Şu
sıralarda Shakespeare’in 450. yaşını kutlamakla pek meşgul olduğumuzdan
mıdır, nedir, hangi olguya baksak, etiketlemeyi aynı bileşik isim
sıfatı ile yapıyoruz: #Traji-komedi. Örnek
olarak 1 Mayıs’ı ele alalım ve modern Türkiye’de (özellikle İstanbul’da
ve Taksim Meydanında yaşanan) 1 Mayıs “fenomeni”ni kronolojik olarak
özetleyelim:
1 Mayıs 2014, İstanbul. Fotoğraf: Yasin Akgül, Nar Photos
· 1923’te Cumhuriyet kurulur, ve 1 Mayıs yasal olarak "İşçi Bayramı" ilan edilir.
· Ertesi yıl, 1924’te kitlesel 1 Mayıs kutlamaları yasaklanır.
· Sonraki yıl (1925) kitlesel-bireysel ayrımı da kalkar ve kutlamalar hepten yasaklanır.
· Bu mutlak yasak tam 10 yıl sürer.
· 1935’te yasak biter, bayram gelir ama bu başka bayramdır: "Bahar ve Çiçek Bayramı".
· İşçi bayramı ise artık başka bahara kalmıştır.
· Ayrıca resmî tatil ilan edilir, ama bu da yeni model tatildir: ücretsiz tatil!
· 40 yıl aşağı yukarı hep çiçek-böcek bayramı olarak gider, çocuklar böyle büyür.
· 40 yıl sonra, işçiler nihayet sahneye çıkar:1976’da coşkulu kitlesel kutlamalar yapılır.
· Ertesi yıl (1977) Taksim’de Kanlı 1 Mayıs olur: 34 ölü, failler meçhul kalır.
· Trajedinin ertesi yılı, 1 Mayıs yüzbinlerce kişi tarafından Taksim’de buruk kutlanır.
· 1979’da sokağa çıkma yasağı gelir, ama kitleler sokağa çıkar, korsan kutlama yapar.
· 1980’de darbeye giden günlerde kutlama olmaz.
· Darbeden sonraki yıl MGK bayramı iptal eder, 1 Mayıs’ı tatil olmaktan çıkarır – gene.
· Darbe sonrasındaki yıllarda bir süre bayram, kutlama vesaire olmaz.
· 1989’daki 1 Mayıs’ta bir trafik polisinin silahından çıkan mermilerle bir işçi ölür.
· Sonraki yedi yıl boyunca kayda değer bir 1 Mayıs vukuatı olmaz. Taksim yasaklı kalır.
· 1996`da Kadıköy’deki kutlamada kitlelere polis ateş açar: 3 kişi ölür, büyük isyan çıkar.
· Bu yeni trajediden sonra 10 yıl Kadıköy de kutlamalara yasaklı kalır.
· 2006’da yasak kalkınca Kadıköy’de miting olur; olay çıkmaz.
· 2007’de Kanlı 1 Mayıs’ın 20. yıl anmasında Taksim’de kan çıkar: 1 ölü, 100 yaralı.
· Ertesi yıl, sil baştan yapılır: 1 Mayıs "Emek ve Dayanışma Günü" olarak kutlanacaktır.
· Aynı yıl (2008) uzlaşmazlık çıkar: gaz, plastik mermi, tazyikli su atılır, yaralanmalar olur.
· 2009’da gene sil baştan olur: 27 yıl sonra 1 Mayıs tekrar resmî bayram kabul edilir.
· Aynı yıl, resmî bayram kutlamaları için Taksim'e çıkılmasına izin verilmez – gene.
· 2010: Kanlı 1 Mayıs’tan 32 yıl sonra, 140 bin kişi coşkuyla Taksim'de bayramı kutlar.
· Ertesi yıl (2011) 1 Mayıs “hafif olaylarla” karışık kutlanır.
· 2012: 1 Mayıs “polis gözetiminde” kutlanır.
· 2013: Taksim’de kutlama yasaklanır. Çatışma çıkar. Olaylı 1 Mayıs olarak tarihe geçer.
(Kaynak: (Vikipedi, “Türkiye'de 1 Mayıs İşçi Bayramı”, son erişim 5 Mayıs 2014)
***
Ve
2014: 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlamaları için Taksim’e (ve Ankara’da da
Kızılay’a) geçit verilmez. Taksim alanı hükümet tarafından yasaklanır –
Başbakan bayramı Taksim’de kutlamak isteyenleri “Taksim’den umudunuzu
kesin!” diye “uyarır”. Emek ve Dayanışma gününü kutlama adresi olarak da
emekçilerle işçilere Yenikapı’da iktidar tarafından yeni yaptırılan
denizden doldurma devasa alanı gösterir.
Ankara
Valiliğinden konuyla ilgili olarak, yarım yüzyıl önce Sovyetik ülke
Komünist Partileri politbürolarına taş çıkartacak edada işçi ve emekçi
güzellemeleri gelir. Vali “… örgütlü demokratik toplum anlayışının
temsilcisi Sendikalarımız ile alın terinin gerçek sahipleri tüm Ankaralı
emekçilerimizin … duyarlılık, anlayış ve … aklıselim”lerine tam
güvendiklerini belirtir. Hemen ardından da Ankara’nın kalbi olan Kızılay
Meydanı’nı “alın terinin gerçek sahibi emekçilerin” emek bayramı
kutlamalarına yasakladıklarını açıklar. (Bkz.)
İstanbul
Valisi de emekçiye yönelik lirik, idilik, poetik söyleminde
Başkent’teki muadilinden geri kalmaz. Kendisinin de emekçi bir aileden
geldiğini, emeğin kutsallığını kabul ettiğini, emekçilerle aynı safta
olduğunu belirten Vali, “böylesine bir bayramı bayram neşesi içerisinde
kutlamamız ve ortaklaşmamız gerekir” der. Sonra da kentin en belirgin
ortak varlıklarından biri olan, onun belleğini yaratan en önemli kamusal
alanı, yani Taksim Meydanı’nı “emeğin kutsallığını” kutlamak isteyen
emekçilere yasakladığını ilan eder. (Bkz.)
Derken,
şehir 39.000 polisle kuşatılır ve neredeyse tüm toplu ulaşım araçları
iptal edilir. Tahmin edileceği gibi, çatışma çıkar. Bir internet
gazetesinin video-haberinin lejandında anlatıldığı gibi “1 Mayıs, çok
polis, çok gaz, çok savaş!” durumları olur. (Bkz:T24)
Küçük
çocukların dahi kendi evlerinin önünde gaz bulutlarından etkilenip
evlerinden çıkmak zorunda kaldıkları, düpedüz perişan oldukları
“mübalağa cenkler” olur. “Bir örnek giyinmiş, şapkalı ve copları sırt
çantalarından taşan” sivil polislerin eylemciler arasına karıştığı ifade
edilir. Göstericilerden bazıları de karşılık olarak sapan, havai fişek
ve molotof kokteyli kullanırlar. (Gazeteler) Açık
Radyo’ya demeç veren bir milletvekilinin, “ilan edilmemiş bir
sıkıyönetim hali”, bir gazetecinin “darbe günleri gibi”, yine bir
diğerininse “sokağa çıkma yasağı gibi” diye tasvir ettiği tuhaf tuhaf
haller yaşanır velhasıl. Hükûmet yanlısı (“kanki”) gazetelerden biri, bu
durumu “Kadıköy’de Bayram, Taksim’de Terör” diye tarif ederken,
Dışişleri Bakanı’nın "Gazetecilerimiz 'kısmen özgür' denilen ülkelerden
de 'özgür' denilen ülkelerden de daha özgür" şeklindeki çarpıcı
açıklamasını doğrulamak istermiş gibidir. (Bkz: Sabah, Radikal);
Gene
bir başka gazeteci Açık Radyo’ya verdiği mülakatta, polisin kitleyi
kuşatıp “kapana kıstırdığı”nı, ve “3 Belediye otobüsü dolusu polisin
ülkenin en büyük gazetelerinden birinin binasını koruduğunu”, böylece
tarihte belki pek ender rastlanan bir örnekle medya – iktidar
ilişkisinin tepetaklak olduğunu anlatır. Aynı zamanda sendikacı da olan
bir diğeri, kimi gazetecilerden “valilikten izin belgesi”
göstermelerinin istendiğini, dünyada duyulmamış böyle bir belgesi
olmayan ve fakat üzerlerinde kocaman PRESS yazılı o çok bilinen
önlüklerden taşıyan gazetecilere ise hedef gözeterek gaz fişeği
atıldığını, bazılarının yaralandığını dile getirir. (Yukarıdaki beyan, söyleşi ve demeçler için bkz. “1 Mayıs’ta İstanbul”, özel programı)
Valiliğin
resmi açıklamasında 142 gözaltı, 90 yaralı bilançosu verilirken,
ÇHD’nin verdiği rakam yaklaşık 160 gözaltı, 180 yaralanma ve travma
vakasıdır. Aralarında gazetecilerin de bulunduğu 17’den fazla insan,
gözaltı süreleri tekrar tekrar uzatılarak günlerce gözaltında
tutulduktan sonra, çok sayıda avukatın adliyedeki protesto eylemi
sonunda 4. günün gecesinde serbest bırakılır. (Gazeteler)
Netice
- i Kelam: Başbakan’ın yasakladığı Taksim Meydanı emekçilere yar olmaz,
güvercinlere ve polislere kalır (Radikal), Başbakan’ın gidilmesini
istediği Yenikapı’daki meydan da ıssız kalır. Tabii, o uçsuz bucaksız
beton zeminde vakur bir edayla tek başına dolaşan görkemli bir karga
ile, ellerindeki büyük Türk bayrağı ve “Değişim Katılımla Başlar” yazılı
bez pankartla poz veren Katılımcı Büro Sendikası Genel Merkez üyesi 6
kişiyi saymazsak… (Bkz. Cihan haber ajansı – Fotoğraf AA)
***
Evet,
komedi tamam. Peki trajedi nerede? Burada gözden kaçırmamamız gereken
en canalıcı noktalardan biri de şu oluyor galiba: 2014 1 Mayıs olayları,
neredeyse 1 yıl önce başlayan Gezi Parkı protesto hareketinin bir
uzantısı niteliğini taşıyor. Gezi hareketi, tıpkı iki yıl önce ABD’de
başgösteren Occupy Wall Street hareketi gibi, sadece demokrasiyi sabote
eden, yoksul kesimlerin mahvedilmesine
ve el konmamış son doğa parçalarının gaspına karşı girişilmiş bir
başkaldırı hareketinden ibaret değildi. Gezi, aynı zamanda, halkın
barışçıl protesto hakkının dişle tırnakla savunulması için girişilmiş
çok önemli bir haysiyet hareketiydi. Gerek geçen yaz Gezi’de, gerekse
ondan sonraki pek çok toplumsal çalkantıda barışçıl protestoculara karşı
girişildiğine defalarca tanık olduğumuz polis şiddet ve zorbalığı, bu
seneki 1 Mayıs’ta sistemli bir şekilde uygulandı. Ama bu zor kullanma,
her türlü protestoyu illegal hale getirmeyi hedefleyen, kentlerin
merkezindeki kamusal alanları da protestoculara fiilen yasaklayan
hükümet kararlarıyla birlikte geliyordu.
Çerçeveyi
bu yasaklar çizmekte, zor kullanımı ve şiddet, protesto hareketinin
içine yoğun şekilde polis sızması, izleme/gözleme faaliyetleri ile de
pekiştirilmekteydi. Zorla poşu giydirilerek eline taş tutuşturulan ve
fotoğrafı çekilerek fişlenen üniversite öğrencisini gösteren videoyu
Flash Haber herkesin faltaşı gibi açılmış gözlerinin önüne getirdi.
Görüntülerde, bir duvara yaslanmış iki genç, polisin poşu takma
girişimine direniyor; biri eylemlere
ilk kez katıldığını söylüyor, “Amirim yapmayın, öğrenciyim, İstanbul
Üniversitesi’nde öğrenciyim” diyor. Fakat, “Taksana şunu!” diyen bir
polis gencin boynuna puşiyi geçiriyor; bu sırada bir başka polis
fotoğraf çekiyor ve kan dondurucu bir soğukkanlılıkla “Çektik bitti!”
diyor… Polisin de “belgelendiğini” fark etmesi uzun sürmüyor ve
kameramanın daha fazla görüntü almasına izin verilmiyor. (Bkz.)
1 Mayıs protestosunu örgütleyen sendika liderlerinden birinin söylediği ise şu: “Tek
tip sırt çantası, mont ve şapka giyen, eylemci görünümlü sivil
polislerin Halaskârgazi Caddesi'nde eylemcilerin arasında karıştığı
fotoğraflarla belgelenmiş … emekçilere kapısını açan halkın, esnafın
camlarının polis tarafından kırıldığı görülmüştür.” Tıpkı Occupy
Wall Street günlerinde gördüğümüz gibi, burada 2014 1 Mayıs protesto
ve/ya kutlamalarında da basın ya da eyleme katılanlar polisin bu illegal
davranışlarını belgelemek istediklerinde ya derhal polis “müdahalesine”
maruz kalıyorlar ya da fotoğraf veya video çekimi yapmalarına engel
olunuyor.
Ödüllü
gazeteci Chris Hedges’in “Barışçıl Gösteri Suçu” başlığını taşıyan son
yazılarından birinde ABD’de Occupy’la ilgili olarak söylediği nokta, 1
Mayıs İstanbul’u için de geçerli: “Devletin verdiği mesaj gayet açık: Muhalefet etmeyeceksiniz.” Türkiye’de 1 Mayıs 2014 eylemi katılımcılarının da tek gerçek “suçu” barışçıl bir kitle gösterisine katılmaları olmasın sakın?
Trajedi mi, komedi mi? Yoksa ikisi birden mi? Etikete siz karar verin.