28 Aralık 2014 Pazar

AKP hükümetine demokrasi ve hukuka dönüş çağrısı


Türkiye demokrasisi için çok geç olmadan
AKP hükümetini bu girdiği tehlikeli yoldan dönmeye davet ediyoruz.
Geçmişte askeri darbelerle kesintiye uğrayan Türkiye demokrasisi, bugün sivil bir yönetimin idaresi altında büyük bir hızla kan kaybediyor.
Kuvvetler ayrılığını, yargının bağımsızlığını, parlamento denetimini, barışçıl toplanma ve gösteri hürriyetinin kullanılmasını ve basın özgürlüğünü kendisine bir tehdit/darbe olarak algılayan, demokrasinin klasik denge ve denetim sistemlerini “milli iradenin” önünde engel olarak sunan bir iktidar Türkiye’de işbaşındadır.
Son bir kaç yılda pek çok yasa değiştirilerek, hukuk sistemi evrensel hukuk normlarından uzaklaştırılmış ve temel kişi hak ve özgürlükleri aleyhine bir baskı aracına dönüştürülmüştür.
Her geçen gün daha da otoriterleşen AKP hükümeti yüzlerce gazeteci ve köşe yazarını uyguladığı baskılarla işlerinden attırmış, kamu gücünü kullanarak birçok gazete ve televizyonların, kendisine taraftar sermaye sahiplerine devredilmesini sağlamıştır.
Son olarak 14 Aralık 2014’te Zaman Gazetesi ve Samanyolu TV yöneticileri başta olmak üzere gazeteciler, televizyon yapımcıları ve dizi oyuncuları ‘terör örgütü’ üyesi oldukları ve devletin egemenliğini ele geçirmeye çalıştıkları gerekçesiyle gözaltına alınmış ve bir kısmı da tutuklanmıştır.
İktidar tarafından yeniden kurgulanan ceza yasaları ve yargı organları devreye sokularak eleştirel medya tamamen susturulmak istenmekte, gazetecilik bir meslek olarak bitirilmeye çalışılmaktadır.
Aşağıda isimleri zikredilen biz imzacılar, kamuoyunu Türkiye’de demokrasiden sapma yönündeki kaygı verici bir sürece dikkat kesilmeye çağırıyor, 
AKP hükümetini bu girdiği tehlikeli yoldan dönmeye davet ediyoruz.

İmzalayanlar (Alfabetik sıraya göre)
 Ahmet Altan, Ahmet İnsel, Ahmet İsvan, Ahmet Turan Alkan, Ali Bulaç, Altan Tan, Asaf Savaş Akat, Aslı Tunç, Ataol Behramoğlu, Aydın Engin, Ayhan Aktar, Baskın Oran, Bülent Keneş, Bülent Korucu, Cafer Solgun,  Cemal Uşak, Cengiz Aktar, Cengiz Çandar,  Ceren Sözeri, Ceyda Karan, Cihangir İslam, Cüneyt Ülsever,     Daron Acemoğlu, Dengir Mir Mehmet Fırat, Doğan Akın, Doğan Satmış,  Doğu Ergil, Ergun Babahan, Erkan Saka, Erkam Tufan Aytav, Ertuğrul Günay, Faruk Mercan, Ferhat Kentel, Gençay Gürsoy, Hadi Uluengin, Hasan Cemal, Hayko Bağdat,   Herkül Milas, Hilmi Yavuz, İbrahim Betil, İştar Gözaydın, Kazım Güleçyüz, Koray Çalışkan, Kürşat Bumin,   Levent Köker, Mario Levi, Maya Arakon, Mehmet Altan, Mehmet Bekaroğlu, Mehmet Betil, Mehmet Kamış, Mehveş Evin, Melis Behlil, Murat Aksoy, Murat belge, Mustafa Erdoğan, Mustafa Yeşil, Müge Göcek, Mümtaz’er Türköne, Namık Çınar, Nazlı Ilıcak,     Neşe Düzel, Nil Mutluer,  Nilüfer Göle, Niyazi Öktem, Nuray Mert, Orhan Kemal Cengiz, Osman Kavala, Oya Baydar, Ömer Laçiner, Ömer Madra, Pelin Batu, Reha Çamuroğlu, Sait Çetinoğlu, Samim Akgönül, Selahattin Özel, Seyfettin Gürsel, Suat Kınıklıoğlu, Suna Vidinli, Şahin Alpay, Tahir Özyurtseven, Taner Akçam, Tayfun Atay, Temel İskit, Tuğba Tekerek, Ufuk Uras, Ümit Kardaş, Ünal Ünsal, Yasemin Çongar, Yasemin İnceoğlu, Yavuz Baydar, Yavuz Oğhan, Yüksel Taşkın

4 Aralık 2014 Perşembe

Vaziyet ve Manzara-i Umumiye


3 Aralık 2014 

Merhaba Sınıf,

Yıl sonu gelirken, genel değerlendirme raporu ile kanaat notlarına bakıyoruz; “vaziyet ve manzara-i umumiye” 10 maddede özetle şöyle:

·         Ağustos, Eylül ve Ekim ayları, sırasıyla, tarihte gelmiş geçmiş en sıcak aylar olarak kayda geçti.
·         2014 yılının, tarihî kayıtlara en sıcak yıl olarak geçeceği neredeyse kesin olarak ortaya çıktı.
·         Kayıtlara en sıcak yıllar olarak geçen yılların 13’ünün, son 16 yıl içinde yaşandığı belirlendi.
·         Kuzey Kutbu’ndan başlayan Kuzey Pasifik bölgesinde tarihte kaydedilmiş en yüksek sıcaklıklar –hem de uzak ara ile– bu yıl ölçüldü.
·         Güney Kutbu’nda üstteki buzları alttaki suların erittiği, Batı Antarktika buz örtüsündeki erimenin artık önünün alınamaz olduğu, ilk kez bu yıl kesinleşti.
·         Her biri dünyayı yıkıma götürebilecek eşik noktalarının (“Aşil Topukları”) sayısı 10 yıl önce 12 iken, bu sayı geçen yıl 24, bu yıl ise 40 olarak saptandı!
·         Dünya denizlerinin asitlenme oranının sadece  bir kuşak öncesine göre yüzde 30 arttığı bu yıl net olarak saptandı.
·         Sadece 40 yıl öncesine göre dünyadaki tüm omurgalı hayvanların (ve elbette balıkların) yarıdan fazlasının sonsuza kadar yok olduğu bu yıl açıklandı.
·         Küresel iklim yıkımının binyıllar, yüzyıllar değil onyıllar, belki yıllar içinde âniden gerçekleşmesinin kuvvetle muhtemel olduğu bu yıl yine doğrulandı.
·         Bu yıl her kıtayı sel aldı, her yerde büyük kar fırtınaları oldu, ormanlar yanıp tutuştu, pek çok yer kuraklıktan kavruldu, sert çatışmalarla savruldu.

İmdat Çığlıkları, Feryatlar, Uyarılar

Bu yıl içinde dünyada ne kadar belli başlı bilimsel kuruluş varsa, neredeyse hepsinden imdat çığlıkları yükseldi. Yalnız bilim kuruluşları değil, uluslararası ekonomi, finans ve sigorta kuruluşları da feryat figandı. Mesela Dünya Bankası. Doğrusu dünyanın en kızıl komünist örgütleri arasında sayılamayacak olan bu güzide kuruluş, 35 yıl içinde dünyanın “önlemez ısınma güzergâhına kilitlendiği”, dolayısıyla fosil yakıtların derhal terkedilmesi zorunluluğu konusunda dünya siyasetçilerini uyardı. Gene mesela, hiç de radikal solcu bir örgüt olmayan, aksine dünya enerji çevrelerinin çıkarlarını birinci derecede kollayan kuruluşlardan Uluslararası Enerji Ajansı, işi daha da azıttı ve tüm karbon salımlarını sıfırlamak ve diğer önlemleri almak için dünya siyasi liderlerine 25 yıl mühlet verdi… Hal böyleyken, böyleydi.

Yeşil İklim Fonunu Kim Yedi?

Hal böyleyken böyleydi de, alınacak önlemler, girişilecek eylemler neredeydi? Ekim ayında ABD ile Çin arasında yıllarca süren gizli görüşmeler sonunda varıldığı açıklanan anlaşma hiç yoktan iyiydi, ama, eğri oturulup doğru konuşulursa, hedefler hayli zayıf, bağlayıcılık konusunda taahhüt ise nâmevcuttu. Öte yandan, AB katran kumullarını “kirli yakıt” kategorisinden çıkartıp bu kıtada da katran karasına yeşil ışık yakarken, Hindistan’ın kömür kralı da yağlı kömür karası peşindeydi. Avustralya-Hindistan kömür kral ve kraliçeleri arasında uzatılan bir dekovil hattı diyebileceğimiz bu eksende Hindistanlı kömür kralı, Hindistan Bankası’ndan 1 milyar dolar kredi kaldırıp gezegenin yaşayan en büyük organizması olan Avustralya Büyük Mercan Resifi’ni hepten öldürecek kömür ihraç limanını inşa etmenin peşindeydi. Türkiye’de de bir yandan tahıl ambarı Konya’nın ve başka birçok bölgenin mahvına sebep olacak kömürlü termik santraller peşinde koşulurken, maden facialarıyla düşen üretime karşılık, hükümetin 3 ayda 480 bin ton kömür ithal ettirdiği iddiaları ortalıkta uçuşuyordu. Uluslararası âlemde dünya devlet temsilcilerinin kim bilir kaç kere taahhüt ettikleri yeşil fon için ayrılması  beklenen paracıkların yerinde ise yeller esmekteydi. Sebebini de kısa süre sonra bize Ümit Şahin Lima’dan bildirecekti: Meğer Yeşil İklim Fonu’nu da Shell yemiş! Tüh be, keşke BP yiyeymiş – logo rengi yeşil, hiç olmazsa.

Maniler, Niyetler ve Mumlar

İşte tam bu noktada 20. COP toplantısı, yani BM İklim Zirvesi de sahneye sağdan girer. Ümit Şahin’in Açık Radyo’ya ve Yeşil Gazete’ye Lima zirvesinden naklettiğine göre, bu cephede yeni bir şey vardır: Yeni söylemler ve eylemler. Mesela, dünya ülkeleri, “emisyonlarını 1990’a göre yüzde şu kadar aşağıya çekmek zorundadır,” diye bir ibare olmayacaktır artık. Onun yerine mesela INDCler diye fiyakalı bir kısaltma kullanılmaya başlanacaktır. Bu kısaltmanın açılımı Intended Nationally Determined Contributions (INDCs) olmaktadır. Şahin bunu “Niyet ettim iklim değişikliğine karşı mücadeleye kendi belirlediğim miktarda katkı vermeye” şeklinde lirik bir çeviriyle karşılıyor.
Eskiden, bizim  kuşağın çocuklarına sokaklarda satılan o “manili sakızlar”ı çağrıştıyor sanki biraz:

“Ne ise halin/o çıksın fâlin!”
 Ya da: “Neye niyet, neye kısmet?”

Bağlayıcı taahhüt var mı? Yok. Ya zorlayıcı mekanizma? O da yok. Lima’daki iklim zirvesinde bunların hiçbirinden eser yok. O zaman da uluslararası âleme yepyeni bir terim armağan ediyor Ümit Şahin: “Herhangi bir zorlayıcı mekanizma da olmayınca bir ülke ilan ettiği hedefi tutturamadığında yaptırım mekanizması da herhalde ‘canın sağ olsun’ oluyor: ‘Bir sera gazı için birbirimizi kırmaya değmez, bir dahaki sefere inşallah’…”

“Ucunda ölüm yok ya, canın sağ olsun.” (Ucunda ölüm yok mu?)
 Ya da: “Sen canım diyorsun; o, canın çıksın diyor.”

BM’nin büyük kömür şirketleri lobisiyle pek içli dışlı olan baş iklim yetkilisi diplomat Christiana Figueres, iklim değişikliği nedeniyle ölenlere yas için mumlar yakarak, oruçlar tutarak alacakaranlıkla gayet ruhani tablolar oluşturmayı başarmış zirvede. Geçen yılki zirvede korkunç Haiyan tayfununu anlatırken ağlayan, zengin ülkeleri kıyasıya eleştiren, bu deliliğe artık bir son verme zamanı geldi diyen, ardından da toplantı sonuna kadar açlık grevi yapan Filipin temsilcisi Yeb Saño’nun açlık grevini mum ışığında romantik bir oruç âyinine dönüştüren gösteri toplumcuları, aktivist-diplomat Saño’nun kendisini toplantı kadrosundan makaslamakta bir beis görmemişler.

         “Mustafa Mıstık, arabaya kıstık,
         Üç mum yaktık, seyrine baktık…”

Velhasıl, uluslararası camianın en tepesi de bu halde.

Önde gelen psikiyatrist, aktivist ve yazarlardan Robert Jay Lifton, insanın yaşama ve yetişme ortamının (habitatının) tümden çöküşüne sebep olabilecek bu materyalizm ve tüketim aşkını, komedyen Jack Benny’nin o eski şakasına benzetiyor.
         “Ya paranı, ya canını!...” diye haykırıyor silahlı soyguncu Benny’ye.
Karşıdan ses gelmeyince, bir daha bağırıyor: “Ya paranı, ya canını!...”
         “Dur be,” diye haykırıyor Benny de: “Düşünüyoruz işte şurada!”

Yükselen Küresel Hararet, Yükselen Küresel Hareket

Öte yandan, bundan 32 yıl önce tarihin en büyük kitle gösterilerinden birini gerçekleştiren dev nükleer silah karşıtı hareketin fikir babalarından biri olan Lifton, bu yıl Amerikan toplumunda majör bir tarihî yön değişimi olduğunu söylüyor. Nükleer tehdit ile iklim tehdidini kıyaslıyor ve iklim konusunda da yepyeni ve büyük bir hareket doğuşuna tanıklık etmekte olduğumuzu belirtiyor. “Tıpkı nükleer silah karşıtı harekette olduğu gibi iklim konusunda da bireysel vicdanlara ilişkin duyguların bir havuzda toplanarak, muazzam sayıda insanın müşterek anlatısı haline geldiğini” yazıyor.

Bu makale New York Times gazetesinde bu yaz, Ağustos sonlarında yayımlanmıştı. New York’ta 21 Eylül günü gerçekleştirdiğimiz o 400 bin kişilik dev iklim gösterisinden tam iki ay önce! Lifton’ın yazısını neredeyse bir kehanet mertebesine yükselten o olağanüstü Halkların İklim Yürüyüşü, en azından ona katılan insanların gözünde gerçek bir kitlesel iklim hareketinin nihayet doğmuş olduğunun sarsıcı ve sarsılmaz kanıtını oluşturuyordu. Aktivistlerin ve ilerici davaların sözcüsü sayılmayacak olan New York Times ve Financial Times gazeteleri ertesi gün 1. sayfalarında manşetten verdiler haberi. Yürüyüşe 400 bin insanın katıldığını o akşam 1. haber olarak vererek toplama işleminin “sağlaması”nı yapan da Fox News televizyonu oldu. (O da iklim aktivistleri arasında ilk 10’a girecek bir medya kuruluşu sayılmaz hani.) Ayrıca, aynı sıralarda dünyanın 2600 başka şehrinde insanlar harekete omuz veriyordu.

Hepimiz İçin Bir Sınav

Yazar, aktivist ve akademisyen dostumuz Bill McKibben da 1 Aralık’ta İsveç Parlamentosu’nda “alternatif Nobel” diye de adlandırılan Doğru Yaşam/Right Livelihood Ödülü’nü aldı. Ödülü tüm iklim savaşçıları adına kabul ettiğini, paranın tümünü 350.org’a bağışladığını açıkladığı (ve “oyunbozan” Snowden’ı de şükranla andığı) konuşmasında McKibben, “dünyanın ilk gerçek küresel sorununun dünyanın ilk gerçek küresel hareketi”ne kavuşmakta olduğunu söylüyor ve sözlerini şu cümlelerle bağlıyordu:

“Küresel ısınma hepimiz için bir sınav: Bizim dünya üzerinde geçirdiğimiz zamanın sınavı. Bir anlamda, o kocaman beynimizin evrim sürecinde iyi bir uyum belirtisi olup olmadığının da sınavı. Bu büyük beynin başımızı büyük belaya sokabildiği apaçık ortada. Ama belki, bir ihtimal, bu kocaman beyin bizi bu büyük beladan çıkarıp kurtaracak kocaman bir yüreğe bağlıdır, kim bilir. Bu mücadeleyi kazanacağımıza dair size söz veremem: Harekete geçmek için epey uzun zaman bekledik ve bilimsel veriler de hayli karanlık. Ama size şunun sözünü verebilirim: Dünyanın her bir köşesinde savaşacağız, hem de kıyasıya savaşacağız.”

Evet, yola çok geç çıktık, yol acayip dolambaçlı, zaman adamakıllı dar, yol ayrımında viraj müthiş keskin. Yazar Fawzi İbrahim’in Dünya Gezegenine Karşı Kapitalizm kitabında dediği gibi: “Günümüzde insanlık yalın bir tercih yapmak zorunda: Ya gezegeni kurtarıp kapitalizmi çöpe atacak, ya da kapitalizmi kurtarıp gezegeni çöpe atacak.” Naomi Klein da halkların yürüyüşü sırasında çıkan Bu Herşeyi Değiştirir adlı kitabında aynı seçimi önümüze koyuyor zaten.

Yılın son sınav sorusu şu oluyor öyleyse: Hangisini seçeceğiz?

Dur be sınıf, düşünüyoruz işte!

*** 
Notlar:
1.    Dahr Jamail, “Are Humans Going Extinct?”, Truthout, 1 Aralık 2014
2.    Award Acceptance Speech by Bill McKibben, rightlivelyhood.org, 1 Aralık 2014
3.    https://secure.avaaz.org/en/india_great_barrier_reef_loc/?slideshow, erişim 2 Aralık 2014
4.    Ari Phillips, “This is the Dystopian World…”, Climate Progress, 24 Kasım 2014
5.    Jeff Spross, At this Rate, the World Will…”, Climate Progress, 17 Kasım 2014
6.    John Abraham, “New Study Shows Warm Waters…”, Guardian, 13 Kasım 2014
7.    Ümit Şahin, “Lima İzlenimleri (1)”, Yeşil Gazete ve Açık Radyo, 2 Aralık 2014
8.    Ümit Şahin, “Yeşil İklim Fonunu Kim yedi?” Yeşil Gazete, 3 Aralık 2014
9.    Robert Jay Lifton, “The Climate Swerve,” New York Times, 23 Ağustos 2014
10. Fawzi Ibrahim, Capitalism Versus Planet Earth, Muswell Press, London: 2012
11. Naomi Klein, This Changes Everything, Capitalism Versus the Climate, NY, 2014

24 Kasım 2014 Pazartesi

Gezegeni Kurtarmak / Her Öğünde Biraz - Chris Hedges

Gezegeni Kurtarmak – Her Öğünde Biraz 
Chris Hedges'ın 9 Kasım 2014 tarihinde Truthdig sitesinde yayınlanmış yazısı. 

Dinlemek için:


İndirmek için: mp3, 30 Mb

Benim vegan olma konusundaki yaklaşımım, Aziz Augustinus’un dinî bekâret konusuna yaklaşımı gibiydi biraz: “Tanrı bana perhiz gücü bağışlasın, ama hemen şimdi değil.” Ne var ki türlerin yokolması, suların kirlenmesi1, okyanusların ölü bölgelerle dolması ve doğal ortamların mahvolması olgularının önde gelen sebebi hayvansal tarım olunca,2ekosistemin ölüm sarmalı da gittikçe belirgin hal alınca, vegan olmak, gezegeni ve canlı türlerini kurtarmak için hemen girişebileceğimiz en önemli ve doğrudan değişim oluyor. Karım –ki ailemizdeki yön değişikliğinin asıl motoru oydu–  ve ben, vegan olmaya karar verdik.

Hayvansal tarım dünya çapındaki tüm ulaşım araçlarının –yani arabaların, kamyonların, trenlerin, gemilerin ve uçakların– toplamının çıkardığı sera gazı salımlarından fazlasından sorumlu.3 Besi hayvanları ile onların atıkları ve çıkardıkları gazlar yılda en az 32 bin milyon (yani 32 milyar) ton karbon diyoksit (CO2) salımından, ya da dünya çapındaki tüm sera gazı salımlarının yüzde 51’inden sorumlu.4 Besi hayvanları, karbon diyoksitten 296 kez daha yıkıcı bir sera gazı olan azot oksit salımlarının tümünün yüzde 65’inin müsebbibi.5 Besi hayvanı yemi olarak üretilen tahıl mahsulü, Amerika Birleşik Devletleri’nde kullanılan suyun yüzde 56’sının tüketilmesine yol açıyor.6 Dünya soya üretiminin yüzde sekseni hayvanlara yediriliyor ve bu soyanın büyük kısmı, bir zamanlar yağmur ormanı olan yerlerin ağaçlardan temizlenip araziye dönüştürülmüş topraklarında yetiştiriliyor.7 Amerika Birleşik Devletleri’nde yetiştirilen tahılın yüzde 70’i, tüketilmek üzere yetiştirilen hayvanların beslenmesine gidiyor.8

Asgarî miktarda hayvan ürünü üretmek için kullanılan doğal kaynak miktarı ise insanı afallatacak ölçüde: 1 litre süt elde etmek için 1000 litre su kullanılıyor.9 Bütün bunlara muazzam ağaç kesimleri ile yeni araziler açılmasını ve diğer büyük orman tahribatını eklersek –özellikle Amazon’da orman yıkım oranı yüzde 91’e çıkmış durumda10 – o zaman kendimizi, büyük ölçüde hayvansal tarım endüstrisinin çıkarı uğruna yeryüzünün akciğerlerini ölümüne yağmalayıp söndürürken buluveririz biz de. Ormanlarımız, özellikle de yağmur ormanlarımız, atmosferden karbon diyoksiti absorbe edip onu oksijenle değiş-tokuş eder: Yani, ormanları öldürmek, gezegen için ölüm fermanı çıkarmakla aynı şeydir. Şu anda sırf besi hayvancılığına ayrılmış olan toprak miktarı, yeryüzünün kara kütlesinin yüzde 45’ine denk düşmektedir.11

Dahası, okyanuslara karşı girişilen büyük taarruz bu hesaba dahil değil. Dünyanın önde gelen balık sahaları aşırı avlanmadan mustarip, denizlerde devasa alanların ölü bölgelere dönüşme tehlikesi başgöstermiş durumda.

Bizler vegan beslenmeye geçerek, şirket kârları uğruna milyarlarca hayvanın işkenceden geçirilmesine suç ortaklığı yapmayı reddedebiliriz; ve buna ilaveten, özellikle kalp hastalığı ve kanser konularında yararı ayrıntılı olarak belgelenmiş olan bitkisel beslenmenin getireceği sağlık kazanımlarını elde edebiliriz.

Richard A. Opplander, “Comfortably Unaware: What We Choose to Eat Is Killing Us and Our Planet” (Huzurlu Gaflet: Yemeyi Seçtiğimiz Şeyler Bizi ve Gezegenimizi Öldürüyor) adlı kitabında, yiyip içtiklerimizi değiştirmezsek ileride başımıza geleceklere dair dehşetengiz senaryoları önümüze seriyor. Üretilmesi için yaklaşık 19 bin litre su gerektiren yarım kilo bifteği12 yemekten vazgeçersek, bütün yıl boyunca duş yapmaktan vazgeçmekle tasarruf ettiğimizden daha fazla su tasarrufu sağlayacağımızı, ABD’de tüm suyun yarısının hayvanları beslemeye gittiğini kaydediyor. Şöyle yazıyor Opplander:

Kirletmeye yaptığınız katkı, tüketmek üzere satın almaya karar verdiğiniz şeylerle başlar. Burada söz konusu olan, arada bir yaptığınız alışveriş değil: her Allahın günü yediğiniz içtiğiniz tüm yiyecek maddelerinden bahsediyoruz. Et ve diğer hayvansal ürünler sözkonusu olduğunda, bu seçimin çevreye getirdiği kirlenme muazzam boyutlara ulaşır. Siz yiyesiniz diye beslenip büyütülen o hayvanı yetiştirmek için, sessiz sedasız onunla birlikte taşınan bir bagaj vardır: Yani size göre sessiz sedasız; yoksa başka yerlerde bayağı büyük bir gürültü koparmaktadır o bagaj. Yalnızca Amerika Birleşik Devletleri’nde tarım ve hayvancılık tesislerinde yetiştirilen tavuklar, hindiler, domuzlar ve inekler dakikada 2,3 milyon kilogramın üzerinde dışkı üretmektedir. Bunlar her yıl insanlar et yemeye devam etsinler diye yetiştirdiğimiz hayvanlardır ve ülkemizdeki toplam insan nüfusunun ürettiğinin 130 katı dışkı üretmektedirler. Bu gübre lâğımı hem küresel ısınmanın, hem su ve toprak kirlenmesinin, hem hava kirlenmesinin ve hem de kaynaklarımızın kullanılıp tüketilmesinin müsebbibidir. Yiyecek için beslenen hayvanların ürettiği atığın içinde hayvanın beslenip büyütülmesi süreci içinde kullanılan tüm antibiyotikler, böcek öldürücüler, yabani ot öldürücüler, hormonlar ve, hayvanları besleyip büyütme sürecinde kullanılan diğer kimyasal maddeler yer alır.

Herhangi bir yerdeki toprağın bir hektarlık parçasında, yenebilir hayvansal ürünlerin oniki ilâ yirmi katı ağırlığında yenebilir sebze, meyve ve tahıl yetiştirebiliriz. Esas olarak, öldürüp yiyeceğimiz hayvanları üretmek için toprak ve tahılın yirmi katını, suyun da yüzlerce katını kullandığımız gibi, su yollarımızı ve havamızı kirletiyor, yağmur ormanlarını yok ediyoruz ... üstelik, onların yerine üretebileceğimiz bitkisel ürünlerden daha sağlıksız olan bir beslenme biçimi için.

Hayvansal tarım endüstrisi, sektör konusunda araştırma yapan ya da ona meydan okumaya kalkan herkesi yasa dışı veya suçlu ilan etmek için ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ticarî anlaşmalar ve ticarî işletme sırları gibi bahaneleri kullanarak, ABD’de yaklaşık bir düzine eyalette ifade özgürlüğünü kısıtlayan yasaların (ag-gag laws), federal düzeyde de Hayvancılık İşletmelerini Koruma Yasasının (Animal Enterprise Protection Act) geçmesini sağladı; bunların hepsi de terörle mücadele yasasının maddeleriyle güçlendirilmiştir. Vatanseverlik Yasası (Patriot Act), hayvansal tarım endüstrisinin kârlarına halel getiren beyanat verilmesini ya da bu yönde hareketlere girişilmesini suç saymaktadır. Radikal değişim, şirketlerin güdümündeki devletimizin güç ve kudretine karşı girişilecek her türlü meydan okumada olduğu gibi, kudret yapılarının dışında inşa edilmek zorundadır; besi hayvancılığı sektörünün karşısına çıkmayı reddeden belli başlı çevre örgütleri de buna dahildir ve değişim bunların da dışında geliştirilmek durumundadır.

Huntingdon’un Hayvanlara Eziyetine Son Verelim (Stop Huntingdon Animal Cruelty/SHAC) adlı grubun altı üyesi  2006’da Trenton, New Jersey’de federal mahkeme tarafından mahkûm edildi. Mahkeme, grubun web sitesini Huntingdon Life Sciences (Huntingdon Yaşam Bilimleri) adlı hayvan-deneyleri laboratuvarına yapılacak saldırıları kışkırtmak için kullandıkları gerekçesiyle onları mahkûm etmişti. Grup üyeleri Hayvancılık İşletmelerini Koruma Yasası’nı çiğnemek amacıyla kumpas kurmakla suçlanıyordu. Mahkûm olanlardan Andrew Stepanian –daha sonra serbest bırakıldı– bir federal “iletişim yönetimi birimi”nde tecritte tutuldu.

Besi hayvanlarımıza nasıl muamele ettiğimizi gösteren fotoğraf ve film çekimlerini yasaklayan yığınla yeni yasa var; bu durumda, boğazlanmayı bekleyen hayvanların devasa hangarlarda iğrenç derecede zalim şartlar altında tutulduğunu gösteren çok fazla görüntünün ortaya çıkmasını beklemeyin. Tarım şirketlerinin parasıyla satın alınmış politikacılardan, küresel ısınma üzerinde muazzam etkisi olabilecek bir beslenme şeklini savunmalarını da beklemeyin. Sektörden gelen reklam paraları için kuyrukta bekleyen kitle iletişim araçlarının (yaygın medyanın), bu sektörün gezegeni ne hallere sokmakta olduğu konusunda bizi bilgilendirmesini ise hiç beklemeyin.

“Cowspiracy: The Sustainability Secret”13 (“Komplosığır: Sürdürülebilirliğin Sırrı”) adını taşıyan yeni bir belgesel, hayvancılık tarımı endüstrisinin kudretini ele alıyor: Bu güç, dünya yüzünde ortak yararın şirketler tarafından yere yatırılıp boğazlanması şeklindeki yap-boz bulmacasının dev parçalardan yeni bir tanesini oluşturuyor. Film, kamuoyuna yalnızca hayvancılık tarımının çevresel etkileri konusunda değil, aynı zamanda, yediğimiz yiyeceğe neler yapıldığını, içine neler konduğunu da bildirmeye girişiyor. 

“Hayvansal tarım endüstrisi, gezegenin üstündeki en kudretli endüstrilerden biridir,” diyor “Cowspiracy” filminde yer alanlardan gazeteci Will Potter. (Will Potter) “Bu ülkede çoğu insan para ve endüstrinin siyaset üzerindeki etkisinin farkında. Özellikle bu endüstride sözkonusu etkinin ortaya konduğunu açıkça görüyoruz. FBI’a göre hayvan hakları savunucularıyla çevre aktivistlerinin 1 Numaralı iç terör tehdidi sayıldıklarını öğrenmek pek çok insanı şoke edecektir. ... Bugün asıl onlar şirket kârlarını diğer tüm toplumsal hareketlerden daha fazla doğrudan tehdit ediyor.”

Film, Sierra Club çevre kuruluşunun doğayı koruma direktörü Bruce Hamilton’un, bizi bekleyen vahim gelecek konusunda söyledikleri ile açılıyor. “Dünya iklim bilimcileri, sera gazı salımlarının en üst güvenli sınırı olarak atmosferdeki karbon diyoksidin milyonda 350 parça civarında olması gerektiğini belirtiyorlar,” diyor Hamilton. “Oysa biz 400’e ulaştık bile. Bilimcilere göre kuraklık, kıtlık, insanlar arası çatışmalar ve canlı türlerinde majör yokoluşlar gibi tehlikeli sonuçları göze almadan bu dünyada yaşam sürdürmeyi umabileceğimiz güvenli üst sınırın hararette en fazla 2 derece Celsius civarında bir artış olabileceğini söylüyorlar. Biz bu sınıra hızla yaklaşmaktayız ve atmosfere yerleşmiş bütün bu karbondiyoksit birikimiyle birlikte, o tavanı kolayca delip geçeceğiz. Dinozorların yok olduğu dönemden bu yana türlerin dünyada görülmüş en büyük oranda yokoluşuna göz göre göre tanık oluyoruz. Deniz seviyelerinin yükselmesi yüzünden ülkeler tümden sular altında kaldığında, ülkeler kuraklık yüzünden nüfuslarını tümüyle besleyemez olduklarını gördüklerinde ve bunun sonucunda son çare olarak başka bir ülkeye göç etmek veya başka bir ülkeyi istila etmek zorunda kalacaklarını farkettiklerinde, geleceğin iklim savaşlarını yaşayacağız.”

“Peki besi hayvanları ile hayvancılık tarımının buradaki rolü?” “Komplosığır” (Cowspiracy) filmini Keegan Kuhn ile birlikte yönetmiş olan Kip Andersen bu soruyu sorunca, “Ee...” diye yanıtlıyor Hamilton, “ne olmuş yani hayvancılığa?”

Aralarında Greenpeace, 350.org ve Sierra Club gibi önde gelen çevre örgütlerinin hayvansal tarım sektörünü karşılarına almayı reddetmeleri, şirket gücü karşısında aktivistler topluluğunun ne kadar âciz kaldığını gösteren bir pencere.

Kuhn’a Berkeley’de, Andersen’e de San Francisco’da telefonla ulaştım.

“Hem toplumda, hem de hükûmette petrol endüstrisine doğrudan bağı olanlardan çok daha fazla insanın hayvancılık tarım sektörü ile bağı var,” diyor Kuhn. “Petrol endüstrisi, görece olarak, çok küçük bir nüfusu istihdam eder ve nüfusun çok küçük bir kesimi tarafından kontrol edilmektedir. Tarım endüstrisi ise, hem hayvancılık sektörü, hem de o hayvanlara yedirilen yem ve tahıl sektörü olarak, çok daha büyük bir nüfusu bağrında barındırır. Siyasi bakımdan çok daha zorlu bir sektördür. Dünya yüzündeki en büyük yiyecek emtia şirketlerinden biri olan Cargill gibi şirketler, ABD’de siyasa yaratabilecek güçtedir. Hükûmet, uygun fiyata yiyeceğe sahip olmak istediğini söyler; bunun anlamı, bu şirketlere muazzam sübvansiyonlar vermektir. Yaşayabilmek için hayvansal ürünler yememiz gerektiği yolunda bir inanış var. Bu inanış hiç sorgulanmaz. Fosil yakıt sektörüne, elde alternatif yakıtlar olduğu argümanı ile daha kolay karşı durulur. Oysa insanlar hayvan yemeye bir alternatifin mevcut olduğunu düşünmezler bile.

“Yediğimiz şeylerin nasıl üretildiğini bilmemizi daha da zorlaştıran kanunlar çıkarılmasını kim ister ki?” diye soruyor Kuhn. “Hiçbir tüketici böyle birşey istemez. Tüketiciler daha büyük bir şeffaflık isterler. Bu da bu endüstrinin hükûmetle nasıl aynı yatağa girdiğini gösteriyor. Endüstri bizim ya da gezegenin yararına olmayan yasaları belirleyip dikte eder.”

“Hayvanları gizlemek, çiftlikleri gizlemek, bütün konuyu gizleyip gözlerden ırak tutmak, endüstrinin kullandığı bir pazarlama aracı,” diyor Kuhn.
“Endüstrinin tavrı şu: Eğer göremiyorsan, orada değildir. Amerika Birleşik Devletleri’nde her yıl 10 milyar çiftlik hayvanı boğazlanmakta. Peki ama nerede bu 10 milyar hayvan? 320 milyon insan nüfusu olan bir ülkede yaşıyoruz. İnsanları her yerde görüyoruz. O milyarlarca hayvan nerede peki? Onlar gözlerden uzakta barakalarda gizleniyor. Sektörün bu korkunç katliamları yürütmesine olanak veren bir gizlilik bu. Hayvanlara yaptıkları muameleyi de, çevreye yaptıklarını da gizliyorlar.”

“Daha küçük çiftliklerde hayvanların otlatılarak beslenmesi meselesi var bir de,” diyor Andersen. “Başta bu daha iyiymiş gibi görünüyorsa da, aslında daha kötü. Fabrika çiftlikleri hayvanlar için feci şartlar getiriyor olsa da, çevre açısından otlaklarda beslenmiş hayvanlardan daha iyi, çünkü metan gazı salımları, dışkı atıkları ve bir de, sığırlar kamu arazilerinde otlayabilsinler diye katledilen bütün o atlarla kurtlar var; bunların parası da bizim cebimizden çıkıyor. Biz filmde fabrika çiftlikleri üzerine odaklanmadık. Bunları herkes biliyor. Biz asıl şu sözümona sürdürülebilir çiftliklere baktık; hani şu herşeye cevapmış gibi gösterdikleri, insancıl (merhametli) çiftçilik dedikleri yerlere. Çoğu kez bu çiftlikler, hayvanlar için daha iyi şartlar getirseler de, çevre üzerinde çok daha kötü etki yaratıyorlar.”

Farklı bir zaman çizelgesine sahip olsaydık veya gezegen üzerinde 1,5 milyar insan yaşıyor olsaydı, o zaman bazı orta yolcu önlemler alma yoluna gidebilirdik” diyor Kuhn. “Ne var ki, ekolojik açıdan önümüzde duran mesele artık bize şunu gösteriyor: Bitki temelli bir hayat tarzına derhal geçmekten başka yolumuz kalmamış durumda.”

“Kaynaklarımızı en iyi şekilde nasıl kullanabiliriz?” Oppenlander “Huzurlu Gaflet” kitabında bu soruyu soruyor. “Hangi yiyecekler gezegenimiz üzerinde en az etki bırakacaktır? Hangi yiyecekler kendi insan sağlığımızı ve zindeliğimizi en çok geliştirip destekler? Hangileri en merhametli yiyeceklerdir? Biz yiyeceğiz diye bir başka canlı varlığı boğazlamaya gerçekten ihtiyacımız var mı? Sakın, sadece canımızistediği için yapıyor olmayalım bunu?”

Ekolojik çöküş ve yokoluştan kendimizi kurtarabilmek amacıyla radikal değişimleri gerçekleştirebilmek için şunun şurasında en iyi ihtimalle birkaç yılımız kaldı. Vegan beslenen bir insan her gün 4165 litre su, 9 kilogram CO2 eşdeğeri, 3 metrekareye yakın ormanlık arazi, 20 kilo tahıl tasarruf ediyor ve her gün, duyguları olan bir canlıyı ölümden kurtarıyor14. İleride bizi nelerin beklediğini biliyorsak eğer, veganlıktan başka hiç bir seçeneğimiz olmadığını görürüz.

(Çeviren: Ömer Madra)
To read in English (Truthdig, 9 November 2014) / Makalenin İngilizce aslını okumak için tıklayın:
Saving the Planet, One Meal at a Time (Thruthdig, 9 Kasım 2014)

[1]  “Water Footprint Assessment.” University of Twente, the Netherlands.
[2] “What’s the Problem?” United States Environmental Protection Agency. “Livestock’s Long Shadow: Environmental Issues and Options.” Food and Agriculture Organization of the United Nations. 2006.
[3] Ibid. (http://www.fao.org/docrep/010/a0701e/a0701e00.HTM
[4] Goodland, R; Anhang, J. “Livestock and Climate Change: What if the key actors in climate change were pigs, chickens and cows?” WorldWatch, November/December 2009. Worldwatch Institute, Washington, D.C., USA. Pp. 10-19.
[5] “Lifestock’s Long Shadow: Environmental Issues and Options.” Food and Agriculture Organization of the United Nations. 2006.
[6] 6. Jacobson, Michael F. “More and Cleaner Water.” In “Six Arguments for a Greener Diet: How a More Plant-Based Diet Could Save Your Health and the Environment.” Washington, D.C.: Center for Science in the Public Interest, 2006. 
[7] Oppenlander, Richard A. “Comfortably Unaware: What We Choose to Eat Is Killing Us and Our Planet.” New York City: Beaufort Books, 2012.
[8] Ibid.
[9] “Water Trivia Facts.” United States Environmental Protection Agency.
[10] 10. Oppenlander, Richard A. “Food Choice and Sustainability: Why Buying Local, Eating Less Meat, and Taking Baby Steps Won’t Work.” Minneapolis, MN: Langdon Street, 2013. Margulis, Sergio. Causes of Deforestation of the Brazilian Rainforest. Washington: World Bank Publications, 2003. 
[11] 11. Thornton, Phillip, Mario Herrero, and Polly Ericksen. “Livestock and Climate Change.”Livestock Exchange, No. 3 (2011).
[12] 12. Pimental, D., Pimental, M. “Sustainability of meat-based and plant-based diets and the environment.” American Journal of Clinical Nutrition, Vol. 78, 660s-663S, September 2003.
[14] “Water Footprint Assessment.” University of Twente, the Netherlands. 

7 Kasım 2014 Cuma

Fareler ve İnsanlara Dair


IPS Haber ajansından Tessa Love röportajında uyarmış, biz de Radyo’da (Açık Gazete) dinleyicilere okumuştuk: “Yeni Bir Soma Faciası’na Şunun Şurasında Ne Kaldı?” (1) Yayından çıkalı 2 saat olmamıştı ki, Konya Ermenek’te 18 kömür işçisinin yerin dibindeki suların dibine “enjekte edilmiş” olduğu haberi geldi. Bülten yazıldığı sırada onlardan hiç haber yoktu.


Aynı raporda “emniyetli yeraltı suyu rezervi yıllık yaklaşık 1.8 milyar m3 iken, çekilen yıllık su miktarı 2.6 milyar m3’tür. Bu durumda sadece tarımsal sulama değil, içme suyu olardak kullanan insan ve hayvanlar için de su temini güçleşecektir,” uyarısında bulunuluyordu. Yayından da tekrarladığımız bu sıkıntı şimdilerde başgösteriyor.

Raporu yazanlar madenlerin yeraltı kaynaklarını tükettiği, su kaynaklarının delik deşik olduğu, gıda güvenliğinin ve refahın madene değil tarıma bağlı olduğunu da söylemişlerdi. Herkese eşit refah ve istihdam sağlayan tarımın yerine madencilik ve kömür yakıtlı termik santral yapılırsa yer altı suyunun tamamen tükeneceğini, yeni obruklar açılacağını, tarımın biteceğini, heyelanlarla madenleri su basacağını, termik santral kurulursa, Konya denen tahıl ambarının ateşe verilmiş olacağını da söylemişlerdi. (3,4,5) Bunlar oldu ve/ya oluyor.

Geçen yaz, Ağustos ayında bir uyarı gelmişti. California Üniversitesi uzmanları, dünyadaki mevcut kömür ve gaz yakan termik santrallerinin, ömür süreleri dolmadan önce gezegen “karbon bütçesi”nin çok büyük kısmını yakıp bitireceğini söyleyip uyarıyorlardı: asla yeni santral yapılmamalı!(6) Ama mesela sadece Türkiye 50 yeni santral yapıyor ve/ya planlıyor. Dünyada şirketler ve devletler iklim yıkımı için yapılması gereken ne varsa onu yapıyor, iklim felaketi getirmek üzere yeni teknolojilere korkunç paralar yatırıyor. Kıyamete dörtnala!

