İlkbaharın
başlangıcını, doğa'nın kendini yenilemesini, ortalığı kaplayan soğuk
hava dalgası içinde de olsa, kutladık. Baharı simgeleyen Nevruz ya da
Newroz da, ülkede 30 yıllık kanlı savaşın sonuna doğru yaklaşmakta
olduğumuzu gösteren bazı işaretleri beraberinde getirdi ve umudumuzu
artırdı.
Öte
yandan, Mart ayında bilim dünyası hiç de iç açıcı olmayan yeni
verilerle karşımıza dikildi. Lâfı eğip bükmeden, sükûnetimizi hiç
bozmadan, “cool” bir edayla söyleyelim biz de sözümüzü:
Mahva doğru sürüklenmekteyiz.
İnsanlık
tarihinde ilk kez insanlar kendi eylemlerinin sonucunda büyük bir yıkım
tehlikesiyle yüzyüze. Enerji, daha fazla enerji, daha daha fazla enerji
elde etme hırsıyla atmosferi dev bir lağım gibi kullanıyoruz. Kömür,
petrol, doğal gaz gibi konvansiyonel, katran kumulları, kaya gazı, şist
petrolü, “sentetham” (syncrude) gibi alengirli adlarla andığımız
konvansiyonel olmayan fosil yakıtları gitgide daha daha fazla
yakmaktayız. Bunları yakmakla, başta karbondiyoksit olmak üzere,
ortalığa saçtığımız sera gazları dünyayı resmen cehenneme çevirmek
üzere. Gelecekte doğru dürüst, insan gibi, haysiyetli bir hayat sürdürme
şansımızı şimdiden kendi ellerimizle ayaklar altına almaktayız. Türün
kendi geleceğini bile ciddi tehlikeye attık artık. Tabii başka sayısız
hayvan ve bitki türünü de peşimizden sürükleyerek. Bir "ekosoykırım"dan
dahi söz edebiliriz pekâlâ.
Hapı yutmaktayız!
11
bin yıllık iklim verilerinin tümü bunu bize kanıtlıyor! İnsanların
yerleşik düzene ve tarıma geçmesiyle oluştuğu kabul edilen insan
medeniyetinin başlangıcından bu yana görülen en büyük sıcaklık artış
hızlarına şimdi-şu saat-bizzat ulaşıyoruz! İklimin değişim hızı, 11,500
yıl önce başlayan bu jeolojik zaman döneminde, yani tüm Holocene çağında
gördüğümüzden çok daha büyük! 1
İklimdeki
değişiklik, insan medeniyetinin ve tarımın varolduğu tüm dönem boyunca
gördüğünden daha fazla olacak! Gezegenin tarihinde ilk kez bir canlı
türü, dünyanın uzaydan görünüşünü, fizikî ve kimyasal yapısını
değiştirecek güce sahip oldu. Ve bu gücünü kullayıp bu değişikliği
yapıyor. Böylece, Holocene diye adlandırılan jeolojik çağ bitiyor ve –
Nobel Ödüllü kimyacı Paul Krutzen'in dediği gibi – Anthropocene çağı,
yani insanın belirleyici etken olduğu, insanın adını verdiği jeolojik
çağ başlıyor artık. Ama bu isim babalığı/ya da isim anneliği, o kadar
övünülecek birşey mi, onu bilemiyoruz artık.
Ayvayı yemekteyiz!
Fosil
yakıtların yakılması sonucunda ortaya çıkan sera gazlarının benzeri
görülmemiş hızda artması yüzünden meydana gelen iklim değişikliğinin bir
başka boyutu daha geçenlerde ölçüldü. Okyanuslarda ve dünya
denizlerinde bu artan gazların emilimi (absorbe edilmesi) sonucunda
ortaya çıkan asitlenme olayı yaklaşık 300 milyon yıldan bu yana
"görülmüş" en yüksek seviyeye çıktı!2 Çok eski dönemlerde
yaşamış kabuklu deniz hayvanlarının kabuklarındaki izlerin incelenmesi
bize bunu ispatlıyor. Yani, kelime oyununu hoşgörün ama, artık
"bilinmeyen sularda yüzmekte"yiz! 300 milyon yıl! Bu da bütün hayatın
orijinal kaynağı olan denizlerdeki besin zincirini, mikroskopik bitki ve
hayvanlardan en üst seviyedeki memelilere kadar etkiliyor, hatta bu
zinciri en alt halkasından koparıp atıyor.
Pusulayı şaşırmış durumdayız.
Hawai'deki
Mauna Loa gözlemevinde 1950'lerden beri yapılan düzenli ölçümlerde
atmosferdeki karbondiyoksit miktarında en büyük ikinci artış sıçraması
gerçekleşti ve bu sera gazı toplamda milyonda 395 parçacık (ppm) oranına
ulaştı.3 Ölçümleri
başlatan Charles David Keeling, bütün dış etkilerden, kirlenmelerden
uzakta, Pasifik'in ortasında günde 6 kere hiç şaşmadan atmosferdeki C02
artışını ölçtü. Ömrünü buna adamıştı. O kadar ki, bir çocuğunun doğumuna
yetişemedi, çünkü karısının sancıları başladığında o günlük
ölçümlerinden birini yapmak üzere aletlerinin başındaydı. "Karbonun
Yaşlı Kurdu" Keeling'in ünlü CO2 eğrisi, yıllar içinde yükseldi yükseldi
ve neredeyse tavanı deldi geçti! Yani, daha 4 yıl önce dünya
ülkelerinin neredeyse hepsinin istikrarlı bir iklim olabilmesi için şart
olduğuna karar verip üzerinde anlaştığı 2 derece santigradlık “güvenli
sıcaklık artış tavanı”nı tutturma umutları hızla uçup gitmekte. (400 ppm
tavanına şunun şurasında iki yıl birşey kaldı: Parçacık artış sayısı
daima artıyor ve 2012'de yılda 2,67yi buldu!) İşin kötüsü, bilim
dünyasının büyük çoğunluğu, başta James Hansen, 400 ppm'yi asla güvenli
sınır kabul etmiyor ve iklim yıkımını önlemek için 350 parçacık (ppm)
sınırına geri çekilmenin şart olduğunu, 350 ppm'den fazlasının
kontrolden tamamen çıkmış bir iklimi garanti edeceğini söylüyor.
Susuzluktan kırılmaktayız!
Müthiş
Mezopotamya medeniyetlerini doğuran "verimli hilal" topraklarında durum
vahim. Son durumu anlamak için NASA uydularından gelen son verilere
şöyle bir göz atmak bile yeterli: Türkiye'nin güneydoğu bölgesini ve
komşuları Suriye, Irak ve İran'ın önemli bölümlerini içine alan Dicle -
Fırat nehirleri havzası, 2003'te başlayan 7 yıllık bir dönemde büyük bir
kuraklığın pençesine düşmüş durumda. Bölge tatlı su kaynaklannı büyük
bir hızla yitiriyor. Bu 7 yılda 144 kilometre küp yeraltı suyu
kaybetmiş. Bölgenin yeraltı su kaynaklarındaki azalma, Hindistan yarı
kıtasının ardından yeryüzünde görülen en büyük kayba işaret ediyor.
(Suriye'deki iç savaşın bile kuraklık ve iklim değişikliği ile
bağlantılı olduğu saptandı!) Bu bilimsel raporu yazanlardan biri,
"yeraltı su kaynakları banka hesabınız gibidir," demiş. "İhtiyacın
olduğu zaman çekersin, ama sonradan yerine konmazsa, sonunda hesabındaki
paranın yerinde yeller esmeye başlar." 4 Fizik
bilimlerden sosyal bilimlere, siyaset bilimine küçük bir sıçrama
yapalım: Bu sinsi kuraklık tehlikesinin tüm bölgede sebep olabileceği
kıtlık ve –Türkiye-Suriye-Irak-İran arasında– doğuracağı çatışmaların boyutunu önceden kestirmek için ise kâhin olmamıza gerek yok herhalde.
Fizikle kavga etmekteyiz!
Aslına bakarsanız, burada insanlarla fizik arasında bir kavgadan bahsediyoruz.5
Fizik dünyası, insanların koyduğu takvimlerle zerrece ilgilenmez.
Karbonu fiyatlandırırsanız benzin fiyatları artar, o zaman da inşaat
sektörü krize, ekonomi durgunluğa girer, ülkenin büyüme hızı düşer,
iktidarlar da seçim kaybeder…Fizik bunlarla da ilgilenmez, hatta bunları
hiç takmaz . Fizik, iklim değişikliğine karşı tedbir almak üzere
harekete geçilirse, dünyadaki en kârlı endüstri olan fosil yakıt
endüstrisinin kârlarının küçülmesiyle de ilgilenmez. Fizik, ortalığa
saçtığımız karbondiyoksidi alır ve onu ısıya dönüştürür. Bu da
buzların daha fazla erimesi, deniz seviyelerinin yükselmesi, fırtına ve
sellerin artması demektir. Ve, öteki tüm sorunlardan tamamen farklı
olarak, ne kadar az şey yaparsanız, o kadar kötüye gider işler. Hiçbir
şey yapmadan durun bakalım, elinizde patlayan kâbusun büyüklüğünü
seyredin ondan sonra.
Fizik
kurallarının emrettiği takvime uygun olarak harekete geçmezsek eğer,
ondan sonra harekete geçmenin bir anlamı kalmayacaktır. İklim
değişikliği, fizik kuralları gereği, geri döndürülmez bir süreçtir;
sonsuza kadar gider.
***
Yukarıda
sıraladığımız korkunç raporların tümü Mart ayındandı. Dünyanın önde
gelen az sayıdaki saygın gazete, bilimsel dergi ve bloglarının
taranmasıyla elde edilmişti. Ezici çoğunluğu dünyada da, ülkede de
medyada sessizce geçiştirildi. Ama buna alışkınız zaten. Bu konuda uzun
zamandan beri özel çıkarların (petrol, enerji şirketlerinin vb.)
yürüttüğü bir sessizlik kumkuması mevcut. Büyük paralar harcanarak
yürütülen bütün bu lobi faaliyetlerine, çarpıtmalara ve kuyruklu
yalanlara rağmen kamuoyunun, sıradan insanların önemli bir çoğunluğu
yaklaşan felaketin pekâlâ farkında. Özellikle de çocuklar ve gençler.
Onlar belki de içgüdüsel olarak gerçekten ilgili, kaygılı ve
farkındalar. Kısacası, insanlar bilimcilerin, araştırmacıların, dürüst
gazetecilerin rapor, araştırma ve haberlerini görmeseler bile tehlikenin
farkındalar.
Tam
da şu sıralarda Türkiye'nin tanınmış kamusal aydınlarından bir kesim de
iklim krizi üzerindeki sessizlik perdesini kaldırmak, bu büyük tehdide
karşı toplumsal bilinci yükseltmek amacıyla harekete geçti.
Bilebildiğimiz kadarıyla bu, Türkiye'de ilk kez oldu. Aralarında
toplumun önde gelen sanatçı, yazar, akademisyen, müzisyen ve
girişimcilerinin de bulunduğu bu insanlar, bir manifestoya imza attılar:
"Gezegen Elden Gidiyor - Buna Razı Gelemeyiz”... Adalet Ağaoğlu, Ali
Nesin, Ara Güler, Barbaros Çetin, Güven Güzeldere, Haluk Bilginer, Harun
Tekin, İbrahim Betil, İbrahim Özdemir. Murat Türkeş, Nebahat Akkoç,
Ömer Madra, Pelin Batu, Rakel Dink, Sevil Turan, Sezen Aksu, Şafak
Pavey, Tarhan Erdem, Tarkan, Ümit Boyner, Ümit Şahin ve Yaşar Kemal
manifestonun ilk imzacıları arasında yer aldılar.6
Ayrıca,
çevre ve ekolojiden insan haklarına, inanç temsilcilerinden demokrasi
kuruluşlarına, sanat kurumlarından sağlık örgütlerine, kadın hakları
kuruluşlarından çocuk haklan temsilcilerine, gençlik hareketlerinden
meslek örgütlerine sivil toplumun geniş bir kesimini temsil eden
kurumlar manifestoya destek verdi ve vermeye de devam ediyor.7
İklim, çağımızın en büyük insan hakları mücadelesinin ana "sahnesi". İklim değişikliğini yavaşlatmak için topluca harekete geçmeden hiçbir şey elde edemeyiz. Dönülmez akşamın ufkundayız ve bu, bizim son şansımız.
Vakit
çok geç olmadan, imzalarımızla karar alıcıları ekonomik, siyasi ve
kültürel bakımdan güçlü bir değişikliğe doğru yönlendirebiliriz. Onları
yenilenebilir enerji kaynakları konusunda tutarlı ve istikrarlı
politikalar izlemeye, artık nihayet somut hedefler belirlemeye ve
bunları uygulamaya zorlayacak büyük bir baskı grubu oluşturabiliriz.
İşte bu sebeplerle, 24 Mart Pazar gece yarısında change.org
üzerinden bir imza kampanyası başlatıldı. Meclisten ve siyasi karar
alıcılardan yenilenebilir enerji kaynakları konusunda tutarlı ve
istikrarlı politikalar belirlemesini, bu yönde toplumun önüne somut
hedefler koymasını ve bunları süratle hayata geçirmesini talep ediyoruz.
Ve ancak o zaman, hayattaki tek evimiz olan bu gezegeni kurtarmak için
bir şansımız olabilir." Böyle deniyor metinde.
Kimseye
akıl öğretecek halim yok, ey okur. Ama, günümüz genç kuşağı başta olmak
üzere bu vicdani kaygıyı içinde hisseden herkesin change.org/iklimicin
linkini tıklayarak bu kampanyaya katılması çok iyi olurdu diye
düşünüyorum. Hatta çevrenizdekileri de işin içine katmak için birşeyler
yapsanız daha da iyi olurdu.
Ne de olsa iklim değişikliği bütün o müthiş adaletsizliği ile, başta günümüz gençliği, hepinizi ve hepimizi vuruyor çünkü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder