiyle hareket bir okyanus dalgasıdır: “Kahire’den Moskova’ya, oradan Atina’ya, ardından Santiago’ya, oradan da Chicago’ya uzanan bir akıntı... Bundan sonra ne olacağı da coşkulu ve enerjik bir katılıma (buna sizinki de dahil), hep birlikte yüksek sesle kimiz, ne istiyoruz, istediğimiz yere nasıl ulaşırız sorularını sormamıza bağlı.” 27 
Çok şey mi isteniyor? Muhtemelen evet. Çok somut ve gerçek engellerle karşı karşıya bulunduğumuzu inkâr edemeyiz. Ne var ki, ortak varlıklarımızı korumak, onları vargüçle savunmak için davranıp ayağa dikilmek açısından bir büyük avantajımız olduğu da açık. Başka bir seçeneğimiz yok çünkü. Yazar, çizer, filmci, aktivist Annie Leonard, “herşeyden önce, başka seçeneğimiz yok ki,” diyor. 28 Yani bu aşırı tüketen, aşırı bireyci ve son derece eşitsiz yaşama tarzımızı sürdürmek istesek bile, bunu yapamayacağız artık:
“Daha fazla paylaşmayı, daha az israfı, varlıkları ve deneyimleri paylaşmanın kişisel olarak herşeyi biriktirmekten daha keyifli ve anlamlı olduğunu, gücü yetenlerin kendi etrafına duvarlar örmesi yerine daha iyi bir dünya için birlikte çalışmayı öğrenmek zorundayız.” 29 
Dinlediğiniz, katılımcısı olduğunuz bu radyo da aslında böyle bir paylaşma hikâyesinden ibaret: tamamen beleş olan “ürünü” veriyorsunuz, sonra insanlardan bu yayını sponsorize etmesini istiyorsunuz. Yeni bir binaya geçmek zorunda kalınca, bu sefer onunla ilgili ihtiyaçlarınıza el atılmasını istiyorsunuz kendi “camianızdan”: mimarlık, akustik bilgisi, kablolar, yer kaplamaları, masa, sandalye... Ve, biliyor musunuz, önemli ölçüde de oluyor! Ortak varlığımız olan şeyleri paylaşıyoruz, tıpkı bu radyo gibi. İnternet gibi ya da. Ya da kütüphaneler gibi, müzik gibi, parklarla bahçeler gibi, umut gibi, coşku gibi, sorumluluk gibi, geleceğimiz gibi ...Ve belki hepsinden önemlisi, demokrasimiz gibi: Bence Annie Leonard önemli bir noktaya parmağını basıyor usulca: “Demokrasi, hepimize ait birşey, ve ancak hepimiz ona bağlandığımızda işleyebiliyor.” 30 
***
Adbusters dergisinin kısacık başyazısı şu küçük paragrafla sona eriyor:

“Bu olanca karanlık farkındalık yüzünden günlerimiz gölgelenebilir, ama derinlemesine iyimser olmak için de sebep var elimizde; çünkü ‘nerede tehlike varsa, orada büyür kurtarıcı güç de.’ Bu kadar baştan çıkarıcı bir Küresel Bahar olasılığı, yani demokrasi uğruna insanların dünya çapında ayaklanması ihtimali şimdiye kadar hiç bu kadar yakın görünmemişti. Çünkü, belki de insanlık tarihinde ilk defa, Yeryüzünü çöküşün tam kenarına getirmiş olan finansçı sahtekârlara, şirket yalakalarına ve tüketim ideolojisine karşı her yerde birden başlayacak bir devrimin eşiğinde olabiliriz pekâlâ ...”

Küresel Bahar âyinine hazır mısınız?

Güzel, başlayalım öyleyse.

İstanbul, 2 Mart 2012

Geçtiğimiz ay Açık Radyo'daki bazı konuklarımız ve konuştuğumuz konular ise şöyleydi: Açık Radyo’da Şubat 2012


1 Nâzım Hikmet, "Kıyamet Sureleri 1: Alâmetler Suresi",http://devrimcidonusum.com/kitap/nazim.pdf
Adbusters, Issue # 100, Vol.20, No:2, Mar/Apr 2012, s. 1, 6-7, 11
3 agy.
4 "Top scientists urge end to policy and governance failures to tackle social and environmental crises", http://www.unep.org/newscentre/Default.aspx?DocumentID=2667&ArticleID=9039&l=en, 19 Şubat 2012; ayrıca, bkz.:https://www.commondreams.org/headline/2012/02/20-5
7 Robert Jensen, "Nature bats last..."http://www.energybulletin.net/print/58445, 07.08. 2011
8 agy
9 "Throwing Out the Free Market Playbook:http://www.thesolutionsjournal.com/node/1053 , Feb. 2012
10 agy
12 agy
14 TheGlobalSquare: Call for coders, http://wlcentral.org/node/2456
15 P2P teknolojisi, Tribler yazılımı vb. hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: agy
17 agy
18 https://www.commondreams.org/view/2012/02/15-11
19 http://www.350.org/en/about/blogs/lets-build-99-spring-and-train-100000-people-nonviolent-direct-action

20
http://www.350.org/en/node/27040 ; "Borneo’dan Kosova’ya Sevgiyle, Kömüre Hayır!" videosu için bkz: http://www.350.org/en/about/blogs/borneo-kosovo-love-no-coal
21 http://www.germanwatch.org/klima/ccpi.pdf
22http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&Date=7.1.2012&ArticleID=1074826&CategoryID=101
23 http://www.yesilgazete.org/blog/2011/12/22/350-orgdan-gerzeye-kuresel-destek/
24 http://www.bartin.info/cevre/bartin-platformu-mucadelede-kararli.htm
25 "1 Milyon İzmirli – Termik Santrale Karşı", http://www.1milyon.org/
26 agy
27 Rebecca Solnit, "Occupy Heads into the Spring,http://www.tomdispatch.com/archive/175506/
28 "Celebrating all that we share,"http://www.commondreams.org/view/2012/02/24-8
29 agy
30 agy
31 Adbusters, Issue # 100, Vol.20, No:2, Mar/Apr 2012, s.11

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder