Merhaba sınıf. Hadi
hafızalarımızı tazeleyelim: Geçen ay, Matematiğe Giriş (M -101) ve
Ekonominin Temel İlkelerine Başlangıç (E -101) derslerine girmiştik. Temel ders kitabımız: Bill McKibben’ın, Oil and Honey adlı yeni eseriydi. (Dağlarca’dan hafif esinlenerek “Yeryağ ve Bal” diye de çevirebiliriz.)
Geçen
dönemde yeryüzünün en önemli 3 rakamını öğrenmiştik. Tekrara lüzum yok,
ama sonuç önemli; hatırlayalım: ya fosil yakıtçılar acayip kâr etmeyi
sürdürecek, ya da hasarlı ama çifte kavrulmamış bir gezegenle idare edecektik. İkisi birden olmuyordu.
Aklımızda
bu rakamlarla biraz vakit geçirdik. Dersler devam etti. Az gittik, uz
gittik… Bir de ne görelim: Durum her zamankinden kötü değil miymiş?
Kuzey yörelerimizde anormal hararet: Oslo sakinleri tarihlerinde belki
de ilk kez Noel’i orman yangınları aydınlığında kutluyor, Alaska ahalisi
de Şubat ayında orman yangınlarına hayatlarında ilk kez tanık oluyordu.
Kısacası, Avrupa’da ve Amerika’da insanlar (ve muhtemelen bütün
hayvanlar) şaşı bakıp şaşırıyordu.
Öte
yandan, ABD’nin meyve ve sebzesinin neredeyse yarısını sağlayan
Kaliforniya’da belki 500 yıldır görülmeyen, ama uzaydan görülebilen
kuraklık Federal hükümetin sulama desteğini hepten kesmesine yol açıyor,
sürüler tasfiye ediliyor, geniş araziler zorunlu nadasa bırakılıyor,
yer altından çıkan gömülerde çok değerli eski sikkeler bulunmaya
başlıyordu.
(Yardımcı okuma: John Steinbeck, Gazap Üzümleri; yardımcı görsel malzeme: Şarlo, Altına Hücum – sessiz film.)
Güney
Amerika’da: Brezilya’da en az 50 yılın en feci kuraklığı, yeryüzünün
akciğerleri sayılan Amazon yağmur ormanları havzasını kavuruyor, yazın
dünya futbol kupasının yapılacağı şehirler de dahil olmak üzere yüzlerce
yerleşim merkezinde sürekli olarak aralıklı su kesintilerine
gidilmesini zorunlu kılıyordu. Ama aynı anda, Amazon’un bir kolu olan
Madeira nehri taşıp ortalığı sel sularına boğuyor, ulaşım yolları
tamamen kapanıyor, binlerce kişi sefil oluyordu.
(Yardımcı okuma: Eduardo Galeano, Gölgede ve Güneşte Futbol.)
Batı Avrupa’da Britanya’da kayıtların tutulmasından bu yana (neredeyse 250 yıldır) görülmüş en
korkunç taşkın ve seller vardı, ülkenin zenginlerinin bile o güzelim
evlerinin kapısından içeri lağımla karışık sular doluyor, leş gibi
kokudan geçilmiyordu.
(Yardımcı Okuma: Kitab-ı Mukaddes, Yaratılış 6:5-8:
“RAB baktı, yeryüzünde insanın yaptığı kötülük çok, aklı fikri hep kötülükte. İnsanı yarattığına pişman oldu. Yüreği sızladı. ‘Yarattığım insanları, hayvanları, sürüngenleri, kuşları yeryüzünden silip atacağım’ dedi, ‘Çünkü onları yarattığıma pişman oldum.’ Ama Nuh RAB’bin gözünde lütuf buldu.”)
“RAB baktı, yeryüzünde insanın yaptığı kötülük çok, aklı fikri hep kötülükte. İnsanı yarattığına pişman oldu. Yüreği sızladı. ‘Yarattığım insanları, hayvanları, sürüngenleri, kuşları yeryüzünden silip atacağım’ dedi, ‘Çünkü onları yarattığıma pişman oldum.’ Ama Nuh RAB’bin gözünde lütuf buldu.”)
Pasifik’te
durum farklı değildi. Tarihinin en sıcak yılını geçiren Avustralya’da
hem ağaçlar, hem de açık ocaklarda kömür yangınları bitmek tükenmek
bilmedi, yeryüzünün en önemli kültürel doğal miraslarından biri sayılan
Büyük Mercan Resifi’ne de ülkenin en büyük kömür ihracat limanının
hafriyat molozlarının atılması planlandı.
(Yardımcı Okuma: Bill Gammage, The Biggest Estate on Earth (Yeryüzünün En Büyük Emlakı diye çevirebiliriz belki.)
Ortadoğu’da
da öyle: Büyük bir kuraklığın yol açtığı iç göçlerin gerginliği ile
başlayan ve tarihin en kanlı iç savaşlarından birine sahne olan
Suriye’den kaçan mülteci sayısı bu yılın sonuna kadar 4 milyona ulaşacak
ve dünya rekorunu Afganların elinden alacak. Ayrıca, her 12 dakikada
bir insanın can verdiği ülkede iç savaş başından beri 150 bine yakın
insan öldü.
(Yardımcı okuma: Yale arkeologlarından Harvey Weiss ve arkadaşlarının Tell Leilan kadim şehri kazıları sonucunda yazdıkları: Hayalet İmparatorluk, Akad’ın Laneti, Ortadoğu’da Tekrarlanan Kuraklık Belası vb. kitap ve makaleleri…)
Türkiye
de öyle: Neredeyse tüm bölgelerde binlerce kişinin sürekli çıktığı
yağmur ve kar duaları… Kuruyan nehirler, göllerde, baraj göllerinde,
göletlerde çekilen sular ve birdenbire beliriveren hayalet şehirler,
bazilikalar, minareler, saraylar, sur kalıntıları... Yağmayan yağmurlar,
çalışmayan kayak tesisleri, kuruyan tarlalar, endişeli duyurular,
yakarılar, bilim insanlarından bölgesel çatışma ihtimali üzerine
uyarılar… Son 12 yılda 164 bin hektar (Kayseri büyüklüğünde) orman
kaybedildiği açıklandı. En çok kaybedenler, en çok inşaat yapan Antalya
ve İstanbul illeri olmuştu.
Derken,
Orman ve Su İşleri Bakanı konuştu. Ve o şöyle dedi: “Baraj ve
göletlerde su seviyelerinin gerilemesi konusunda kırmızı alarm vermedik.
Büyükşehirlerde hiçbir problem yok... İstanbul’da su kesintisi yapmayı
düşünmüyoruz. Çünkü aksi takdirde ben bıyıklarımı kesmek durumunda
kalacağım.”
Bütün
bu durumlar karşısında muhalefeti temsil eden kişi ve kurumlar ne
dediler peki: “Hükümet istifa, erken seçim,” vesaire dediler ve buna
benzer şeyler söylediler.
Son olarak, önümüze şu haber düştü: “Taksim’de
eylem yapılacağı haberleri üzerine Gezi Parkı kapatıldı. Park
çevresinde geniş güvenlik önlemleri alan polis, “ikinci bir emre kadar”
kimsenin parka alınmayacağını bildirdi.”
Habere
eşlik eden görüntüyü tanımlayan “fotoğraf üstü yazısı”nda da şöyle
deniyordu: “Gezi Parkı’nın girişinde 2 dozer, 4 Hafriyat kamyonu, 1
TOMA, 2 su tankeri hazır bekliyor.”
Yani,
tanımı gereği kamusal alan kavramının ta kendisi olan doğa parkı, emir
komuta zinciri içinde kamunun kullanımına mutlak olarak kapatılırken,
hafriyat ekonomisinin dünyadaki yükselen yıldızı ve “poster çocuğu”
Türkiye, kamusal alanı kamunun tasallutundan korumak için buldozerler,
hafriyet kamyonları gibi inşaat, kazı ve iş makinelerini seferber
ediyor. Ha, bir de, kurak İstanbul’da, su püskürtmek için, su
tankerleriyle... E, yani, bravi!
O
halde, sınıf, Dil, Tarih & Coğrafya’ya giriş (DTC -101) dersi için
temel okuma kitabı olarak önce Dante Alighieri’nin 700 yıl önce yazdığı
epik şiir İlahi Komedya okunacak. Yardımcı okuma parçası da Thomas Gray’in 1750’de tamamladığı Elegy Written in a Country Churchyard (Kilise Mezarlığında Yakılmış Ağıt) şiirinin şu son dizeleri olsun bari:
“Elem asla gecikmez,
mutluluksa uçup gider.
Düşünce berhava eder
çünkü onların cennetlerini.
Yetti ama o zaman:
Cehalet saadetse eğer
Alıklıktır akıllılık.”
Sınıf, ders paydos.