Sonunda olan oldu, ey okur: Tek kutuplu bir dünyamız var artık diyebiliriz. Çok değil sadece birkaç
yıl sonra uydudan çekilen fotoğraflarda bir bakacağız: yoook! Yazları
Kuzey Kutbu’nda herhangi bir beyazlık olmayacak artık. Yaz buzları bir
daha sonsuza kadar geri gelmemek üzere eriyip gitmiş olacak. Ağustos’un
son haftasında Kuzey Buz Denizi'ndeki buzlar, en düşük seviyesine
varmalarına daha üç hafta kala, erime rekorunu kırdılar bile: Önceki
rekorun kırıldığı 2007 yılından yüzde 50 daha büyük bir erime oranı var!
Bundan sonrası ise, hani nasıl derler, hep yokuş aşağı!
Kuzey
Buz Denizi'nde 1979-2010 yılarının Ağustos aylarındaki buz tabakasının
genişliğini karşılaştıran uydu fotoğrafı. (Tturuncu çizgi 1970 yılındaki
sınırları gösteriyor. Kaynak: National Geographic)
Bilim
insanları defalarca anlatmışlardı bunu ama bir kez daha özetlemekte
sakınca yok herhalde: Kuzey Kutup bölgesi (Arktik), kuzey yarıkürenin
geri kalan kısmına göre iki kat hızlı ısınıyor. Orada iklim krizi
sürekli kendini yenileyip keskinleştiriyor çünkü: Örneğin, buz örtüsü
eridikçe alttaki koyu lacivert deniz açığa çıkıyor, daha önce o bembeyaz
buz yüzeyinin uzaya geri yansıttığı ısı yansımaz oluyor artık ve
emiliyor (massediliyor/absorption); böylece küresel ısınma hızlanıyor.
Kuyruğunu yiyen yılan gibi birşey yani.
“Arktik
ölüm sarmalı” da diyorlar buna. Böyle ağır bir terim kullanılmasının
bir sebebi var: Küresel ısınmanın açık bir işareti olmasının ötesinde,
“oralarda ... uzakta” buzların erimesinin, “bizim buralarda” yaşanan
aşırı hava olaylarını da tetiklediği, bizim hayatımızdaki çalkantıların
da “müsebbibi” olduğu kanıtlandı çünkü. Örneğin, yeni bir araştırmada,
Arktik buz kaybının “kuraklık, seller, soğuk dalgaları ve sıcak
dalgaları gibi aşırı hava olayları”nın oluşumunu kolaylaştırdığı tespit
edildi. Kuraklık dünya gıda fiyatlarını rekor seviyelere çıkartıyor,
buysa dünya gıda güvenliğine –ve dolayısıyla dünya barışına– ciddi bir
tehdit oluşturuyor. 1
***
Avrupa’da
50 bin kişiyi öldüren sıcak dalgası (2003), Rusya’yı kasıp kavuran
korkunç sıcak dalgası (2010), geçen sene Texas’ta 5 milyar dolardan
fazla zarara yol açan kuraklık, bu sene Amerikan Ortabatı’sını mahveden,
ayrıca 48 eyaleti rekor üstüne rekor kırarak kateden tarihî sıcak
dalgaları ve kuraklık, Atlantik Okyanusu'nun öbür yanında ise İngiltere
ve Galler’i sırılsıklam eden 100 yılın en ıslak ve yağmurlu yazı (ki,
Britanya ahalisinin çoğunluğunun durmak bilmeyen ağır yağmurları hâlâ
iklim değişikliği ile bağlamadığına bakılırsa, bu yağmurlara “ahmak
ıslatan” demek de pekâlâ mümkün aslında), Hindistan’da tarihinin en
büyük elektrik kesintilerine yol açan (bir seferde 670 milyon kişiyi,
yani dünya nüfusunun neredeyse 10’da birini!) karanlıkta/enerjisiz
bırakan) ve ülkede milli gelir (ya da daha doğru bir deyişle YİGSH)
büyümesinin en az yüzde 5’ini götürmesi beklenen! sıcaklar, geçen yıl
Tayland’da dünyanın en pahalı 4. felaketi olarak kayda geçen, YİGSH’nin
yüzde 18’ini silip süpüren, ve Bangkok’un başkentlikten çıkarılmasını
düşündüren seller (ki, bu sene sonunda dünyanın en büyük karbon ayak
izine sahip ülkesi Katar’da yapılacak olan iklim zirvesinin bir ön
toplantısı işbu Bangkok’ta yapıldı, tam anlamıyla havanda su dövüldü),
gene bu sene Çin’in 60 yıldır (yani, Türkçeye tercüme edersek,
kayıtların tutulmasına başlanmasından bu yana) gördüğü en büyük seller,
İspanya’da Kanarya adalarında binlerce yıllık birikimi, Yunanistan’da
Sakız adasının eşsiz sakız ağaçlarının bir bölümünü kül eden yangınlar, Balkanlar’da
Ortodoks kilisesi ruhban takımını topyekûn yağmur duasına çıkaran
kuraklıklar, Türkiye’nin dört bir yanında irili ufaklı yüzlerce orman
yangını, bazı bölgelerinde uzayıp giden kuraklıklar, bazılarında ise
çocukları evlerinin bodrumunda boğarak öldüren seller...
Türkiye
demişken, ülkenin tarihinde ilk kez sap, saman ve ot ithalatına
geçileceği haberi tüm yayın organlarında –biraz da şaşkınlık ifade eden
tonlamalarla– yankılandı. Oysa, şaşılacak pek bir şey olduğu da
söylenemezdi, baharda Orta ve Doğu Anadolu’da kuraklık olmuş, hayvan
yemi üretimi düşmüş, fiyatlar yüzde 400 gibi anormal oranlarda
yükselmiş, eh o zaman da sapla saman birbirine karışıvermişti tabii!
***
Bütün
bunların iklim değişikliğinden başka bir izahı olamayacağı, tanınmış
iklim bilimcilerin, bu konu üzerinde uzun yıllardır yazan çizen
yazarların, gazetecilerin ve –son zamanlarda nihayet!– meteorologların yeni araştırma, yazı ve açıklamalarıyla iyice netleşmiş bulunuyor.
Örneğin, dünyanın önde gelen iklim bilimcilerinden James Hansen, Ağustos başlarında Washington Post’ta
yazdığı “İklim değişikliği burada ve düşündüğümüzden daha kötü”
başlıklı makalede son durumu şöyle özetliyordu: “Daha da kötüye giden
bir iklimi engellemek için harekete geçecek vaktimiz hâlâ var. Ama
değerli vaktimizi harcıyoruz. İklim değişikliği sorununu fosil yakıt
şirketlerinden toplanacak, aşamalı olarak artan ve toplanan paranın
yüzde yüzünü kişi başına tüm vatandaşlara dağıtacak bir karbon ücretiyle
çözebiliriz. Bu yöntem yenilikçiliği beraberinde getirir ve milyonlarca
yeni istihdam içeren sağlam bir temiz enerji ekonomisine geçiş
yapmamıza olanak verir.” Bunun basit, dürüst ve etkili bir çözüm
olduğunu söyleyen Hansen, yazıyı şu iki basit cümlecikle bitiriyordu:
“Gelecek, artık şimdi. Ve sıcak.” 2
Bir
başka büyük iklim bilimci, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Kurulu’nun
eski başkanı Robert Watson, gezegeninin iklim krizinden kurtulabilmesi
için, pek çok bilimci için asgarînin de asgarîsi sayılan ortalama 2
derecelik (Celsius) sıcaklık artış hedefinin (tavanın) tutturulmasını
artık imkânsız gördüğünü BBC’ye açıkladı Ağustos’un son haftasında. Prof
Sir Bob’a göre bu hedef “pencereden fırlatılıp atılmış”tı.3 Dahası,
gezegenin ortalama sıcaklığı bu yüzyıl içinde 5 dereceye çıkabilirdi!
Tabii, düşünülemeyecek kadar korkunç sonuçlarıyla...
Konuyu
biz sıradan insanların anlayabileceği şekilde ilk olarak kaleme alan
Bill McKibben, fosil yakıt endüstrisinin “gezegenin fizik sistemlerini
sistemli bir şekilde berhava ettiğini” söylüyor. Ilımlı iklimiyle insan
medeniyetlerinin yükselişine tanıklık eden 10 bin küsur yıllık Holocene
çağını geride bıraktığımızı, ve başka bir çağa geçtiğimizi belirtiyor:
“Şimdi Arktik bölgede yüzde 40 daha az buz var, okyanuslar yüzde 30
oranında daha asitli, atmosfer de sadece 40 yıldır yüzde 4 gibi
inanılmaz bir miktarda daha fazla su buharı barındırıyor.”4
Bu
hızlı iklim değişikliğinin gezegen üzerinde yaşayan canlı türlerinin
muazzam bir kısmını da yokolmaya iteceği kesin olarak hesaplanmış
durumda. Daha önceki jeolojik dönemlerde ancak dev göktaşlarının
çarpması gibi gezegen dışı etkenler yüzünden görünen bu olay, şimdi
fosil yakıt şirketleri yüzünden gerçekleşmeye doğru gidiyor. “Tabii bu
durumda göktaşı biz oluyoruz,” diyor McKibben ve şöyle devam ediyor:
“...Ve işin sinir bozucu tarafı da şu ki, bunu yapmaya ihtiyacımız yok.
