1 Şubat'ta “Devrimci Dalga” başlığıyla yayınladığımız yazıdan 10 gün sonra, Tahrir Meydanı’nı terketmeden direnen Mısır halkı, uzun yıllardır süren Mubarek diktatörlüğünü devirdi. Şimdi Ortadoğu’da Bahreyn, Libya ve Yemen’de de halk meydanlarda:
Ayaklanmalar Tunus'la Mısır'dan sonra Bahreyn'i, Libya'yı, Yemen'i, silip süpürüyor. Bahreyn'de demokratik isyancılar, birçok ölü ve yaralı verdikleri çatışmalardan sonra başkent Manama'nın heykelli İnci Meydanı'nı ordu ve polisten geri aldı, rejimin değişmesi için gösteriler sürüyor. Libya'nın doğu yakasındaki ayaklanma paralı ithal katillerin 200 civarında silahsız barışçı protestocuyu katletmesine rağmen bastırılımadı; isyan Batı'da başkente doğru yayılıyor. Kimi gözlemciler, 42 yıllık Kaddafi diktatörlüğünün 2 - 3 günlük ömrü kaldığını söylemekte!
Cezayir'deki yeni dalga kanla ve sertlikle bir günlüğüne şimdilik bastırılırken, Yemen'de diktatörün sonu gittikçe daha yakın görünüyordu. Derken, Fas'tan ayaklanma haberleri ABD'nin Wisconsin eyaletindeki demokratik başkaldırı dalgasının ülkenin başka yerlerinde de tomurcuklanması haberlerine, onlar da Britanya'da gençlerin Barclays bankasına karşı giriştiği protestonun sloganlarına karışıyordu. 20 kısım tekmili birden toplanan G 20 ülkelerinin aile fotoğrafı için poz veren haşmetli devlet insanlarından bu ayaklanmalarla ilgili tek bir yorum çıkmadı ama demokrasi kokusu buram buramdı.
“Herkes Tarih Yapabilir”
Kitlelerin alttan gelen dalgasıyla Mısır halkı 30 yıllık diktatörlüğü devirdi ve yazar Roni Krouzman’ın “Umudun Zaferi” başlıklı yazısında söylediği gibi, özgürlük, haysiyet ve sahici demokrasi için gerçek bir şansın kapısını ardına kadar açtı. Düşünülmesi, düş kurulması, inanılması bile güçtü, hatta düpedüz “olacak şey değil”di aslında, ama oldu işte.
“Başını dimdik tut, çünkü sen bir Mısırlısın” sloganının uğultusuyla inleyen olağanüstü bir devrim durumuydu Mısır’daki. Bunu en iyi özetleyen sahnelerden biri, olayı “Mısır’da Huzursuzluk” ya da “Mısır Krizde” gibi deli saçması logolarıyla takip etmeye çalışan patetik BBC kameraları karşısında Mona Ali adlı 28 yaşındaki kadının tanıklığı idi. Ömründe Mubarek’ten başka hiç siyasi lider görmediğini belirttikten sonra genç isyancı kadın şöyle devam ediyordu: “30 gün filan sürer sanıyordum, ama 18 günde olduğunu görmekten çok gururluyum... Şu anda tarih yaptığımı hissediyorum. Kendi kuşağımın tarih yazdığını hissediyorum… Dünyada herkes tarih yapabilir.”
BBC’nin biraz şaşkın, hatta sersemlemiş durumdaki muhabiri ertesi gün ne yapacağını soruyordu Mona’ya. O da, “yarın tatil,” diye cevap veriyordu. “Ama öbür gün gene iş başı. Yapacak tonla iş var. Ülkeyi yeniden kurmak zorundayız.”
BBC: Ya Ordu?
“Seçimleri 6 ay içinde yaptıracaklarına söz verdiler, onlara inanıyoruz.”
BBC: Ya tutmazlarsa sözlerini?
“Sorun değil. Yine doldururuz meydanları, olur biter. Bunun artık geri dönüşü yok.”
Mümkün olanın sahnelenmesi
Mona haklıydı, herkes devrim yapabilirdi, cin şişeden çıkmıştı artık, bir daha oraya tıkılamazdı, ve bu sadece Mısır, sadece Ortadoğu, sadece Arap dünyası için değil, tüm insanlık için müthiş etkileri olabilecek, inanılmaz bir zaferdi. Umudun zaferi. Mısır’da üç haftalık bir zaman dilimi içinde yaşananlardan çıkarılacak hisseyi Krouzman şu satırlarla anlatıyordu:
“Bu olaylar ve –ve onların ardındaki cesur kadınlarla erkekler– canlı olmanın ne d emek olduğu, hayatta sahiden neyin önem taşıdığı ve en önemlisi, felaketler içinde yüzen bir gezegende neyin mümkün olduğu hakkında bize neler öğrettiler, neler: Müslümanlarla Hıristiyanların bir arada yaşayabileceğini ve hatta gezegen üstünde en kaygan zemine sahip bir bölgede birbirine destek olabileceğini, alçak gönüllülüğün, tevazunun ve işbirliği yapmanın gerçekten mümkün olduğunu… onları hiçbir zaman tanıma şansına bile sahip olamayacak insanların dünyanın dörtbir yanından onlara destek vereceğini öğrettiler… Nihayet, güvenliğimizin de baskı yoluyla sağlanamayacağını. Güvenliğin ancak ve ancak adalet ve demokrasiye yaslanarak sağlanabileceğini…” (Krouzman, agy.)
Mısır’daki başkaldırının önümüze açtığı geniş ufuklar konusunda en umutlu değerlendirmelerden biri de, günümüzün yaşayan en saygın gazeteci ve belgesel sinemacılarından John Pilger’dan geldi: Mubarek’in devrilmesinden sadece iki gün önce yazdığı makalesi, Mısır’daki ayaklanma bizim için mümkün olanın sahnelenmesidir” cümlesiyle açılıyor, şöyle devam ediyordu: “Bu başkaldırı, dünya yüzünde halkların yıllardır mücadelesini verdikleri, onların düşüncelerini kontrol altında tutanların ödlerinin koptuğu şeydi.” Dünyanın dört bir yanında halkların bilincinin yükselmekte olduğunu, bu dalganın onları korku ile kontrol altında tutmak için uğraşan emperyal elit liberallerin üzerinden aşıp gittiğini söyleyen Pilger, “Mısır Başkaldırısı Bizim Oralara Geliyor” başlıklı makalesini hayli çarpıcı bir cümleyle noktalıyordu:
“Tahrir Meydanı’nda genç bir Mısırlı kadın, ‘Durmayacağız,’ diyordu. ‘Eve Gitmeyeceğiz.’ Londra’nın ortasında, sivil itaatsizliğe kalkışmakta kararlı 1 milyon kişiyi polis zoruyla zaptetmeye kalkın ve ondan sonra da bunun mümkün olamayacağını sanmaya çalışın bakalım.”
Nasılsınız, iyi misiniz?
Evet, hal böyleyken böyle. Başka bir dünya mümkün diyorduk, ama artık böyle değil. Başka dünya, burada ve şimdi. Şimdi geçin o halde bilgisayar ekranınızın başına, açın Açık radyoyu, açın gözlerinizi ve kulaklarınızı, başlayın bakmaya ve dinlemeye: Bahreyn’e bakın, Yemen’e kulak verin… Sonra Libya’ya, Irak’a, İran’a, Cezayir’e, Fas'a ve Kuveyt'e sonra Güney Afrika’ya, Suriye’ye ve – inanmayacaksınız belki ama– ABD’ye, Wisconsin’e! Pilger haklı çıkıyor: Ayaklanmanın bozkır yangını Amerika Birleşik Devletleri’ne sirayet etti bile! Wisconsin’de öğretmenleri, işçileri, öğrencileri kitleler halinde onbinlerle sokaklara dökülüp: “Biz Wisconsin’iz!” “Sendikamızı Ezdirmeyiz!” diye haykırırken izleyin bir süre.
19 Şubat 2011
Ömer Madra
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder