31 Ocak 2014 Cuma

Gezegen için Matematik 101 ve Ekonomi 101 Dersleri




Önde gelen iklim aktivisti, yazar ve akademisyen Bill McKibben, geçen yıl sonlarında yayımlanan son kitabında bize yeryüzünün en önemli üç rakamını enine boyuna anlatıyor. Haydi bakalım sınıf, hep beraber tekrarlayalım: 2; 565 ve 2,795. (Oil and Honey, Times Books, 2013, s. 141- 149)

Rakamların birincisi: 2 derece Celsius: İklim değişikliği konusunda dünyanın üzerinde anlaşmaya vardığı tek tavan ya da sınır rakamı. ABD’nin baştan sona casuslayıp baltaladığı Snowden ifşaatı ile daha yeni ortaya çıkan o müthiş önemli toplantı, yani 2009 Kopenhag iklim zirvesi fena halde çuvallayınca, ısınmada üst sınır olarak, dünya milletleri mecburen, bu rakamda karar kıldı.

Ama bu, bizi asla kesmez: Bilim dünyası diyor ki: Gezegenin hararetini bugüne dek sadece 0.8 derece yükselttik ve bu, beklenenin ötesinde etki yarattı: Kuzey Kutup yaz buzunun yarısı gitti, okyanuslar yüzde 30 asitlendi. 2 derece ısınma, aslında felaket reçetesinin ta kendisi, Ne var ki eldeki tek uzlaşma rakamı da bu.

İkincisi: 565 gigaton. (Gigaton: 1 milyar ton.) Bugünkü tüketim hızıyla 15 yıl içinde atmosfere salabileceğimiz azami CO2 miktarı bu kadar oluyor! (Bir hesaba göre, bugün doğan bir bebeğin liseyi bitirmesinden önce karbon bütçemiz bitiyor maalesef!) Bu da, bizi o pek yetersiz 2 derecenin altında tutacak tek makûl ihtimal, iyi mi? “Makûl” ise, bu durumda 5’te 4 ihtimal demek. Yani şansımız, 6 patlar revolverle Rus ruleti oynamaktan daha kötü.

Üçüncüsü ve en ürkütücü olan rakam ise: 2,795 gigaton. Fosil yakıt şirketlerinin ve fosil yakıt şirketi gibi davranan (Rusya, Kuveyt, Venezuela vb) devletlerin kömür, petrol ve doğal gaz rezervlerinin içerdiği karbon miktarı. Yani, insanlığın yakmayı planladığı, bunda kararlı olduğu fosil yakıt miktarı da bu.

Haydi 2014 sınıfı, hesap yapalım o zaman: 2,795, 565’ten büyük müdür? Eveet, bildiniz. Peki ne kadar büyüktür? Onu da bildiniz: 5 kat büyük! Şimdi tekrarlayalım: Hesap defterlerimizde kayıtlı olan petrol, kömür ve gaz, bilim insanlarının güvenle yakabileceğimizi söylediği miktardan 5 kat fazla. Şimdi başka türlü söyleyelim: Diğer tüm hayvan ve bitkilerle birlikte, cayır cayır yanmamak için bu rezervlerin yüzde 80’ini toprağın altında tutmaya mecburuz.

Ama, tutamıyoruz! Neden tutamıyoruz? Konu ekonomi de ondan. O zaman komşu sınıfta ekonomi 101 dersine bir girip çıkalım şimdi de:

Bu kömür, petrol ve gaz hâlâ toprağın altında yatıyor ama ekonomik açıdan onlar yeryüzüne çıkarılmış sayılıyor! Hisse senedi fiyatlarına işlenmiş, ona dayanarak borçlanılmış, devletler bütçelerini kaynaklarının beklenen getirilerine göre yapmış! Bu rezervler, onların aktif varlıkları, şirketlere değerini veren mal varlıkları (holdingleri). Dünyanın en büyük petrol şirketine “rezervini çıkartamazsın” deseniz, dünyanın en büyük 2. bankasının hesabına göre hisse senedi fiyatları ânında yarıya düşüyor!

Herşey hesaplanmış: Bugünkü piyasa fiyatlarıyla o 2,795 gigaton rezervin değeri yaklaşık 28 trilyon dolar ediyor. Sınıf dikkat: Trilyon dedik! Yani, bilimin söylediğine kulak verip o yüzde 80 rezervi olduğu yerde, toprak altında bırakırsanız,  çoğu yeryüzünün en zengin insanlarına ait olan 20 küsur trilyon dolar tutarında bir varlığı “zarar hanesine yazdırmış” olursunuz ki, kusura bakmayın ama, bunu bu sistemde size yaptırmazlar!

Nasıl mı yaptırmazlar?  Üç yeni rakam verelim: 85, 3,5 ve 6666. Birinci rakam, 85, yukarıda sözü edilen o zenginlerin sayısı. Oxfam yardım kuruluşunun son raporuna göre yeryüzünün en zengin 85 insanı kendi aralarında, yeryüzü nüfusunun yarısının toplam servetine ve mal varlığına sahip. (Guardian, 20 Ocak 2014)

İkinci rakam, 7,5 milyar insan. Yani, dünyanın yarısı, –hani pek otobüse binmezler ya, lafın gelişi söylersek– o çift katlı otobüslerden birine ferah ferah sığdırabileceğiniz bu 85 insan için çalışıyor! Neredeyse bir çırpıda hepsinin adını sayabileceğiniz bir avuç küresel elit için. Öyle ki, ekonomik büyüme, kazanana her seferinde “hepsini al” zarının geldiği, demokrasinin ve gelecek nesillerin hayatının berhava edildiği hileli bir sisteme dönüşmüş halde.

Üçüncü serideki rakamımız ise: 175 bin dolar. Bu, dünyanın en büyük petrol şirketlerinin geçen sene dakika başına ettikleri kâr miktarı! (Huffington Post, 4 Ocak) Evet, sınıf, hep birlikte bir daha alalım: Dakikada 175 bin dolar kâr. (Bu satırların yazıldığı andaki dolar kuruyla yaklaşık 400 bin TL! Her dakika!) Haydi sınıf, şimdi bir de petrolcülerin, kömürcülerin ve doğalgazcıların saniye başı kârını hesaplayın bakalım. Evet, doğru hesap: Saniyede 6666 TL. Sakın çarpıtmayın. Burada şeytanın parmağı filan yok! Rakam öyle: 6666. Her saniye.

Dünyanın serveti geçen seneden beri yüzde 4.9 artmış ve 241 trilyon dolara yükselmiş. Gelin görün ki, eşitsizlik çıldırtıcı seviyelere vurmuş durumda. Dünya nüfusunun tepedeki yüzde 10’u yeryüzünün tüm servetinin yüzde 86’sını gasp etmiş durumda. (Credit Suisse Global Wealth Report, Ekim 2013)

Zenginliklerin en büyük ikinci kaynağı madenlere bakalım bir de. Gaia Vakfı’nın bir araştırması, yeryüzünde madencilik faaliyetlerinin hızında baş döndürücü bir patlama olduğunu ortaya koyuyor: Son 10 yılda kobalt üretiminde % 165, demir cevherinde % 180 artış, demir içermeyen metallerin çıkarımında  ise 2010 ile 2011 arasındaki 1 yıl içinde yüzde 50 artış görülüyor. En zengin maden yatakları tüketildikçe, söylemeye bile gerek yok, yeryüzü inanılmaz ölçüde fazla tahrip görüyor. (Monbiot, Guardian, 26 Kasım 2013)

Yeraltı kaynaklarını çıkarma ya da hafriyat ekonomisinin yükselen yeni yıldızı Türkiye’ye ilişkin rakamlara da bir cümleyle değinirsek: Dünyadaki dolar milyarderleri sıralamasında Türkiye 43 milyarderi ile geçen sene dünya altıncısı oldu. Avrupa’da Almanya’nın ardından az farkla 2. durumda. AKP’nin iktidara geldiği 2003’ten bu yana geçen 10 küsur yıl içinde 3 milyarderden 43’e çıkarak inanılmaz bir rekora da imza atmış bulunuyor. Milyarderlerin büyük çoğunluğunun inşaat, madencilik vb işlerinde olduğunu ekleyelim.
(Forbes.com, World's Billionaires, 2013)

Ekonomi 101 dersini bitirirken: Karbon baloncuğu illâ patlayacak diye birşey yok tabii. Bütün o rezerv karbonu da yakabiliriz elbette. O durumda ne olacak? Doğru bildiniz gene: yatırımcılar bundan çok kazançlı çıkacak, mutlu olacaklar. Ama onları yakarsak, gezegen de hem yanacak, hem de Diyarbakır karpuzu gibi ortasından ikiye yarılacak sanki.

Yani McKibben’ın kitapta dediği gibi, iki şeyden biri olacak: Ya sağlam bir fosil yakıt bilançosu, ya da nispeten sağlıklı bir gezegen. Ama rakamları öğrendik artık, öyle değil mi sınıf? Onları öğrendiğimize göre, bunlardan ikisi birden olmaz!

Matematik 101’i bitirirken de, hesabı son bir kere daha yapalım o halde:
5 kere 565 = 2,795 eder. O zaman bu hesap da burada biter ... yeni matematik bilgimizi bu sefer kavganın politika sahnesine taşıyamazsak eğer.

Ziya Paşa’nın dediği gibi:
İdrak-i meali bu küçük akla gerekmez
Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez...


30 Ocak 2014

1 Ocak 2014 Çarşamba

2013'e Dair


Başdöndürücü bir yıl geçirdik. Adetimiz olduğu üzere yine geride bıraktığımız yıl dünyada ve Türkiye'de neler oldu diye dönüp bakmak istedik. Önümüzdeki yılın bütün gezegene barış, iyilik ve güzellik getirmesi dileğiyle...
***
Ocak 2013


İndirmek için:
 mp3, 13.8 Mb.

Bu daha başlangıçtı. Ama neyin başlangıcı?
Son büyük yokoluşun mu? Son büyük ayaklanmanın mı?
Yaklaşan yıkımın mı? Yükselen umudun mu?
Yoksa, hem o, hem de o mu? Aynı anda – ikisi birden?

2012 yılı Maya tarihçilerinin yanılmış olmasının rahatlığıyla kendisine atfedilen önemi ”zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü” hatırlatmasıyla bitirirken, dünya yeni bir başlangıç hevesindeydi. Öyle de oldu:  2013 yılı, iyisiyle, kötüsüyle birçok başlangıcı birden yaptı.

 

2012’yi kömür yılı ilan eden Türkiye yeni yıla kömür karası-kan kırmızısıyla girdi. İlk dakikalarını Enerji Bakanının doğalgaz üreten tesisin kurdelesini keserek girdiği yeni yılın ilk haftası, Zonguldak Kozlu’da 8 maden işçisinin metan gazı patlaması sonucu hayatını kaybetmesiyle son buldu. Ardından yine Zonguldak ve sonra Çanakkale madenlerindeki başka kazalarda yine işçiler hayatlarını kaybetti.

Yaşanmakta olan iklim değişikliğine katkısı en büyük fosil yakıt olan kömürün, dünya genelindeki kullanımında, yapımı planlanan 49 santralle 4.sırada yer alan Türkiye işçi ölümleriyle gelen uyarıyı görmüyor, Ocak Ayında yeni bir imza daha atarak Afşin-Elbistan kömür havzasında 8 bin MW kapasiteli elektrik santrali yapımı için BAE ile anlaşıyordu.

Halbuki dünyanın en büyük kömür üreticileriyle tüketicilerinin durumu ortadaydı. Kömür ihracat şampiyonu Avustralya’da sıcaklık derecelerini renklerle gösteren haritaya Ocak’ta 2 yeni renk eklenmesi gerekti. Tam o esnada ülkenin birçok yerinde yüzlerce orman yangını yaşanıyor, hava sıcaklığının bazı yerlerde 50.5 derece olarak ölçülüyordu.

 

Bir diğer kömür devi Çin’de ise son 28 yılın en soğuk Ocak ayı yaşanmaktaydı.  Ortalama sıcaklık -15’ti. Ülkede yüzlerce gemi donan göllerde hareketsiz kaldı. Aşırı kömür tüketimiyle ortaya çıkan sis yüzünden uçaklar iniş yapamadı, Fabrikalar kapandı, okullar tatil oldu.
Dünyanın geri kalanında da durum farksızdı. Moskova’da hava sıcaklığı -30 dereceyi görürken, 170’in üzerinden insan aşırı soğuklardan öldü. Almanya, Yunanistan ve Romanya tarihlerinin en soğuk kışlarından birini geçirmekteydi.

 

Gezegen, 2013’e acayip havalarla başlamıştı. Dünyada nehirler soğuklar yüzünden akamazken, artık başka bir dünya haline gelen Suriye’nin ikinci büyük şehri Halep’te bir nehir, elleri arkadan bağlanıp enselerinden vurularak öldürülmüş insanların cesetleri yüzünden akamaz oluyordu.
BM’nin barış elçisi Suriye'deki çatışmanın "benzeri olmayan korkunç bir düzeye" geldiğini söylerken, örgütü, 2011 Mart’ında başlayan iç savaşta 4 bin 303’ü çocuk 64 bin 207 sivilin öldürüldüğü açıklıyordu.

AB, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad'a görevini bırakma çağrısında bulunurken, bunun cevabı Rusya dışişleri bakanından geldi.  Sergey Lavrov Esad'ın görevi bırakmasının krizin çözülmesi için önkoşul olamayacağını söyledi. Türkiye’nin, kimliği belirsiz bir düşmana karşı sınırlarını korumak için istediği Patriot füzeleri ülkeye ulaşırken, Ocak ayı sonuna kadar Suriye’de yaklaşık 5 bin kişi hayatını kaybedecekti.

Fransa Afrika’daki eski sömürgesi Mali’ye askeri operasyonlar düzenlemeye girişirken, Türkiye’nin gündemini Fransa’nın Başkenti Paris’te düzenlenen bir suikast alıyordu. Paris’te düzenlenen silahlı saldırıda aralarında PKK kurucularından Sakine Cansız ile Fidan Doğan ve Leyla Söylemez adlı genç kadın vahşice katledildi. Olay tam olarak açıklığa kavuşmadı. 3 Kadın’ın cenaze törenine Diyarbakır'da binlerce kişi katıldı. Törende konuşanlar barış mesajı veriyordu.

Ocak ayında dünyada da umutsuzluk, saçmalık ve kaos ağır basar haldeydi. Rusya biraya, Azerbaycan toplumsal gösterilere, Obama Sandy mağdurlarına, Milli Eğitim bakanlığı da, Yunus Emre ve Kaygusuz Abdal’ın ardından Amerikalı yazar John Steinbeck’e savaş açmış durumdaydı.

Ülkesinin vatandaşlığından daha fazla vergi ödememek için çıkan Fransız aktör Gerard Depardieu, benim babam da komünistti diyerek Putin’le el sıkışıp önce Rus vatandaşlığı aldı, ardından da zalim Çeçen diktatör Kadirov ile dans ede ede Çeçenistan vatandaşlığını kaptı. Depardieu’nün tüydüğü Avrupa’nın eski gözdesi “örnek ülke” İspanya’da gençler arasındaki işsizlik oranı asrın rekorunu kırarak yüzde 55'e tırmanmıştı.

Türkiye’de ise hükümetten “her şey yolunda” mesajı geliyordu. AB Bakanı Egemen Bağış’ın, "Dünya'nın her yerinde parmakla gösteriliyoruz... Tarihimizin en özgürlükçü dönemini yaşıyoruz...." dediği Ocak ayında, Antalya'da 23 yaşındaki bir gence, 1972'de fiilen son bulan THKP-C örgütüne üyelikten 16 yıl 8 ay hapis cezası kesilirken, Mahkeme başkanının ''Taş atanlara 6 yıl ceza veriliyor. Taş atanı azmettirenlere daha fazla ceza vermemiz normal" gerekçesiyle açıkladığı KCK davasında BDP Şırnak milletvekili Faysal Sarıyıldız'ın da aralarında bulunduğu 55 kişinin yargılandığı davada 40 sanık 6 yıl 3 ay ile 17 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırılıyordu.

Politik şarkılarıyla bilinen Grup Yorum'un bazı üyeleri ve Çağdaş Hukukçular Derneği Üyesi Avukatlarının gözaltına alınmalarına yönelik tepkiler sürerken, yaşanan olayları protesto eden avukatlara yapılan polis müdahalesi nedeniyle bir çok avukat hastaneye kaldırılıyordu. Üç kez beraat ettiği Mısır Çarşısı davasında yeniden ömür boyu hapis cezasına çarptırılan Pınar Selek, "sonuçta beni katil yaptılar" diyerek durumun tuhaflığını dile getirirken,  Muğla E Tipi Cezaevi'nde tutuklu 5 mahkûm toplu intihar girişiminde bulunuyordu.

Ocak ayı iyi başlamamıştı ama içerilerden bir ses “umudunuzu kaybetmeyin” diye mesaj verir gibiydi.

***

Ayın Sözü:

"Dünyadaki bilim insanlarının büyük çoğunluğu küresel ısınma konusunda hemfikir: İki sene içinde doğru adımlar atılmazsa dünya geri dönülmez bir felakete gidiyor."

Dünyanın önde gelen düşünür ve aktivistlerinden Profesör Noam Chomsky, 2012 Hrant Dink'i Anma Toplantıları konuşmacısı olarak İstanbul'a geldiğinde Boğaziçi Üniversitesi'ndeki panelde Açık Radyo'nun "ne olacak bu dünyanın hali?" sorusuna verdiği cevaptan. (Kaynak:Milliyet)

Şubat 2013

İndirmek için:
 mp3, 8.6 Mb.
Toprak artık kabul etmiyordu. Tuz kokmaya başlamıştı. Toprağın reddiyesi, üzerinde yaşayanlara da yansıyor, 2013’ü tümüyle içine alacak olan reddediş hali, daha Şubat’ta ilk belirtilerini göstermeye başlıyordu.
Türkiye, İzmir Gaziemir’de kurşun üreten bir fabrikanın neden olduğu radyoaktif maddelerin ortaya çıkmasıyla yaşanan çevre skandalı ile sarsılırken, Avrupa sığır diye yediği etin at eti olduğunu anlayınca ne diyeceğini de, ne yiyeceğini de şaşırıyordu.
Sıcaklık seviyelerindeki iki derecelik artış, yağışın katlanması ve nem oranındaki yükselmesi ile ortaya çıkan yeni mantar türü, kahvesiyle meşhur Guatemala’da kahve üretimini düşürüyor, kahvesini şekerli içenlere ise kötü haber Uluslararası Şeker Hastalığı Birliği’nden geliyordu.
Birlik, iklim değişikliği yüzünden taze gıda üretiminin azaldığını, işlenmiş gıda ürünleri talebinin arttığını, böylece obezite ve şeker hastalığının yaygınlaştığını bildirdi.
İçecek bir su kalmıştı, o da NASA’nın son raporu ile boğazda kalıyordu.

NASA, Türkiye'nin de içinde bulunduğu bölgede tatlı su kaybının alarm verici düzeyde olduğunu açıkladı. Sebep? Ortadoğu’da kötü yönetimler, yeraltı suyuna artan talep ve 2007’den beri süregelen kuraklığın etkisiyle neredeyse Lut Gölü büyüklüğünde tatlı suyun ebediyen kaybı...
Yaşanmakta olan durumu gören ABD yönetimi bir ilke imza atarak,  iklim değişikliğini yüksek risk kategorisine soktu: İklim değişikliği nihayet dolaptan çıkıyordu artık. Türkiye’de ise müteahhit Ali Ağaoğlu bir üniversite tarafından yılın en çevreci işadamı seçilirken, Başbakan Tayyip Erdoğan, "otoyollar, köprüler meselesini tekrar masaya yatıracağız. Daha yüksek beklentimiz var!" diyordu.
Tepeden inme beklentilere karşı tabandan tepeye de bir hareket vardı. Şubat ayı ile birlikte isyan havası topraktan insana da yansımaya başladı.

ABD’nin önde gelen çevre örgütlerinin temsilcilerinin de aralarında bulunduğu 50 iklim aktivisti Beyaz Ev önünde tutuklanıyor, Çanakkale köylüleri yaşadıkları bölgeye kül depolamak isteyenleri, Mersinliler termik santral yapmak isteyenleri köylerine sokmuyordu!
İsyan hali emekçilere de yansımıştı. Almanya'da ücretlerinin artırılmasını isteyen binlerce kamu çalışanının birçok eyalette iş bırakarak gittikleri grevi, Lübnan Kamu Çalışanları Sendikası’nın düzenlediği grev izliyor, Hindistan’da toplu iş bırakmalar yaşanıyor, ve fakat mesela BBC çalışanlarının grevi yüzünden haberlerde bu durum görülemiyordu.
Peki İsyan etmemek mümkün müydü? Yaşayan her dört çocuktan birinin yoksul ya da yoksulluk tehdidi altında olduğu Avrupa’da Gıda Yardımı Fonu'nda kesintiye gitme planı tepki çekiyor, krizden en derin etkilenen Yunanistan’da yüzde 26.8 ile Avrupa'nın en yüksek işsizlik oranına ulaşılıyordu. Diğer kriz mağduru İspanya’da İberia havayolu şirketi, 3 bin 800 kişiyi işten çıkaracağını açıklayınca çalışanlar grev kararı aldı. 236 uçak seferi iptal edildi.

Bu esnada aynı gezegende Hindistan'lı bir iş adamı, kendine 226 bin dolar değerinde altın gömlek tasarlatıyordu.

 

Şubat ayının en ünlü isyan edeni ise, zihin ve beden sağlığını korumakta zorlandığı için istifa ettiğini söyleyen Papa 16. Benedikt oldu. Söylenti boldu ama, 500 küsur yıldan beri görülmüş ilk papa istifasının nedeni muamma olarak kalacaktı.

Arap isyanlarının kıvılcımını çaktığı Kuzey Afrika ülkesi Tunus’ta ise gündem cinayetler üzerine inşa edilmek zorunda bırakılıyordu. Orta Doğu’da iki yıldır yaşanan altüst oluşta hep ‘olumlu’ sembol olan Tunus’un başkentinde sol görüşlü muhalif politikacı Şükri Belıyd’ın evinin önünde vurularak öldürülmesi coğrafyayı derinden sarstı  ve halihazırda varolan soru işaretlerine yenilerini kattı.
Türkiye’de PKK ile yapılan ateşkesin ve barış havasının solunmak istendiği günlerde BDP milletvekillerinin yaptığı Türkiye gezileri gündemin ana maddelerinden birini oluşturdu. Çorum valisini ziyaret eden vekiller, “Çiçeklerle karşılanmak güzeldi” dedilerse de, hemen sonra geçtikleri Sinop’ta araçları parçalandı. Samsun’da saldırganların otellerine girme teşebbüsü üzerine Trabzon gezisi iptal edildi.
Şubat ayında, Suriye’deki cehennemî iç savaş, sınırlarından taşmak üzere olduğunun sinyallerini veriyordu. İsrail Şam’a hava saldırısı düzenledikten sonra vatandaşlarına ücretsiz gaz maskesi dağıtıyor, Cilvegözü Sınır Kapısı yakınlarında Suriye plakalı bir aracın patlamasının ardından da TSK yeni koruyucu kıyafetlerin teslim edileceğini açıklıyordu.
Asıl gerginlik Suriyeli çocukların hayatında yaşanıyordu. UNICEF sadece Humus'ta 210 bin çocuğun acil insani yardıma ihtiyacı olduğunu ve çocukların çoğunda stres bozukluğu belirtileri görüldüğünü bildirdi. 
Cüce Şubat savaş, iç savaş, patlama ve çatlamalarla dolu geçti: Afganistan, Pakistan ve Irak’ta bombalı saldırılar olanca vahşeti ile sürerken Fransa Mali’yi bombalamaya devam ediyordu. Türkiye’deki savaşı bitireceği söylenen İmralı görüşmelerinin tutanaklarının Milliyet gazetesi’nde yayımlanması ise basına karşı savaşın pek bitmediğini gösterecekti.
***
Ayın Sözü:

Yaratmak direnmektir, direnmek yaratmaktır."

95 yaşında hayatını kaybeden direnişçi, diplomat, yazar, insan hakları aktivisti ve yüzbinlerce kişiye esin kaynağı olan Stéphane Hessel, direnmekle geçen ömrünü özetliyor. (Kaynak: BBC)

Mart 2013

İndirmek için:
 mp3, 11.7 Mb.
Mart ayı, şu âlemin başı ile sonuna dair iki bilimsel açıklama ile açıldı.

 

Başlangıcı açıklayan bilim insanları İsviçre’deki CERN fizik araştırma merkezinde yaptığı araştırmaların sonucunda kâinatın oluşumu hakkındaki en büyük sırlardan biri kabul edilen atom altı parçacık ‘Higgs Bozonu’nun varlığının kesin olarak tespit edildiğini duyurdu.

Bu bilgiyi hayra mı yorsak diye derin tefekküre dalmıştık ki, Amerikalı bilim insanları da işin sonuna ilişkin korkunç kehaneti açıklamakta gecikmedi. Araştırmalara göre, derhal harekete geçmezsek, en geç yüzyıl sonuna doğru yeryüzünde 11 bin yıldır görülmemiş bir iklim içinde olacağımız kesindi. Tekerlekten akıllı telefona, mızraktan füzeye, diktadan demokrasiye tüm unsurlarıyla medeniyeti mümkün kılan ılıman iklimin sonunu insan marifetiyle getirmiş oluyorduk anlaşılan.  

 

Çok alamet belirmişti. Hawaii’de yapılan gözlemler sonucunda ortaya çıkan son ölçüme göre atmosferdeki CO2 yoğunluğu tarihin en yüksek seviyesi olan 397 ppm’ye bu ay ulaştı.

Kar ve soğuk havanın etkisi altında olan Avrupa’da ve ABD’de yolcular havaalanlarında ya da araçlarında mahsur kalırken, son 50 yılın en soğuk Mart ayını yaşayan İngiltere’de restoranlarda günlerce mahsur kalanlar vardı. İşin ilginç tarafı, 2012 yılının aynı günleri oralarda görülmüş en sıcak aylar olarak nitelendiriliyordu. Almanya, Rusya, Ukrayna hep aynıydı. Macaristan’da 15 Mart ulusal bayramı kutlanamadı.

Karlar erimeye başlarken, Britanya’da çevre ajansı bir zamanlar üzerinde güneş batmayan imparatorluğun makûs kaderini deklare ediyordu.  Sel ve kuraklıklar Büyük Britanya’nın yeni normali idi artık.

Öte yandan, yaşanmakta olan felaketin farkında olanlar da vardı.
İklim değişikliğindeki kötü gidişata karşı sanatçılar, aydınlar, sivil toplum çalışanları ve halk birleşerek, “Gezegen elden gidiyor buna razı gelemeyiz” dedikleri bir manifestoyu açıkladılar.

Mart ayının ortalarında Diyarbakır Belediyesi sadece bir gün içinde yaklaşık 2000 çocuğun kaybolduğunu duyurdu! Durumun tuhaflığı, 21 Mart’ta Diyarbakır’da gerçekleşen tarihi  Nevruz kutlamaları esnasında miting alanında kaybolan çocukların sayısından da belliydi.
Abdullah Öcalan'ın Nevruz kutlamalarında okunan ‘silahları bırakın’ çağrısı, ülkede ve dünyada yeni bir dönemin başlangıcı olarak görüldü.

Erdoğan açıklamayı olumlu bulduğunu söyledi. PKK, aylardır elinde tuttuğu 6’sı asker 8 kamu görevlisini serbest bıraktı.

Ama gazeteciler için işler o kadar barışçıl gitmiyordu. Gazetesinin yayınladığı İmralı tutanaklarının arkasında duran, bu yüzden de Başbakan’ın tepkisini çeken tecrübeli gazeteci Hasan Cemal, yazısını yayınlamadığı gerekçesiyle Milliyet’ten istifa etti. Bu durum sadece Cemal’le sınırlı kalmayacak, birçok Milliyet yazarı da ayrılmak zorunda bırakılacaktı.

Gazetecilerin işi zordu, ama kadınların işi daha da zordu! 2012’de iki çocuk annesi Diyar B.’nin 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde kocasının ailesi tarafından öldürülmesi halen hatırdayken, 1 sene sonra yine 8Mart’ta Nazlı Aydın, bir erkek tarafından öldürüldü.

 

Aynı günlerde Cumhuriyet Başsavcılığı, PKK ile bağlantıları olduğu iddiasıyla aralarında Van Kadın Derneği’nin  de bulunduğu 10 derneğin kapatılmasını istiyor, Kadıköy'de Kadınlar Günü için yürüyen kadınlara saldırılıyor, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun, bilgi edinme hakkı yasası kapsamında 2012’de işlenen kadın cinayetleri konusunda yaptığı başvuruya gelen cevapla, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kendi kayıtlarının bile eksik olduğu ortaya çıkıyordu.

2011 yılında 10 binden fazla, 2012’de 6.000’i aşkın kadının hayatını kaybettiği Suriye’de ise hayatla ölüm kovalamaca oynamaktaydı.

Bu günlerde İngiltere Suriyeli muhaliflere askeri teçhizat yardımı yapma kararı alırken, Fransa muhaliflerin silahlandırılması için Suriye'ye silah ambargosunun kaldırılması için çalışıyordu. İran’ın ise Esad yönetimine askeri yardım yaptığı açıklanıyordu.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Şafak Pavey ve diğer bazımilletvekillerinden oluşan heyetin Şam’a gizlice gidip Beşar Esad ile görüşmesi tepki çekerken, Suriye'de giderek daha fazla çocuğun savaşan tarafların saflarına katılmaya başladığı haberleri geliyordu.

Amerikalıların yüzde 53'ünün, ABD'nin Irak işgaline asker göndermesini hata olarak değerlendirdiği Mart ayında belirlenirken, ülkede 2003'ten bu yana en az 112 bin sivilin şiddet yoluyla öldürüldüğü bildirildi.

Guantanamo’da on küsur yıldır sorgusuz sualsiz tutulan ve haklarında hiçbir dava açılmayan mahpusların açlık grevi ise devam ediyordu.

***
Ayın Sözü:

"Artık silahlar sussun fikirler konuşsun noktasına geldik."

PKK lideri Abdullah Öcalan, 21 Mart 2013'ten itibaren farklı bir Türkiye'ye doğru gidileceğinin mesajını veriyor. (Kaynak: TRT Türk)


Nisan 2013


İndirmek için:
 mp3, 9 Mb.

Nisan ayı Beyoğlu Emek Sineması'nın yıkılmaması için 3 yıldır mücadele eden "Emek Bizim İstanbul Bizim İnisiyatifi", İstanbul Film Festivali'nin alternatif açılışı için çalışmaların sürdüğü Emek Sineması binasını işgal etmesi haberi ile başlıyordu.

  
Emek Sineması önünde kendini gösteren isyan ruhu daha sonra polisin tazyikli su ve gaz bombalı saldırısına rağmen alkışlarla cini şişeden çıkaracaktı.

O esnada olacaklardan habersiz bir şekilde, kendisinden yardım isteyen kanser hastası üniversiteli genç kızın cebine para koymaya çalışan Çevre ve Şehircilik bakanı Erdoğan Bayraktar, genç kızın bu sadaka girişimini öfkeyle reddetmesi karşısında sessiz kalıyordu. Ama ilçelerine çimento fabrikası yapılmasına engel olan Tonyalılardan gelen bir evrak olursa bunu imzalamayacağını yüksek sesle dile getiriyordu.

Birleşmiş Milletler Ormancılık Forumu'nda konuşan Başbakan Erdoğan ise, bir Kızılderili sözünü hatırlatarak "Dünya hızla ve hırsla tüketilmeye devam ederse, nefes alacak atmosfer, içecek bir damla su kalmayacak" diyerek Mayıs’ın havasını daha Nisan’dan kokladığını akla düşürüyordu.

Başbakan öngörülü çıktı: Gelen tüm haberler gerçekten de, kâr hırsının yeryüzünü havasız, susuz ve kupkuru hale getirmeye başladığını apaçık söylüyordu. Arjantin’de en az 40 kişi aşırı yağışlardan hayatını kaybederken, aynı anda dünyanın öbür ucunda Kenya’da 52.000’den fazla insan aynı sebepten yerini yurdunu terketmek zorunda kaldı.

Avrupa’yı saran at eti skandalı derinleşirken, Hollanda'da yetkililer 50 bin ton eti piyasadan çektiğini açıkladı.  Olası bir salgın tehdidinden bahsedilmese bile, GDO’nun deneme tahtasına dönen Latin Amerika’da bilim insanları, kanser salgını tehdidine karşı uyarıda bulundu: bölgede 2030 yılına kadar 1 milyon 700 bin kanser vakası bekleniyordu.

İklim değişikliğinden doğrudan etkilendiği açıklanan şarapçılık endüstrisinin bu artışta bir katkısı olacak mı bilinmezdi, ama Başbakan “ayran bizim milli içkimizdir” diyerek, korkulacak başka şeyleri ima ediyordu.

 

Tam bu esnada, 1. Taksim Gezi Parkı şenliği İstanbullular tarafından coşkuyla kutlandı: Şenlikçiler, “buradayız, gitmiyoruz!” diyordu.

Başbakan "Sadece gövde taşıyan, gövdesinin üzerine kafa, o kafanın içinde beyin taşıyan fizyolojik varlıklar değiliz" diye felsefî soyutlama yaklaşımları sergilediği sırada polis Dicle, ODTÜ, Samsun On Dokuz Mayıs ve İstanbul üniversitelerinde öğrencilere gaz ve tazyikli suyla hayli fizyolojik müdahalelerde bulunmaktaydı.

Piyanist ve besteci Fazıl Say’ın sosyal medya üzerinde "Dinî değerleri aşağılama" suçlamasıyla yargılandığı davada 10 ay hapis cezasına çarptırılması,  Ordu'da park içinde üzerlerine sprey boyayla 'Edep ya hu' yazısı yazıldıktan sonra saldırıya uğramaması için siyah örtüler de örtülen 2 heykelin bulundukları yerden kaldırılarak başka yerlere taşınması, Emniyet-Sen kurucusu sendikacı polislerin polislikten atılması gibi olayların hepsi Nisan ayında oldu; ama biri bile 1 Nisan’da değildi!

Polisin sonraki aylarda kendinden çok söz ettirecek gaz bombası fişeklerinin kullanım prototipi de ilk olarak Nisan ayında deneme sürümüne geçti. Gaziantepspor - Galatasaray maçı öncesi iki takım taraftarları arasında çıkan gerginliğe biber gazı ile saldıran polisler yüzünden taraftarlar sahaya inmek zorunda kalıyor, Antalya polisi kendilerinden saklanan kaçak kumarhane sakinlerini havalandırmaya attığı gaz bombası ile dışarı çıkarıyor, Ergenekon sanıklarına destek olmak için gelenler de yoğun biber gazından nasibini alıyordu.
  
 

Ama asıl trajedi Bangladeş’ten geliyordu. 2012 yılında Dakka’da 117 işçinin öldüğü fabrika yangının enkazı daha kaldırılmamışken, bu sefer Savar’da Rana Plaza adlı atölyede, gelmekte olan felaket konusunda patronları önceden uyarmalarına rağmen 1,129 işçi göçük altında kalarak hayatını kaybetti. Uluslararası giyim markalarının kârları için neredeyse boğaz tokluğuna çalıştırılan işçiler, yeryüzünde köleliğin yasaklandığını inkâr eder gibiydiler.

Bölgenin diğer ülkeleri ise bombalı saldırılarla isminden söz ettiriyordu. Hindistan’da parti binaları bombalanıyor, Pakistan’da drone saldırıları insanları sokaklara döküyor,  Irak’ta Baghdat Cafe bombalı saldırılara hedef oluyordu.  Korku dalgası bu sefer kıtaları da aşıyor, ABD’de Boston’da ünlü Boston maratonu koşulurken bitiş çizgisine yakın mesafede düzenlenen iki bombalı saldırıda 3 kişi hayatını kaybediyor, 260’dan fazla kişi yaralanıyordu.

Türkiye’de ise Mart ayında açıklanan barış sürecini halka anlatma görevi, hükûmet tarafından toplanan âkil insanlar heyetine düşüyordu. Tepkiler ve sevgi gösterileri arasında, süreci anlatmak için il il yollara düşerken, KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı, çekilme sürecinin Mayıs ayında başlayacağını açıklıyordu.

***

Ayın Sözü:

"Doğayı hor gören, geleceği zor görür! " 


Artvin, Cerattepe'de sadece arama çalışmalarında 325 bin ağacın kesileceği 325  maden ocağına karşı düzenlenen mitingde açılan bir pankarttan.(Kaynak: Radikal)


Mayıs 2013

İndirmek için:
 mp3, 10.4 Mb.

Mayıs’ta olanlar oldu! Atmosfere lağım gibi boca ettiğimiz CO2 sera gazı yoğunluk oranı, 400 ppm (milyonda 400 parçacık) sınırını aştı. Bu, yeryüzünde yüzbinlerce yıldır görülmemiş bir seviyeydi!

Mayıs geçmiş yılları hatırlatan bir yenilikle başladı.  Daha önceki seneler izin verilen Taksim Meydanı’ndaki kutlamalar, İçişleri bakanı Muammer Güler tarafından pek bir sebep de gösterilmeden yasaklandı.
Sendikalar karara uymayarak alana girmek isteyince polisin sert saldırısı sonucu 25 kişi yaralandı. Gaz bombasıyla yaralanan 17 yaşındaki Dilan Alp hakkında Vali Hüseyin Avni Mutlu’nun “Dilan kızımız örgüt üyesidir, marjinal grup üyesidir” sözü akıllara kazındı.

Sadece işçiler değil, futbol taraftarları da polis şiddetinden nasibini almaktaydı.  İnönü stadının yıkılmadan önce oynanacak olan son maça beraber gitme kararı alan Beşiktaş taraftarları, yolu kestikleri gerekçesiyle polisin saldırısına maruz kaldı. Adet olmuştu, polis saldırılarına “müdahale” deniyordu artık.


Gazetelerde son İnönü meydan muharebesi olarak adlandırılan bu gaz bombalı müdahale durumu gerçekleşirken, stada bir kaç yüz metre ötedeki Başbakanlık çalışma ofisinde Recep Tayyip Erdoğan, Hatay'da meydana gelen dehşetengiz patlamalar hakkında açıklama yapıyordu.

 

11 Mayıs 2013'de Hatay’ın Reyhanlı ilçe merkezinde gerçekleşen iki patlama sonrasında 52 kişi öldü, en az 146 kişi de yaralandı. Türkiye’nin modern tarihindeki en kapsamlı terör olayı olarak nitelendirilen bu patlamalar sonrasında failler konusunda kafalar karışıktı. Failler bulunamadı ama Suriye’deki en etkili silahlı muhalif gruplardan El Nusra’nın üç araca, Türkiye’ye yönelik eylemde kullanmak üzere bomba düzeneği yerleştirdiği istihbaratını içeren gizli belgeyi REDHACK’e sızdırdığı gerekçesiyle Utku Kalı isimli bir asker tutuklandı. Kalı ancak yıl sonuna doğru serbest kalacaktı.

Polis’in ayrım gözetmeden kullandığı gaza, protesto gösterisi yapan Reyhanlı halkı da maruz kaldı. İzmir ve Ankara’da yapılan destek gösterilerinde de durum aynıydı – gazlı saldırı – ya da müdahale.
Sakarya’da tatbikat sırasında sıkılan biber gazı yakınlarda bulunan ilkokul öğrencileri hastanelik oldu. Biber gazı yaş ve coğrafya tanımıyor, fişek adres sormuyordu.

Avrupa'nın en büyük Adalet Sarayı diye övülen ve övünülen Çağlayan Adliyesi’ne getirilen protesto yasağı da biber gazı kullanımını artıran bir diğer etken oldu.  Aralarında Grup Yorum üyelerinin de yer aldığı sanıkların davasına destek için gidenlere yine gazlı müdahale oldu. Ama Mavi Marmara saldırısı duruşmasına destek verenlere müdahale edilmemesi de gözlerden kaçmadı.

Bu çifte standart sonrasında Adliye bahçesinde her şey yolunda  gibi gözüküyorsa da görünüşe aldanmamalıydık: Yeni yapılmış dev binanın çatısı ancak 2 sene dayandıktan sonra âniden çöktü! Sebep, İstanbul’u vuran muazzam fırtınaydı. Doğa, Avrupa’nın en büyük Adliye Sarayı’na müdahale etmişti.
  
İklim olaylarının ise çifte standart yapmak gibi bir lüksü yoktu, yıkım her yerde yıkımdı! Japonya’dan Norveç’e, Çin’den Almanya’ya kadar birçok ülke aşırı iklim olaylarına maruz kalmaktaydı.  ABD’nin Teksas eyaletinde, Suudi Arabistan’ın Harig bölgesinde de durum aynıydı: İnsanlar benzeri görülmemiş sel sularına kapılarak yokolup gitti.

Türkiye’de Şanlı Urfa, Antep, Kahraman Maraş gibi bölgelerde insanlar önce sel suları ile boğuştu, ondan 2 hafta sonra da acayip sıcaklarla müthiş yoğun geçecek olan yangın mevsimi başlayacaktı zaten. 

 

Ama Mayıs ayında asıl “yangın” İstanbul’un tam orta yerinde, Taksim’de, Gezi Parkı’nda meydana geldi. Yakılan naylon çadırlar hemen söndürülmüş olsa da, o yangının parlak alevi tüm Türkiye’den de dünyanın hemen her yerinden de net şekilde görüldü.

 

Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi için kanunsuz bir şekilde gezi parkındaki ağaçları dozerlerle kaldıran özel şirketler İstanbullulardan beklemedikleri bir tepki ile karşılaşıyor, bu sefer polisin sıktığı gazla dağılmayan insanlar parktan ayrılmayıp, parkın tam ortasına çadırlarını kuruyorlardı.



Gece baskınları ile çadırları yakılan gençlerin durumu televizyonlarda penguen belgeselleri ile otosansürlenirken, sosyal medya üzerinden olup bitenlerden ânında haberdar olan yüzbinlerce İstanbullu ve sonra da milyonlarca Türkiyeli, sokaklara iniyordu.

Başbakan ise bildiğini söylemeye devam ediyordu.

***

Ayın Sözü:

"Siyasi şehvetlerden birazcık arınarak, bir adım geri çekilerek daha sakin bir yerden ve gündelik hayatın ihtiyaç ve taleplerinden konuşmak gibi bir döneme ihtiyacımız var gibi görünüyor."


Araştırmacı gazeteci Bekir Ağırdır, Türkiye'de son zamanlarda yaşanan kutuplaşmaya karşı neye ihtiyaç olduğunu söylüyor. (Kaynak: Açık Radyo)


Haziran 2013

İndirmek için: mp3, 12.3 Mb.
Ne 2013 yılının Haziran ayı daha önceki Haziran aylarına benziyordu, ne de 2013 yılının Türkiye’si daha önceki Türkiye gibiydi.


Mayıs ayı biterken arkasında bıraktığı sis, Haziran ayının başlangıcı ile dağılmaya başlıyor, halk kitleleri Taksim’e giriyor, parkını tekrar elde ediyordu.


Parkın elde edilmesiyle ortak değerlerin, müştereklerin, paylaşmanın ve dayanışmanın ne demek olduğu ilk kez bu kadar büyük gruplar tarafından anlaşılıyordu.

 

Beşiktaş’ta polisle alabildiğine sert çatışmalar devam ederken, tıp fakültesi öğrencileri seyyar revirler açıyor, avukatlar gözaltına alınacaklar için tavsiyelerde bulunuyor,

 

Türkiye’de en fazla gaz, sis, ses bombalarının kullanıldığı, Toma’larda sıkacak suyun kalmadığı günler içerisinde kızlı-erkekli barikatlar kuruluyordu.

Parktan ayrılan polisin ardından direnişçiler Park ve çevresini temizliyor, büyük bir kendiliğindenlik hali içinde sıcak yemekler yapılan mutfaklar, kütüphaneler, bostanlar, müzeler kuruluyor, atölye çalışmaları, konserler, danslar, sergiler ve tartışma toplantıları düzenleniyordu.

NTV, Habertürk ve CNN Türk gibi kanallar protesto edilirken, Parkta halk bir radyo, Çapul TV ve Gezi TV adında iki 'televizyon' kuruyor, 'Revoltistanbul' kanalından her eylemi canlı yayın olarak veren bir sistem kuruyor, bir de günlük gazete çıkarıyordu. Mesaj netti, medyanın kendisi mesajdı ve ana akım medya olmasa da olurdu!?

İzmir’de saçlarından tutularak sürüklenen lise öğrencileri, Ankara’da Meclis’i korumaya çağrılan ordu,  Eskişehir’de eli sopalı polis ve esnafın işbirliği, herkes tarafından görülüyordu, Antalya, Kayseri, Trabzon, Adana, Van, Sinop, Edirne… Her şehirde, her ilde isyan vardı –  Bayburt hariç.


Önce İstanbul, Ümraniye’de 19 yaşındaki Mehmet Ayvalıtaş içinde bulunduğu kalabalığın arasına bodoslama dalan bir aracın altında ezilerek öldü, ardından 22 yaşındaki Abdullah Cömert kafasına isabet ettiği söylenen gaz bombası fişeği yüzünden düştüğü yerden kalkamadı.

Adana’da göstericilere müdahale ederken inşaattan düşerek hayatını kaybeden polis Mustafa Sarı’nın ölüm haberi halen gazetelerdeyken, Ankara’daki gösterilerin ilk günlerinde herkesin gözü önünde bir polisin silahından çıkan kurşunlarla Ethem Sarısülük hayatını kaybediyordu.

Ali İsmail Korkmaz 19 yaşında bir üniversite öğrencisiydi. Eskişehir’de Üniversite öğrenimi görmek için Antakya’daki ailesinden  ayrılmak zorunda kalmıştı. Üniversite öğreniminin ilk senesinde katıldığı bir protesto gösterisinde polisten kaçarken eli sopalı esnaf ve sivil görünümlü polisler tarafından linç edildi ve  güle oynaya ayrıldığı Antakya’ya tabut içinde geri döndü.


Eylemler her ölümle daha da şiddetleniyor, polisin ve hükümetin her müdahalesine rağmen günler, haftalar, hatta aylar boyunca devam ediyordu. 
İstanbul’da başlayan mücadele ruhu ülke geneline hatta yurtdışına hızla yayıldı. Emniyet Genel Müdürlüğü verilerine göre 80 ilde Gezi Parkı eylemlerine destek amaçlı düzenlenen 4 bin 900 eyleme toplam 3 milyon 545 bin kişi katılmıştı.

Başbakan “siz ne derseniz deyin, biz oraya AVM ve rezidans yapacağız” diye kendince meydan okuyarak belki de hayatının en büyük hatasını yaptı. Gezi hareketinin geri dönülmez bir direniş hareketine dönüşmesinde hatırı sayılır bir rol oynadı. Derken, ikinci büyük hatayı yaparak “bu işi dört günde bitireceğiz” tarzında bir kehanet – ultimatomun ardından 4 günlük Mağrib seyahatine çıktı. Hükûmet kanadından ve Cumhurbaşkanı’ndan “mesaj alınmıştır” demeçleri veriliyordu ama, Başbakan dönüş yolunda Milli İradeye Saygı adı altında mitingler düzenlemeye başlayarak gezi alevine benzin dökmeyi seçti.
Haziran ortasında saldırı ya da müdahale geldi. 15 Haziran’da Polis ilk önce Atatürk Kültür Merkezi üzerindeki pankart ve dövizleri kaldırmak için Taksim meydanına girdi. Ankara’dan sonra İstanbul’da miting yapacak olan Başbakan’ın ‘o parkı boşaltın’ talimatı üzerine, Vali parktaki çocukların annelerine seslendi ve “çocuklarınızı parktan alın” çağrısı yaptı.

 

Annelerin cevabı ise netti. Parka gelen anneler elele tutuşarak çocuklarını çember altına alıyor, “polislerin önüne geçerek buradayız çocuklarımızın yanındayız, gitmiyoruz” diyordu.



15 Haziran’da parkın en kalabalık olduğu zamanda, çocuklarıyla, anne babalarıyla gelmiş eylemcilerin en yoğun olduğu saatlerde polis parka girdi. Her zaman olduğu gibi kontrollü ve sağduyulu bir şekilde direnen kalabalığa ses, gaz ve sis bombaları ile saldıran polis Taksim’deki Gezi parkı’nı fiilen boşaltmış olsa da, bu boşaltma ile diğer parklarda başlayacak yeni bir mücadelenin fitilini ateşlemiş, böylece başka bir bedeni doldurmuş oluyordu.


Yapılan çağrılar herkesin kendi parkında biraraya gelmesiydi. Çağrılar cevap buluyor, insanlar kendilerine en yakın parklarında yıllardır birarada yaşadıkları ama tanışmadıkları komşuları ile konuşma fırsatı buluyordu.

 

Tam bu buluşmaların başlangıcında, polisin Gezi parkı etrafına etten duvar ördüğü zamanların başında, beyaz gömleği ve yere bıraktığı çantasıyla, AKM’ye bakan bir adam ortaya çıktı: Duran Adam.   

Duran adamın duruşu binlerce insana örnek oldu. Ülkenin dört bir tarafından pasif direnişçiler ortaya çıkmaya başladı.  Artık ok yaydan çıkmıştı ve şiddet içermeyen eylemlerin ne kadar güçlü olduğu her yerde herkes tarafından anlaşılmıştı – yani hemen hemen herkes. 


Sırf bu sebepten olsa gerek, Gezi parkına doğru kitap okuyan eylemcilere karşı polis teşkilatı da mensuplarına kitap dağıtıp parkın girişinde kitap okumaları talimatını veriyor, duran adamların karşısında duran adamlar, hatta kimi yerlerde dönen adamlar gibi iktidar yanlısı eylemlerle toplumsal mücadeleler literatürüne yeni katkılar yapılıyordu.

Sonuç olarak, Haziran ayı, gençliği, muhalefeti, iktidarı ile yepyeni bir Türkiye toplumu manzarasını ortaya çıkararak son buluyordu.

***

Ayın Sözü:

Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir Başbakan göremezler."

Recep Tayyip Erdoğan, Kazlıçeşme'de düzenlediği mitingde kendinden bahsediyor. (Kaynak: Milliyet)

Temmuz 2013
İndirmek için: mp3, 12.2 Mb.
Haziran’da dünya rekoru kıracak miktarda kullanılan ve stokları tükenen gaz bombalarının semalarda dolanıp duran sisi, Temmuz’da birbiri ardı sıra çıkan orman yangınlarının dumanına karışıyordu.

Balıkesir, Adana ve Heybeliada yangınları, sonraki aylarda çıkacak muazzam yangınların ilk habercileri gibiydi. Sadece 26-28 Temmuz tarihleri arasında 120 yangın çıktı; toplamda, 1462 orman yangınında 3194 hektarlık alan, içindeki canlılarla birlikte kül oldu.


Türkiye’den kafayı kaldırıp dünyaya bakınca Kanada’nın yaşadığı trajediyi çok uzaktan görebilmek mümkündü. Quebec’te Haziran’dan beri süren yangınlar 350 bin hektarlık alanı kavurup yüzlerce insanı evinden ederken, üstten tüten dumanı dünyanın öbür ucunda Avrupa kıtasından görülür olmuştu.

 
Bu noktada iş, hızla tükenmekte olan yeşil alanları korumaya kalıyordu. Ama Haziran ayında iyice görüldüğü gibi mücadele zorluydu. Mesela, İstanbul’da dünya tarihinin halen kullanılan en eski bostanı olan Yedikule bostanı rantçıların tasallutu altındaydı. Onları “kovmak” için kolları sıvayan “bostancılar” da saldırıya uğruyor, Suriçi Bostanları’nı yıkan dozerler soluğu İnönü stadında alıyor, stadın yıkımı sırasında ortaya çıkan tonozlu tarihî yapı da iş makinaları tarafından parçalanıp moloza dönüştürülüyordu.

 

Dünyanın gündemini oluşturan bir başka duman ise Mısır’dan geliyordu. İktidarda bulunan İhvan (Müslüman Biraderler) hareketinin desteklediği Muhammed Mursi’nin cumhurbaşkanı olmasının 1. yıldönümünde onun çekilmesini isteyen büyük kalabalıklar başkent Kahire’de sokaklara iniyor, Mursi taraftarları ile karşı karşıya geliyorlardı.

Ordu Mursi’ye protestoculara kulak vermesi için zaman verip tehdit ederken, Mursi yanlısı protesto gösterilerine silahlı saldırılar düzenlenmeye başlanıyordu. Mursi, kendisinin seçilmiş bir cumhurbaşkanı olduğu hatırlatınca, ordudan sert bir karşılık buldu, Mursi ve İhvan önde gelenleri tutuklandı. General Sisi liderliğinde Mısır’da askerî darbe yapılıyordu.

Darbe’nin yankıları büyük oldu. Suudi Arabistan, İsrail ve Amerika darbeci yönetimin yanında yer alırken, AB eleştirmekle yetindi. Türkiye’de iktidar bu ülkeleri eleştirip darbe karşıtı sokak gösterileri düzenlemeye başladı.

 

Mısır’da durum iyileşmek şöyle dursun, aksine hızla kangren haline geliyordu. İhvan destekçileri sokaklarda protesto gösterilerine başlayınca ülke bir kan gölüne döndü. Temmuz ayında Mursi destekçisi gösterilerde yüzlerce insan hayatını kaybetti. Sadece Rabiatül Adeviyye Camii çevresinde sivil kitlelerin üstüne soğukkanlılıkla açılan ateşle 200’den fazla gösterici öldü, yüzlerce kişi yaralandı..

İnsan Hakları İzleme Örgütü hastanelerde yaptığı incelemenin ardından tüyler ürpertici bir rapor yayınladı: sivil göstericiler göğüsleri ve başları hedef alınarak infaz edilmek suretiyle katledilmişlerdi.

Ödüllü gazeteci Chris Hedges, katliamın hemen ardından şu lanetli kehaneti savuracaktı: “Kahire sokaklarında inançlı Müslümanların kitle halinde katledilmesi, yalnızca bir dinî ideolojiye saldırının işareti değil, yalnızca Mübarek’in gaddar polis devletine dönüşün işareti de değil... Aynı zamanda Mısır’ı ve yerkürenin öteki yoksul bölgelerini tam bir kan ve ıstırap kazanına sokacak bir cihadın da başlangıcını gösteriyor.”

Mısır’da gösterilerde insanlar ölürken, Türkiye’deki gösterilerde ölen insanların hesabı sorulmaya çalışılıyor, orantısız güç kullanımı ve şiddet hikâyelerine yenileri ekleniyor, hükümet kanadı kimi suçlayacağını şaşırıyor, hazırlanan fezlekelerden herkes payını alıyordu.

Yaralılara kapılarını açan Valide Sultan Camii müezzinini diyanet tarafından sorgulanıyor,  Ethem Sarısülük’ü vuran polis Ahmet Şahbaz’ın tutuksuz yargılanması kararına yapılan itirazlar reddediliyor, devam eden eylemlerde Taksim Dayanışmasından Mücella Yapıcı, Ali Çerkezoğlu gibi isimlerin de aralarında bulunduğu isimler gözaltına alınıyordu.

İstanbul’da Talimhane civarında sokaktaki kadınlara elinde pala ile saldıran Sabri Çelebi adlı şahıs polis tarafından serbest bırakıldıktan sonra elini kolunu sallayarak Casablanca’ya gidiyor, AKP milletvekili İdris Şahin, saldırıyı “esnafın hukuk çerçevesinde yapmış olduğu bir eylem” olarak nitelendiriyordu.

Eskişehir’de esnaf ve sivil kıyafetli polisler tarafından linç edildikten sonra beyin kanaması geçiren Ali İsmail Korkmaz hayatını kaybediyor, İstanbul Tarlabaşı'nda 17 yaşındaki Mustafa Ali Tombul başından gaz bombası ile vurularak ağır yaralanıyor,
 

Haziran ayında evinden ekmek almak için dışarı çıktığında başından vurulan Berkin Elvan uyutulmaya devam ediyordu. Yıl biterken Berkin derin uykusundan uyanamamıştı.

Gezi direnişi sırasında medya kayıplarının bilançosu ağırdı: 105 haberci darp edilmiş, 28'i gözaltına alınmış; iki gazeteci cezaevine gönderilmişti. Bu esnada medyadan iktidara bir enerji enjeksiyonu yapıldı: Başbakan’a telekinezi yoluyla suikast yapıldığını ekranlarda anlatan 24 TV Yönetmeni Yiğit Bulut Başbakanlık Başdanışmanlığı’na atanınca, kimimiz absürd tiyatro ustalarından İonesco’nun bir oyununda kadın kahramanın kocasına söylediği şu repliği hatırladı: "Kocacım sen isteseydin başonbaşı bile olurdun."


Haziran ayında dünyanın öbür ucunda Gezi’den ilham aldığı söylenen kitle protestoları başladı. Brezilya’da otobüs bilet fiyatlarına zam yüzünden başlayan isyan hali olanca hızıyla sürerken, Bulgaristan’dan ve Filipinlerden de güçlü demokratik isyan haberleri gelmekteydi. Filipinler'de halk evsizlik, yoksulluk ve işsizlik nedeniyle sokaklara dökülürken, Bulgaristan’da ayyuka çıkan yolsuzluklar yüzünden kitleler meclisi abluka altına alıyordu.

Yolsuzluk kelimesinin Türkiye’nin gündemine müthiş bir bomba gibi düşmesine daha 6 ay vardı gerçi, ama varolan sistemin çatırdadığını o tarihte bile her yerden duyabilmek mümkün gibiydi.

Alman Der Spiegel dergisi, ABD’nin istihbarat servisi NSA’in eski istihbarat görevlisi “oyunbozan” Edward Snowden’in sızdırdığı belgelere dayandırdığı haberinde ABD Ulusal Güvenlik Dairesinin Washington, Brüksel ve New York’taki Avrupa Birliği bürolarını dinlediği söylemesi üzerine AB yetkilileri ABD’den cevap istiyor, buna rağmen Edward Snowden’ın yaptığı sığınma başvuruları reddediliyor, hatta Bolivya başkanı Morales’in Rusya’dan kalkan Başkanlık uçağının, içinde Snowden’ın bulunduğu gerekçesiyle Fransa, İtalya ve Portekiz hava sahalarından geçmesine izin verilmiyor, sonunda uçak İspanya’ya zorla indirilerek saatlerce bekletiliyor ve didik didik aranıyordu. Uçaktan Snowden çıkmamış, ama uluslararası sistemin ve hukukun 360 küsur yıllık şanlı geçmişinin ayaklar altına alındığı gerçeği kabak gibi çıkmıştı.

Evet sistem çatırdıyordu ve her geçen gün sesi daha net duyulur hale geliyordu.

***
Ayın Sözü:

 "Musluk mu bu evladım?"
23 gün sonra törenle açılan Gezi Parkı'nın 2 buçuk saat sonra tekrar kapatılması sırasında, "Park kapandı teyze!" diyen polise, parkta oturup örgüsünü ören bir kadın soruyor. (Kaynak: Radikal)

Ağustos 2013

İndirmek için: mp3, 8.7 Mb.
Ağustos’ta dünya üzerindeki hakim olan sistemin çatırtısına yer kabuğundan gelen çatırtının eklenmesiyle ortaya çıkan gürültü kâinatta ne kadar yankılandı bilinmez, ama dünyada kulakların uzun bir süre çınlayacağının neredeyse garantisi vardı.

 

Son 140 yılın en sıcak yazını yaşayan Çin'de 10 kişi güneş çarpması nedeniyle hayatını kaybederken, ülkenin kuzey bölgeleri son otuz yılın en şiddetli sel felaketiyle karşı karşıya geldi. Rusya’da Türkiye büyüklüğünde bir bölge sel suları altında kalırken,  Pakistan ve Afganistan’da 1 milyondan fazla insan aşırı yağışlar yüzünden evlerini terk etmek zorunda kaldı.

Filipinler ve Sudan’da 300’er bin kişiyi de bu kervana ekleyince durum daha da vahimleşiyor, Japonya ve Suudi Arabistan’ın da sel olaylarında vatandaşlarını kaybettiği haberleri şaşkınlık yaratıyordu.

Almanya’nın bazı bölgelerinde Temmuz sonunda görülen dolu yağışının zararı Ağustos’ta ortaya çıkıyor, otomobil devi Volkswagen’in tesislerinde binlerce araca hasar verdiği bildiriliyordu.

Ama asıl hasar, 2011’de deprem ile tsunami yüzünden tahrip olan Fukushima nükleer santralinde saptandı. Japonya'da gözlemciler, santralde bulunan kirlenmiş yeraltı sularının bariyerleri aşarak denize sızdığını belirttiler.

Türkiye’de ise enerji konusunda topa Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar giriyor, "Akkuyu Nükleer Santrali olmazsa olmazımızdır, mutlaka yapacağız…” diyor, HES’ler ile alakalı ortaya çıkan tepkilere ise “Derelerde mutlaka cansuyu bırakıyoruz.” cevabını veriyordu. HES’lerle derelerin canının çıkarıldığı itirafını aynı bakan iki ay sonra yapacaktı.

Bu ay dünyanın yarısı sel sularından kaçmaya çalışırken, diğer yarısı ise benzeri görülmemiş orman yangınlarından canını kurtarmakla meşguldü.
Bosna, Yunanistan, Bulgaristan, İspanya ve Portekiz’de binlerce hektarlık ormanlık arazi yanıyor, Amerika Birleşik devletleri’nin California eyaletindeki pek ünlü Yosemite doğal parkında çıkan yangının bir türlü söndürülememesi üzerine âcil durum ilan ediliyordu.

Türkiye’de de durum daha az âcil miydi, bilinmez:  

Samsun, Zonguldak, Eskişehir, Kütahya, Aydın, Bursa, Ödemiş, Antalya, Çorum, İzmir, Manisa, Bingöl, Tekirdağ, Adana, Antalya, Kırklareli, Kocaeli, Pozantı, Uşak, Ankara, Söğüt, Bolu, Kahramanmaraş, Bodrum, Manavgat, Marmaris, Didim, Dalaman, Fethiye ve Karabük’te yangınlarda yüzlerce hektar arazide ağaçlar yandı gitti, kül oldu.

Hatay’ın Suriye sınırına yakın bölgelerinde çıkan orman yangını 5 gün sonra güç bela durdurulabildi. Sonuç çok ağırdı, sadece bir yangında 4 bin futbol sahası büyüklüğündeki alan yanıp gitmişti.



TEMA, ‘Orman yangınlarının yüzde 98'i insan kaynaklı’ derken, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, 2010, 2011, 2012 yıllarında verdiği demeçleri tekrarladı: “Orman yangınıyla mücadelede en başarılı ülke Türkiye” dedi, dikilen ağaçlarla övündü. Ama, Balıkesir’de 2011 yılında çıkan yangını hatırlamak için dikilen tabelanın arkasında, yeni yanan ağaçlardan çıkan duman da görünür hale geliyordu. Orman yangınları artık uzaydan da görülür hale gelmişti: Bunu uydu gözlemlerine göre NASA söylüyordu; sebep de, sonuç da iklim değişikliğiydi!

Suriye sınırında çıkan orman yangınları ise sadece muazzam derecelere varan hava sıcaklıklarından değil, aynı zamanda sınır bölgelerinde yeni cephe savaşlarından seken ateşler yüzündendi.

PYD ile İslamcı grupların Suriye’nin kuzeyinde giriştikleri savaş sınırı da aşıyor, Ceylanpınar’da bir süre sokağa çıkılması mümkün olmuyordu.
Esad’a bağlı güçlerin de de havadan bombaladığı bölgelerden binlerce kişi kaçarak Türkiye’ye geçiyor, hatta TSK’nın açıklamalarına göre sayıları 3 bini bulan “kaçakçı” grupları ile asker karşı karşıya geliyordu.

Türk hava yolları pilotlarının kaçırıldığı Lübnan’da, Hizbullah, Suriye‘de kendisine bağlı milislerin savaştığını açıklıyor, “Yozgat’a gider gibi sık sık Somali'ye gidiyorum” açıklamasında bulunan Başbakan yardımcısı Bekir Bozdağ’a, radikal İslamcıların saldırdığı söylenen Suriye’nin Kürt köyleri sorulduğunda “Konuyu takip etme imkânım olmadı.” cevabı alınıyordu.

  

Suriye’de yüzlerce kişi ölmeye devam ederken muhaliflerin elinde bulunan Şam yakınlarındaki Guta’ya kimyasal saldırı yapıldığı haberi geldi. İnsanların uykuda olduğu sabah saatlerinde düzenlenen saldırıda, çoğu çocuk ve kadın, binin üzerinde insan hayatını kaybetti. Muhalifler orduyu, ordu muhalifleri sorumlu tuttu. Suriye’de trajedinin sonu yoktu.

Tartışmaların devam ettiği Eylül ayında, ABD’nin müttefikleriyle birlikte derhal cevap vereceğini ilan etmesine, Rusya’nın resti de eklenince, dünyada borsalar çöküşe geçti, petrol fiyatları fırladı, dünyayı yeni bir dünya savaşı korkusu alacaktı.

Liderlerinin söylevlerine rağmen müdahale kararından önce İngiltere vazgeçti, ardından ABD ve sonunda, yalnız başına hareket etmeyeceğini söyleyen Fransa.

Rusya’nın diplomatik zaferi olarak görünen bir anlaşma sonucunda Esad yönetimi elindeki kimyasal silahları teslim edeceğini söylüyor, Suriye halkı hariç tüm aktörlerin rahatladığı görülüyordu.

***

Ayın Sözü:

"Mısır, gelmekte olan distopya (karanlık çağ) hakkında bize bir pencere açıyor. İnsanlığın gezegen üzerindeki ikametinin son evresi ölüm kalım savaşları halinde geçecek. Bunların nasıl bir şey olacağını öğrenmek istiyorsanız, Kahire'de herhangi bir şehir morguna bir ziyaretiniz yeterli."

Pulitzer ödüllü savaş muhabiri Chris Hedges, Mısır'daki darbe ve katilam fırtınasını geniş, sınıfsal bir perspektiften değerlendiriyor. (Kaynak: Truthdig)
 Eylül 2013

İndirmek için:
 mp3, 10.6 Mb.
“Yaşanan savaşlara, çatışmalara, teröre, göçlere baktığınızda altında hırs olduğunu göreceksiniz. İklim değişikliği, çevre kirliliği, ekosistemin bozulması, susuzluk, salgınlar gibi sorunlara baktığınızda altında önce hırsın olduğunu göreceksiniz. Küresel ekonomik krizi analiz ettiğinizde altında yine sınırsız kazanma ve harcama hırsı olduğunu göreceksiniz.”
(Recep Tayyip Erdoğan)

Başbakan haklıydı. Sadece 2013 Eylül’ünde yaşananlar bile bu hırsın dünyayı ne hale getirdiğini apaçık göstermeye yeterdi. İnsan hırsının bir ürünü olarak yeryüzünde beliren aşırı iklim olayları dünya üzerinde olanca yıkıcılığı ile belirmeye devam ediyordu.

 

Muson yağışlarının etkili olduğu Tayland’da birçok şehir sular altında kalıyor, selden 1 milyon kişi etkileniyor, ABD'nin Colorado eyaleti, son 40 yılın en büyük sel felaketiyle mücadele ediyor, Manuel fırtınasının vurduğu Meksika’da 169 kişi hayatını kaybediyor, halk yiyecek bulmak için marketleri yağmalıyordu.

ABD’nin bir ucunu seller vururken diğer ucunda çıkan orman yangınları haftalarca söndürülemiyordu. Türkiye’de de, Kocaeli, Antalya, Uşak ve Suriye sınırında çıkan orman yangınlarında hektarlarca alan yanıyordu.

 

Ormanlar yanarken, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, “3. köprü yapımı maksadıyla 381 bin 96 adet ağaç kesilecektir. 3. havaalanı yapımı maksadıyla 2 milyon 330 bin 12 ağaç kesilecektir” açıklaması ile Başbakan’ının teşhisini doğruluyor, yaşanmakta olan yıkımın gerçekten de kazanma hırsından kaynaklandığını apaçık gösteriyordu.

Bu ay, 2020 Yaz Olimpiyat ve Paralimpik Oyunları'na ev sahipliği yapma hakkını finalde İstanbul ile yarışan Tokyo’nun kazanması, 18 PKK'lı mahkûm ve tutuklunun aylar süren uğraştan sonra Bingöl cezaevinden firar edip aynı gün hepsinin yakalanması, kızının okutulmasını isteyen bir babanın çocuğunu Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın yanına bırakıp gitmesi Türkiye’de yaşayan vatandaşları şaşırtan olaylardan sadece üçüydü.

Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu "Hiçbir yer Taksim değil, hiçbir yer direniş değil” dediyse de, İstanbul başta, ülkenin hemen her yerinden her yer Taksim her yer direniş sloganları yükselmeye devam ediyordu.

1 Eylül Dünya Barış günü için insanlar biraraya gelip insan zinciri oluşturuyor, İstanbul Cihangir’de bir vatandaş, kendi cebinden harcadığı paralarla semtinin merdivenlerini gökkuşağı renklerine boyuyor, o renkler belediye ekiplerince silinip griye boyanıyor, ama Diyarbakır, Ankara, İzmit ve hatta İsveç’in Härnösand şehrinde sokak merdivenleri gökkuşağı renklerine boyanıyordu.

Ankara Belediye’sinin ODTÜ arazisi üzerinden geçirmek istediği yola karşı ve  ODTÜ’ler ve 100. Yıl mahallesi sakinlerinin direnişi ise Gezi ile başlayan dayanışmanın devam ettiğini gösteriyordu. İstanbul, İzmir, Bursa Antalya, Çanakkale ve daha bir çok şehirde ODTÜ’ye destek eylemleri düzenleniyor, herkes tek bir ağızdan diren ODTÜ diyordu.

Ama acı haber Antakya’da geldi. 22 yaşındaki Ahmet Atakan ODTÜ’ye destek eylemi sırasında 4 katlı binanın çatısından düşerek yaşamını yitirdi. Pek çok benzeri gibi bu “olay”ın sebebi de meçhul kalacaktı.
Atakan’ın ölüm haberi üzerine anmalar ve protesto gösterileri yapıldı. İstanbul’da onu anmak için Taksim Meydanı'na karanfil bırakmak isteyenler polis engeline takılınca, bu sefer Kadıköy gösterilerin merkezi oluyordu.

Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın bir ay önceki kehaneti Eylül’de gerçekleşiverdi: “Stadyumları şiddetin, siyasi gösterilerin merkezi haline getirenler hukuki bedelini öder” demişti Kılıç. Kasımpaşa Recep Tayyip Erdoğan Stadı'nda oynanan Türkiye - İsveç U21 milli müsabakasına, Taksim'deki polisin sıktığı tonlarca gazın stada kadar ulaşması sebebiyle zorunlu ara verildi, İsveçli ve Türkiyeli delikanlılar, ağızlarını burunlarını milli formalarıyla örterek soyunma odalarına dar kaçtılar.

Brezilya’da da gösteriler devam ederken, Yunanistan'da solcu kimliğiyle tanınan 34 yaşındaki rapçi müzisyen Pavlos Fissas’ın Nazi Altın Şafak partisinin bir mensubu tarafından öldürülmesi ülkenin dört bir yanında faşizm karşıtı protestolar yapılmasına neden oldu.


Eylül ayında Pakistan, Nijerya, Irak ve Afganistan’da insanlar bombalı saldırılarla parça parça olurken, aşırı dincilerin  Kenya'nın başkenti Nairobi'de bir AVM’ye düzenliği saldırıda 62 kişi öldürüldü.

 

Ama en ağır insanlık sorunu gene Suriye’de yaşanmaktaydı. Ağustos ayında Şam’ın banliyösü Guta’ya yapılan kimyasal saldırı sonrasında insanlar akın akın ülkeden kaçıyor, ülkesini terkeden Suriyeli sayısının 2 milyonu geçtiği açıklanıyordu. Kaçanlar artlarında, şiddet olaylarında başlangıçtan bu yana 101 bin 513 kişinin öldüğü, 215 bin kişinin tutuklandığı, 3 milyon evin hasar gördüğü bir ülke bırakıyorlardı.


Umut yok muydu? 
Elbette vardı. Rusya’nın kuzey kutuplarının erimesi üzerine Arktik bölgesinde petrol aramasını protesto eden, aralarında Türkiye vatandaşı Gizem Akhan’ın da bulunduğu  28 Greenpeace aktivisti ile 2 gazeteci “deniz haydutluğu” suçlamasıyla tutuklanıyor, fakat “yenikonuşça” yazılmış bu akıldışı iddianame ile tutuklanmalarına rağmen, kararlılıklarını cümle âleme gösterip, gezegenin sahipsiz bir yer olmadığını kendi bedenleriyle kanıtlıyorlardı.

Evet, halihazırda yaşanmakta olan felaketin altında özellikle dev şirketlerin ve onlarla aynı yatağa giren politikacıların hırsı yatıyordu. Ama kimisi bunu bilip konuşmaktan başka bir şey yapmıyor, kimisi de, bekleyecek vakit kalmadığını düşünerek harekete geçiyordu.

***
Ayın Sözü:

“Normalde bana bıkkınlık gelirdi çalışmaktan. Mesaide dakika sayarsın bitsin diye. Ama şimdi bunun tadı başka, yormuyor”

Patronlarının ücret alacaklarını ödemeden ortada bıraktığı Kazova işçileri için kendi ürettikleri kazakları kendilerinin satmaya başladıkları zaman çalışmanın anlamı böyle değişiyor. (Kaynak: Radikal)


Ekim 2013

İndirmek için: mp3, 7.9 Mb.
2013 yılında her ülke tarihî felaketten kendine düşen payı alıyordu.

Bu sefer sıra Balkanların kendi halinde ülkesi Arnavutluk’taydı. Başkent Tiran son 20 yılın en büyük sel felaketinde 39 sakinini kaybetti, 6 binden fazla Tiranlı da evlerinden tahliye edilmek zorunda kaldı.

 

Hindistan’da 39 kişinin öldüğü sellerden kaçanlar için 178 noktada kamplar kurulurken, Vietnam, Laos ve Tayland’da 100’den fazla ölü vardı, yağışlardan etkilenenlerin sayısı ise 3 milyonu geçiyordu.

 

Japonya’nın başkenti Tokyo yakınlarından geçen Wipha tayfunu arkasında 41 ölü ve 100 milyon doların üzerinde zarar bıraktı. Tayfun, yolu üzerindeki Fukushima nükleer santralinden daha fazla radyoaktif materyalin sızmasına neden oldu.

Dünyanın en büyük kömür ihratçısı olan ülkesi Avustralya’da yeni Başbakan Tony Abbott’un, ilk 2 işinin karbon vergisini kaldırmak ve ülkeye ulaşmaya çalışan mülteci teknelerini durdurmak olduğunu açıklamasından bir ay sonra tarihinde gördüğü en büyük orman yangınları Sydney’i tehdit ediyordu. En büyük kömür ülkesi Avustralya’da süper zengin kömür şirketleri halka Abbottomi yapıyordu.

Dünyanın en büyük kömür tüketicisi Çin’de ise durum gün geçtikçe trajik hale geliyordu.  Orman yangınları Çin’in 11 milyonluk Harbin şehrini kapatırken, ülkenin güneyindeki Haiyan adasını vuran Wutip tayfunundan ötürü sokağa çıkılamıyordu. 8 yaşındaki kız çocuğuna akciğer kanseri teşhisini koyan uzman doktorlar, hava kirliliğini suçladı.

 

Kaçabilecek bir yer yoktu ve ölüm her yerdeydi. Malta ile İtalya’nın Lampedusa adası açıklarında Ekim ayı içinde batan iki göçmen gemisinde açlık, susuzluk ve kuraklığın kol gezdiği Eritre, Nijer gibi Afrika ülkelerinden kaçan 380 göçmen boğularak hayatını kaybetmişti.

Gelen haberler acının ölümle de sınırlı olmadığını gösteriyordu: gemiye bindikleri limanda işkence ve tecavüze uğrayan göçmenlerin, güvenilir olarak gördükleri Avrupa’ya geldiklerinde topluca çırılçıplak soyulup ortalık yerde hortumla, dezenfektanlı sularla yıkandığı ortaya çıktı.


Ölmemek için ülkesini terk etmek zorunda kalanlar için ölüm sadece denizde değil, her yerdeydi ve gelen hikâyeler kan donduran cinstendi.

Ülkeleri Nijer’i susuzluk ve kuraklıktan ötürü terk eden ailelerden 55 çocuk, 33 kadın ve 7 erkek, otobüslerinin Sahra çölü ortasında bozulması üzerine susuzluktan kavrularak can veriyordu.



Ege denizi üzerinden Avrupa'ya geçmek isteyen Suriyelilerin yakalanma haberleri gazetelerin kenarında sıradan hikâyeler olarak varlık bulurken, Türkiye hükümeti sınırın öte yanındaki savaştan Şanlıurfa'nın Ceylanpınar ilçesi sınırına çektiği duvarla kendini korumaya çalışıyordu.

Sınırın öte yanında devam eden savaştan ötürü harabeye dönmüş ülkede çocuk felci yeniden ortaya çıkarken, komşu Irak’ta her hafta yapılan bombalı saldırılar da orada adı konmamış yeni bir savaşın olduğunu düşündürüyordu insana.

Gezi parkı ile alakalı eylemlere katılındığı gerekçesiyle açılan soruşturmaların çoğalmaya başladığı Türkiye’de, sokaklarda, üniversitelerde ve stadyumlarda Gezi parkı sloganlarının atılması artık olağan hale gelmeye başlamıştı.

Ethem Sarısülük’ü silahla vurup öldürmekle suçlanan ve Eylül’deki ilk duruşmasında mahkeme salonundan apar topar kaçırılırken peruğu düşen polis Ahmet Şahbaz’ın Şanlıurfa’da "Koruma Şube Müdürlüğü'ne atanması üzerine Sarısülük’ün avukatları “kimi kimden koruyacaktır?” diye sordular. Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna Radikal gazetesi muhabiri İsmail Saymaz'a atılan ve tehdit cümleleri içeren e-postayla ilgili olarak, "Mail adresi bana ait. Ancak maili ben yazmadım" diye yazdı.

Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu: “İkinci bir Gezi olmasına izin vermeyiz” demesine rağmen, gezi parkı içerisinde ilk siyasi parti olan Gezi Parkı Partisi bu ay ortaya çıkıyor, Halkın Demokratik Partisi kuruluş kongresinde “Her yer Taksim, her yer direniş” ve “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!” sloganları atılıyordu.

Avrupa ise “oyunbozan” Edward Snowden’ın ortaya çıkardığı belgelerin şaşkınlığı içindeydi. Amerikan ulusal istihbarat servisi NSA’in yeryüzündeki her insanın tüm haberleşmesini izlediği gibi, Almanya Başbakanı Angela Merkel'in cep telefonunu da dinlediği de ortaya çıkmıştı.  Bu bilgi, dostlar arasında hafif kırgınlığa yol açtı ama Alman muhalefetinin çağrısı üzerine Snowden’ın Almanya’ya gelip tanık olarak dinlenmesi önerisi, bizzat Angela Merkel’in başında olduğu hükûmet tarafından ânında reddedildi.

 

Ekim ayı, Cumhuriyet tarihinin en büyük projesi olarak lanse edilen Marmaray’ın Cumhuriyet bayramında yapılan açılışı ve sonrasında yaşanan aksaklıklardan 1. derecede sorumlu tutulan, imdat kolunun önündeki nöbetçilerin yeraltındaki uzun gölgesi altında son buluyordu.

***

Ayın Sözü:

"Aç kal ya da diz çök!"

4 milyon kişinin açlık sınırında olduğu Suriye'de, Beşar Esad'a bağlı birliklerin bulunduğu kontrol noktasındaki tabeladan. (Kaynak: Democracy Now)


Kasım 2013

İndirmek için:
 mp3, 12.9 Mb.
Dünya sular altında! Hindistan’da son 44 yılın en şiddetli yağışları, Çöl ikliminin egemen olduğu Suudi Arabistan,  Umman Sultanlığı, Birleşik Arap Emirliği, Irak ve Yemen’in sokaklarında sel sularına kapılarak sürüklenen araçlar, Yunanistan’da sel sularına kapılıp Türkiye kıyılarında ortaya çıkan cansız bedenler, ABD ve İsveç kıyılarını vuran kasırgalar, Vietnam’da sel sularından ötürü boşaltılmak zorunda kalan 100 bin ev! Hepsi 2013 yılının Kasım ayında görüldü!

Ama en trajik haber, son model bir spor arabanın bile zor ulaşabileceği bir hızla, saatte 315 km hızla Filipinleri vuran Haiyan ya da halk arasındaki ismi ile Yolanda tayfunu ile beraber geliyordu.
Dünya tarihinin kayıtlara geçen en şiddetli tayfunu olan Haiyan aynı zamanda, 6,149 ölü, 1700’ün üzerinde kayıp, evinden olan 818,600 ve genelde etkilenen 8,7 milyon kişi ile Filipinlerin en dehşetli fırtınası olarak tarihe geçti.
Tayfun’un en şiddetli etkilediği Leyte eyaletindeki Tacloban şehrininbelediye başkanı canını zor kurtarırken, Tacloban’ın haritadan silindiğini söyledi. Ülkede yardımları ulaştıracak yol ve altyapı hizmetlerinin bile kalmamış oluşu durumun fecaatini göstermeye yetmiyordu.
Fakat bu hali dünyaya göstermeye çalışanlar da yok değildi. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 19. Taraflar Konferansı’nın Varşova’da başladığı gün Filipinler'in baş  müzakerecisi Yeb Sanyo BM İklim Değişikliği toplantısında gerekli kararlar çıkana kadar açlık grevine girdiğini açıkladı.
Fakat karşılarında yaşanmakta olan durumu görmekten ziyade dalga geçer gibi aynı zaman dilimi içinde “temiz kömür” diye birşeyin varolduğunu ve ekonomik açıdan ne kadar gerekli olduğunu anlatmaya çalışan kömür şirketlerinin konferansını koyacak haris bir taraf vardı.
Bu ciddiyetsizlik karşısında Sanyo’nun başlattığı greve katılanların sayısı artarken, gelişmiş ülkelerin bir şekilde harekete geçeceği izlenimi vermemesi üzerine, 130'dan fazla ülkeden oluşan gelişmekte olan ülkeler grubu  ve Çin müzakereleri terk etti.
Arkasından, zirvenin son günü, tüm sivil toplum da orayı terketti ve mücadele için evine döndü. Ama seneye bekleyin, geri geleceğiz diyerek gittiler.
İklim değişikliğinin getirdiği kuraklık, açlık ve savaş gibi diğer felaketler daha belirgin hale gelirken, ileride çekilecek olan açlığı şimdiden insanlara göstermek için girişilen açlık grevleri de çoğalmaya başlıyordu.
Bulgaristan’da göçmenler, Guantanamo’da tutuklular, Suriye sınırında duvara karşı Nusaybin Belediye Başkanı Ayşe Gökkan, İranlı insan hakları savunucusu avukat Abdolfattah Soltani, Van’da konteynerlerdeki aileler, Çanakkale'de feldspat madeni için ağaç kesimlerine karşı duran köylüler... hepsi açlık grevindeydi.
Küresel ısınmayla mücadele çalışmalarına muhalif çevrelerin elindeki en büyük kanıt olduğu iddia edilen "düz çizgi" argümanının bir ölçüm hatası olduğunun bilimsel olarak ortaya çıktığı günlerde, Başbakan Erdoğan’dan “Bütün rakamlar ortada, biz çevreciyiz be! Kimse bizimle çevrecilikte yarışamaz” argümanı geldi.
 
Ona da dolaylı bir cevap Google’dan gelecekti: Google Earth ağaç kaybı haritasına göre, dünyada son 12 yılda kaybedilen net orman alanı Moğolistan’ın yüzölçümüne eşitti. Yani, Türkiye’nin yüzölçümünün 2 katı! Aynı haritada İstanbul’un alarm verdiği de açıkça görülüyordu.
Alarm çanları, yalnız İstanbul için çalmıyordu. Konya - Karapınar Kapalı Havzası için uzmanların TEMA için hazırladığı Termik Santral Etkileri Raporu Kasım’da yayımlandı: Ortaokullarda tüm öğrencilerin ezbere bildiği cümle tepetaklak gitti, ezberimiz tamamen bozuldu. Konya -Karapınar havzası hâlâ Türkiye’nin “buğday ambarı” idi, ama hükûmetin planladığı kömürlü termik santral, o “buğday ambarını ateşe atmak anlamına gelecek”ti. Başbakan’ın dediği gibi, “bütün rakamlar ortada” idi de, çevrecilik ortada yoktu. Ne kadar kömür, o kadar az ekmek’ti.
Gezi ruhu 5 ay sonra Kasım’da da kol geziyordu. Deniz Gözlüğü ve gaz maskesinin silah olmadığı hükmünü veren mahkemeye “eylemciler Taksim’de havuza yüzmeye gitmedi ya!” cevabı veren savcının itirazı üzerine iddianame kabul edildi, eylemlerde yaşanan polis şiddeti ile ilgili soruşturmada ise beş aydır ilerleme kaydedilmiyordu.
Eylemlerin ilk gününde başından vurularak günlerce yoğun bakımda kalan Lobna Allami ise kendine geldikten sonra şunları söylüyordu:
“Hep ağlıyorum. Çünkü bir sürü şeyim, yeteneğim, bilgim… Artık yok! Çöpe gitti. Okuyamıyorum… Yazamıyorum… En kötüsü de istediğim gibi konuşamıyorum.”
Kasım ayında Türkiye’de medyayı bir hayli meşgul edecek haberin ilk emareleri Zaman gazetesinden geldi.
Zaman gazetesinin haberine göre, Başbakan Erdoğan Partisinin Kızılcahamam kampının son gününde basına kapalı bölümde, “kız erkek aynı evde kalan" öğrenci evlerinin denetleneceğini ve bir daha Hacı Bektaş törenine katılmayacaklarını söylemişti.

Haberi yayınlandığı gün yalanlayan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç "Düpedüz asparagas bir haberdir. Bizim böyle bir yetkimiz yok, böyle bir düşüncemiz de yok. Sayın Başbakan'ın buna benzer bir ifadesi de kesinlikle söz konusu değil." demesine rağmen Erdoğan, AKP grup toplantısında “Konuştuğumu inkâr etme anlayışına sahip değilim” diyor ve “kız ve erkeklerin yurtlarda birlikte kalmasına müsaade etmeyeceklerini” söyleyerek müstakbel bir krizin fitilini ateşliyordu.
Hükümetin ileri gelenleri Erdoğan’ın açıklamasının ne kadar gerekli olduğunu açıklamaya girişiyor, polise öğrenci evleri ile alakalı ihbarlar geliyor, Arınç, “Ben bir kişiden ibaret değilim, benim özgül ağırlığım var” diyerek sitemini dile getiriyordu. Başbakan ise, Arınç'ın açıklamalarıyla ilgili sorulara "Görüşmedim, niye görüşeyim?" diyordu.
Barzani’nin, 21 yıl sonra Diyarbakır'a gelişi esnasında el ele tutuşan Arınç ve Erdoğan aralarındaki sorunu çözmüş görünseler de, Türkiye’de sorun bitmiyordu!
Simit sadece İstanbul’un bazı bölgelerine mahsus olmak üzere %40 artıyor, Tiger Woods golf oynayacak diye Boğaz köprüsü trafiğe kapatılıyor, Taraf gazetesi fişlemelerin devam ettiğini gösteren belgeler yayınlıyor, MİT'in bütçesi yüzde 40 arttırılıyor, Adana'daki 10 Kasım törenleri sırasında Vali Hüseyin Avni Coş’un kendisini protesto eden vatandaşa “g….t” demesi tepki çekiyordu.
Ama dünya sokaklardaydı. Bangladeş ve Yunanistan'da işçiler, Avustralya’da da emekliler, Ermenistan’da muhalifler, arkadaşlarının serbest bırakılmasını isteyen Greenpeace aktivistleri sokaktaydı Anonymous’un çağrısıyla dünyanın dört bir tarafında binlerce kişi suratlarında Guy Fawkes maskesi ile sokaklarda genel isyana katılıyordu.
***
Ayın Sözü:
"Artık Tacloban diye bir kent yok."