Kasım başında uyarıların şahı geliyor: Dünya Bilim Kurulu (IPCC) dünya âleme duyduk duymadık demeyin diyor: Kömürü, petrolü, gazı yakarak atmosferi kirletmeyi (çok düşük maliyetle: yani tüketim büyümesinden ortalama sadece % 0.06 kısarak!) hemen şimdi kesin, YOKSA!... diyor.

Yoksası şu: Değişikliği yavaşlatma konusunda hareketsiz kalınırsa, kuvvetle muhtemeldir ki, hararet yüzyıl sonuna kadar 4 dereceyi aşar; bunun riskleri de birçok türün yokolması, yiyecek güvensizliğinin had safhaya çıkması, sıradan insan faaliyetlerine tahditler gelmesi, kimi durumlarda uyum dahi sağlanamaması.(7)

İklim yazarı Joe Romm’a göre bunun tercümesi de şu: Hiçbir şey yapmadan mabadimizin üstünde yatıp malaklar gibi yayılmaya devam edersek, uyum sağlaması imkânsız bir dünya, bir felaket sonrası “açlık oyunları” dünyası yaratır, yiyecek üretme kapasitemizi, açık havada yaşama ve çalışma şansımızı kaybederiz.(8)

IPCC adlı heyetin uyarısından tam iki gün önce, NASA yukardaki fecaati önceden haber veren büyük bir bomba patlatmıştı bile:  Dünyada yeraltı suları krizi!(9) Uydular, en büyük akiferlerin (yeraltı su kaynakları) çoğunun, tazelenemeyecek hızlarda boşaltıldığını ayna gibi gösteriyordu. ABD Yaylalar Bölgesi, California Merkez Vadisi, G. Amerika’da Guarani akiferi, Kuzey Çin Ovası, Avustralya Canning havzası, K. Batı Sahra Akifer sistemi, K. Batı Hindistan akiferleri – ve EVET: ORTADOĞU yeraltı su sistemleri de elden gitmekteydi!

Araştırmayı yapan NASA bilimcisi James Famiglietti burada metafor kullanıyor: “Bankada yatan para gibi yeraltı suları da karın ve yağmurun kıt olduğu zamanlarda toplumları ayakta tutar. Dolayısıyla, sürdürülebilir yeraltı su rezervi olmadan küresel su güvenliği halihazırda farkedilenden çok daha büyük bir risk getirir.” (10) Uzman, Suriye’yi yeryüzü cehennemine çeviren çatışma ve iç savaşın kuraklık ve kıtlıktan kaynaklandığını biliyor mu, bilinmez.

Neyse, biz, para ve finans dünyası metaforunu biraz daha sürdürelim. Bir buçuk yıl önce bir uyarı daha gelmişti uzmanlardan: Ekilebilir araziden, içilebilir sudan, yaşanabilir iklimden vb oluşan doğal “kapital”in yılda 7,3 trilyon dolar tutarındaki kısmını, hiçbir bedel ödemeden çocuklarımızın hesabından güzelce çekip aldığımız hesaplanmıştı.(11)

Yeni kuşaklar pek bilmez, Banker Kastelli’nin kulaklarını çınlatma zamanıdır: Kömür, petrol, gaz, inşaat vb. şirketleri ile onların derin cebindeki siyasetçiler başta, insanlığın mevcut kuşakları olarak hep birlikte en büyük saadet zincirini oluşturmuşuz meğerse ve, gelecek kuşakların sırtından pekâlâ geçinip gidiyoruz işte.

Yine bir buçuk yıl önce, ülkenin önde gelen sanatçı, düşünür, entelektüelleri ve hemen her kesimi ve mesleği temsil eden sivil kuruluşları da uyarmışlar, 10 bine yakın imzalı dilekçe sunmuşlardı: "İklim değişiyor ve sosyal adaletsizliği kat be kat artırıp derinleştiriyor. Gezegen sürekli uyarıyor. Ama gözler kör, kulaklar sağır kalmaya devam ederse, kibir denen şeyin ne büyük bir felaket olduğunu yakında hepimiz öğreneceğiz.” (12)

Kibir, para, finans, banka, saray. Masal masal matitas. Ermenek faciası patlak verince, küçük bir dram yaşandı: vergi veren vatandaşların cebinden (ama onlara sorulmadan örtülü ödenekten) çıkan ve masalsı boyutlarda yolsuzluk belgeleri yayınlanan, masal boyutlarında parayla yapılan Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda yapılması planlanan masalsı resepsiyon yapılamadı, Anadolu’nun tüm motifleri gösterilemedi, görevliler folklorik kıyafetler giyemedi, Muhafız alayı atlı birlikleri minik gösterilerini yapamadı. Yazık oldu. (13)

Fareler ve insanlarla bitirelim o zaman. Önde gelen düşünür ve aktivist Noam Chomsky, “Işid’den Ukrayna’ya Kriz İçinde Bir Dünya” başlığı ile sunulan yeni söyleşisini, yaban sıçanlarının o dillere destan hikâyesi ile noktalıyor: “Tartıştığımız her konunun üzerine çöken karanlık ve uğursuz bulut var bir de: Yaban sıçanlarının topluca uçuruma doğru koşması gibi, tüm öteki kaygıların yerini rahatlıkla alabilecek bir çevre krizine doğru kararlı adımlarla yürüyoruz.” (14)
...

(1)     IPS News, 26 Ekim 2014
(2)     acikradyo.com.tr., 12 Aralık 2013 ve 29 Ekim 2014-11-05
(3)     Aynı yerde; ayrıca bkz.:Pelin Cengiz, T 24, 29 Ekim 2014
(4)     Aynı yerde
(5)     Nilay Vardar, Bianet, 29 Ekim 2014
(6)     Jeff Spross, Climate Progress, 27 Ağustos 2014
(7)     Joe Romm, Climate Progress, 2 Kasım 2014.
(8)     Aynı yerde
(9)     Joe Romm, Climate Progress, 31 Ekim 2014
(10) Aynı yerde
(11) Jeff Spross, Climate Progress, 23 Nisan 1013
(12) Gezegen Elden Gidiyor, change.org, Mart 2013
(13) memurlar.net./haber, 21 Ekim 2014; gazeteler 29-30 Ekim 2014
(14) Alternet, 1 Kasım 2014