Filipinler'i vuran tayfun felaketi sırasında ailesini evinin tavanını delerek boğulmaktan kurtaran Tacloban Belediye Başkanı Rody Duerte, sakini ve temsilcisi olduğu kentten bahsediyor. (Kaynak: Hürriyet)


Aralık 2013

İndirmek için:
 mp3, 19.4 Mb.
Aralık ayında dünya buz tutuyordu. Hem maddeten, hem mânen.

ABD’de Noel’e yoğun kar fırtınası altında girilirken, Kanada’da buz tutan ağaçlar çatlıyordu. Kuzey Avrupa’da da kar fırtınaları ulusal sınır dinlemiyordu. Meksika’da yoğun yağışların getirdiği sel suları toprak kaymalarına neden olunca onlarca insan hayatını kaybediyor, Kudüs'te yoğun kar, Yahudilerin çalışmaktan dinen men edildiği Şabat gününe has ulaştırma yasağının 50 yıldır ilk kez uygulanmamasına neden oluyor, olağandışı hava nedeniyle Gazze resmen âfet bölgesi ilan ediliyordu.

Türkiye’de ise kıyı bölgelerini vuran fırtına sonunda ülke genelinde kendini kar yağışı olarak gösterdiği vakitlerde ülkenin birçok bölgesinde elektrikler kesiliyordu. Bir çok şehirde günleri bulan kesintiler protesto edilirken, yetkililer suçu havaların soğuması ile artan doğalgaz tüketimine atılıyordu.

Bütün bu kar kıyamet içinde, Başbakan 400 bin fidan dikim projesi kapsamında İstanbul Pendik'te, "Milli İradeye Saygı" adı verilen koru için ilk toprağı atarken, kötü haber Sapanca Gölü’nden geliyordu: Sakarya ve Kocaeli'nin içme suyu ihtiyacını karşılayan Sapanca Gölü’nde son 10 yılın en düşük seviyesi görülmüştü.

Soğuk havanın etkilediği Suriye’de savaştan kaçan çocuklar kamplarda, soğuktan, Halep’te soğuktan kaçanlarsa evlerinde gökyüzünden yağan varil bombaları nedeniyle ölmeye devam ediyordu.

Dünyadaki cehennemin adı Suriye’ydi. Olayların başladığı 2011 yılından 2013 sonuna kadar geçen sürede 129.000’den fazla insanın hayatını yitirdiği ülkede kaçırılan gazetecilerin sayısı Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütü raporlarında ikiye katlanıyordu. Kaçırılan Gazeteciler kervanına son olarak Milliyet Gazetesi foto muhabiri Bünyamin Aygün katılıyordu.

2013’ün huzursuzluğu Aralık ayında da ara vermedi, Tayland’da yüzbinler başbakanı Yingluk Şinavatra’ya karşı, Ukrayna’nın sokaklarında yine yüzbinler, hükümetin AB karşıtı politiklarına karşı, Arjantinliler Monsanto’ya karşı, Kolombiyalı çiftçiler geçim sıkıntısı için sokaklardaydı.

Bitmedi! ABD’de fast food işçileri, Pakistan’da drone karşıtları, Bangladeş’te İslamcılar, Filistin’de aktivistler yine dünyanın farklı yerlerinde farklı sorunlar için sokakları dolduruyordu.

Hükümetler protesto gösterilerinin önüne geçmek için protesto gösterilerini yasaklamayı tartışırken, ilk somut adım Darbeci Mısır hükümeti tarafından atıldı, Hüsnü Mübarek rejimini sona erdiren devrimin en önemli aktörlerinden 6 Nisan Hareketi kurucularından 3 aktiviste 3 yıl hapis cezası verildi.

Davalar ve soruşturmalar Türkiye’de de devam ediyordu. Çanakkale’deki Gezi Parkı eylemlerine destek yürüyüşünde yola sprey boyayla yazı yazdığı gerekçesiyle 6 yıla kadar hapsi istenen 13 yaşındaki B.T.İ babası “Çocuğumu kimseye yem etmem” derken,


Berkin Elvan'ın annesi, 191 gündür komada bulunan çocuğu için, 'Sokaklarda oynayan çocuklara bakıyorum benim çocuğum onların arasında yok. Neden benim çocuğum yoğun bakımda?' diye soruyordu. 

 
Oğlunun üzüntüsünden kalp kapakçıkları şişen Mehmet Ayvalıtaş’ın annesi Fadime Ayvalıtaş geçirdiği kalp krizi sonucu Aralık ayında yaşamını yitirdi.

 
Fakat kentini savunanların mücadelesi devam ediyordu. Binlerce insan “İstanbul Biziz, İstanbul Bizim” sloganıyla çağrısı yapılan İstanbul Kent Mitingi için Kadıköy’de buluşurken, polisin attığı gazdan etkilenerek hastaneye kaldırılan 64 yaşındaki Elif Çermik'in durumu ciddiyetini koruyordu.

Aralık başında CHP’nin Ergenekon davasından tutuklu milletvekili Mustafa Balbay serbest bırakılırken, mahkemenin bu serbest bırakma kararı KCK davasından tutuklu Kürt milletvekilleri için emsal teşkil etmedi.

Başbakan’a göre her şey yolundaydı, 'OHAL kaldırmış, işkenceye sıfır tolerans getirilmişti'. Hatta adalet bakanına göre gözaltına alınarak çırılçıplak soyulan insanlar “utandırılmadan” soyuluyordu.

Ama görüntülere, ÇHD Başkanı Selçuk Kozağaçlı gözaltındayken, polisler tükürük ve kan örneği ile parmak izi alınması için üzerine bastırıldığı, kollarının çekildiği, başını tutulup ağzı zorla açıldığı yansırken, 1 sene önce hesabının sorulacağı söylenen 28 Şubat davasında tutuklu sanık kalmıyordu. Galiba bazı şeyler devam ediyordu.

Tıpkı fişlemeler gibi. Kasım ayında kapatılacağı üzerine hem kabine içerisinden hem de AKP ve Fethullah Gülen cemaati arasında bir krize neden olan dersanelerin Aralık ayının ilk gününde Taraf gazetesinin haberine göre halen fişlenmeye devam ettiği haberi Aralık ayının hayli hareketli geçeceği gösteriyordu.

AKP Sözcüsü Hüseyin Çelik önce MİT fişleme yapmaz diyor, ardından fişleme belgesinin MİT içerisinden sızdırıldığını söylüyordu. Kafaların karışık olması ile geçen günlerin belirsizliği  AKP milletvekili Hakan Şükür’ün istifası ile son buluyor, ardından aralarında işadamlarının, bürokratların, banka yöneticilerinin ve bakan çocuklarının da bulunduğu 47 kişinin "yolsuzluk, rüşvet" yaptıkları iddiasıyla gözaltına alınmasıyla yer yerinden oynuyordu.



Evinde yapılan aramada kütüphanedeki ayakkabı kutuları içerisinde 4,5 milyon dolar bulunan Halk Bankası genel müdürü hakkında “dürüstlüğünden şüphe duyulmadığı”,

Evinden 6 çelik kasa ve yatak odasında para sayma makinesi çıkan Bakan Güler'in oğlunun “yalısını yeni sattığı”,

Kilit isim olduğu söylenen İranlı Reza Zerrab (Rıza Sarraf) için  ne kadar hayırsever biri olduğu yolunda üst kademenin demeçleri gazeteleri süslerken, ülkenin dört bir yanında ayakkabı kutulu eylemler yapılıyor, gözler çocukları yolsuzluk soruşturmasına karışan bakanlara dönüyordu.

2'si bakan oğlu 16 kişinin tutuklandığı soruşturmada Türkiye’nin birçok bölgesinde önemli kademedeki 150’nin üstünde polisin görevden alınması gibi tuhaf bir durum yaşanıyordu.

Star, Akşam ve Yeni Şafak gazeteleri, manşetlerinde bu operasyonun arkasında ABD büyükelçisinin olduğu iddiasını yaparken, Başbakan Erdoğan kürsüden Elçiye seslenerek Seni ülkemizde tutmak zorunda değiliz” dedi. Ricciardone’nin bu haberleri kısa bir açıklama ile yalanlaması ise, Dışişleri Bakanlığı'nca yeterli bulundu.

Medya’nın hali aslında tam seyirlikti. Türk Hava Yolları (THY) yönetimi, Türkiye’yi sarsan ‘yolsuzluk ve rüşvet operasyonu’ ile ilgili yayın politikasını beğenmediği Zaman Gazetesi ile Today’s Zaman’a ambargo uygulamaya başladı.

Yolsuzluk dosyaları ciddi bulgular içeriyorsa tahkikatın selameti açısından 3 bakan istifa etmeli, edebilirler. Erdoğan yargının önünü açmalı” açıklamasını yapan Nazlı Ilıcak’ın Sabah Gazetesi’ndeki işine son verildi, Show TV bir bilgi yarışmasında cevabı “yiyici” olan soru sorulan programı yayından kaldırdı, Açıklamalar sansürlendi, medyanın da işin içinde olduğuna dair rüşvet iddiaları yapıldı.

Önce 'Büyük Rüşvet' operasyonu kapsamında oğulları tutuklanan Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ile İçişleri Bakanı Muammer Güler istifalarını açıkladı, ardından “oğlumun bu tür işlere bulaştığını sanmıyorum,” diyen Çevre ve Şehircilik bakanı Erdoğan Bayraktar, “soruşturma dosyasındaki imar planları Başbakan'ın talimatıyla yapıldı” diyerek, hem bakanlıktan, hem de milletvekilliğinden istifa ettiğini NTV’den duyurdu, o kanal kendi özel haberini bile otosansüre tabi tuttu.

Başbakan’ın Pakistan ziyareti sonrasında aralarında “Ben rahatım” açıklamasını yapan AB bakanı Başmüzakereci Egemen Bağış’ın da bulunduğu kabineden 10 üyenin yeri değişti.

Yeni operasyonlara girişen savcıların yolunu başsavcılar ve polis kesti, savcının operasyona girişmesini polis engelledi, savcılarla polisler, savcılarla başsavcılar, polislerle polisler, iktidar partisi ile Gülen Cemaati, iktidar partisi milletvekilleri ile iktidar partisinin başka milletvekilleri, iktidar yanlısı gazetecilerle onlar gibi düşünmeyen gazeteciler, televizyonlarla gazeteler, iktidar partisi ile muhalefet partileri, kefenlilerle kefensizler ve memleketteki bilumum diğer kurumlarla kişiler 2013 yılı sonunda, tarihte eşine raslanmamış bir patırtı gürültü içinde birbirleriyle savaşa girişmiş durumdaydı. Borsa deli gibi düşmeye, dolar deli gibi yükselmeye başlamıştı... Memlekete hakim olan havayı en iyi ifade eden sözcüklerden biri “anomi” olmuştu. Durum, bayağı anomik, biraz trajik birazcık da komikti.
Başbakan Erdoğan ise o davudi sesiyle, “ Yolsuzluk yok, komplo var; bu yeni Türkiye'nin istiklal mücadelesi!” diyerek yeni kabinenin savaş kabinesi olacağı iddialarını güçlendiriyordu.

İsmi lazım değil bazı radyoların sabah haber-yorum programlarında Thief in the Night, Bu Gözellik Sene de Kalmaz, Money, Dönülmez Akşamın Ufkundayız Vakit Çok Geç, Shake Your Money Maker, Gemilerde Talim Var, Money Money, Blue Suede Shoes, Makber, Banana Boat Song, Bilal Oğlan şarkı ve türküleri art arda çalınıyordu. Bu müzikal iyiydi de radyoculuğu biraz aşardı doğrusu. Neyse ki, 2014 yılının eli kulağındaydı. 2014’te asıl büyük usta, William Shakespeare, 450 yaşına basıyordu ve işte o hepimizi kurtaracaktı …

Hepinize iyi yıllar!

***

Ayın Sözü:

“Bu soruşturmadan bir şey çıkmaz.”

Eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, aralarında öz oğlu ve özel kalem müdürlerinin de bulunduğu 52 kişinin gözaltına alındığı, bakanlık binalarının polisler tarafından basıldığı, Türkiye tarihinin en büyük yolsuzluk soruşturmalarından biri hakkında konuşuyor. (Kaynak:Hürriyet)

Hazırlayanlar:

Can Tonbil

Selahattin Çolak

Ömer Madra

Ses Kayıt ve Edit:

Ömer Şahin

Volkan Ağır

Katkıda bulunanlar:

Didem Gençtürk

Emre Gümüşer