Önlemek için yapılması gereken şeylerin çoğunu da biliyoruz. Niye
yapmıyoruz peki? Yapmıyoruz, çünkü, bu rota üzerinde gitmemizde, küçücük
bir insan grubunun çok büyük mali çıkarı var.” 5
Genetik-etik-ekolojik
konular üzerinde onyıllardan beri durmak bilmeden yayın yapan önde
gelen çevrecilerden David Suzuki, çevre yıkımının, ormanların
yokedilmesinin ve iklim değişikliğinin, diğer canlıların yanı sıra
insanların da sağlık durumlarını büyük tehlikeye soktuğunu yazıyor.
Suzuki, ayrıca Lyme hastalığı, Batı Nil virüsü, Ebola, SARS, AIDS, kalp
krizleri, solunum yolları hastalıkları, bulaşıcı hastalık salgınları ve
açlığa bağlı metabolizma çöküşleri gibi sayısız hastalık ve illetin
sayısında şimdiden görülen büyük artışa dikkat çekiyor... 6
Uzun
yıllardan beri iklim değişikliği ve ekoloji meseleleri üzerine
yazanlardan George Monbiot ise şöyle diyor: “Burada ve şimdi tanık
olduğumuz şey, düpedüz bu gezegenin atmosfer fiziğinin
dönüştürülmesidir.” Önümüzde, referans alabileceğimiz önceki bir örnek
olmadığı için de tamamen benzersiz olan bu durumu şöyle anlatıyor:
“Yapılabilecek bir kıyaslama yok. Bu, savaş ya da veba salgını ya da
borsanın çöküşü gibi birşey değil. Tarihî ve psikolojik olarak bunu
anlamak için yeterli donanıma sahip değiliz; bunun gerçekten olduğunu
kabul etmeyi reddeden o kadar çok insan bulunmasının sebeplerinden biri
de bu zaten.” 7
Monbiot
devam ediyor: “Hükümetlerimiz hiçbir şey yapmıyor. Haziran’da çevre
zirvesinde çevre krizine çare getirme konusunda yalancıktan bile birşey
yapmaktan vazgeçmişlerdi, şimdi de, üzerinde durduğumuz buzun dağılıp
gitmesini aptal aptal seyretmekle meşguller. Hiçbirşey dedimse de,
hiç’ten kötüsünü yapıyorlar aslında: Erime karşısındaki şaşmaz
tepkileri, erimenin açığa çıkaracağı petrolle balıkların yağmalanmasını
kolaylaştırmak oldu... “Felakete sebep olan şirketler, o felaketten bol
kâr elde etmek için oraya üşüştüler.” 8
***
“En”
başlıklı Ağustos bülteni yazısında geçen ay değindiğimiz gibi, “batan
geminin malları”na üşüşen bu şirketler arasında dünya devleri Shell,
Gazprom vb. var. ABD’nin Obama ve Rusya’nın Putin hükümetleri bu
satışlara “tam gaz ileri” talimatını verdiler bile. Britanya, Norveç
hükümetleri de, gözlerinde çizgi filimlerindeki $ işaretleriyle,
ağızlarından salyalar saçarak “Arktik’te sürdürülebilir enerji”
(tercümesi petrol) anlaşmaları yapmaktalar. Danimarka, Kanada
hükümetlerinin bu “altına hücum”da ötekilerden geri kaldıklarını
düşünmüyoruz herhalde, öyle değil mi?
Dev
şirketlerle onların hükümet ve meclislerdeki siyasi uzantılarının
yarattıkları bu adeta kozmik boyutlu yıkım karşısında, sistemin kendi
olanakları ile değişim yaratacağını da düşünmüyoruz herhalde, öyle değil
mi? (Düşünüyor muyuz yoksa?!) İnsan medeniyeti denen muazzam olayı
yaratan o büyük beyinlerimiz nedense burada işe yaramaz halde: Stop
etmiş durumda: Kaput! İnme inmiş, ya da daha acıklısı, Lobotomi ameliyatı olmuş gibi bir durum var ortada.
Tek
yapabileceğimiz, geçenlerde Tom Robbins ve oğlu Ocean Robbins’in
düzenledikleri Dünya Gıda Devrimi Zirvesi’nde McKibben’ın onlara verdiği
mülakatte söylediği: “Bu heriflerin parası puluyla başa çıkacak halimiz
olmadığına göre, tedavüle başka birimler sokmak.” McKibben’a göre,
“bunlar arasında siyasi değişim talep eden, yerel düzeyde değişim talep
eden hareketler, büyük hareketler yaratmak ve fosil yakıt sonrası
dünyanın kurum ve yapılarını inşa etmek” yer alıyor. Bu ayrıca, hem
kişisel düzeyde ve içinde yaşadığımız yerel topluluklar seviyesinde, hem
de, aynı zamanda, ulusal ve global (uluslararası) düzeyde olmak
zorunda. Ya o, ya o değil yani: hem o, hem o.
O
zaman da, medeniyeti yaratıp sonra da küresel ısınma karşısında apışıp
kalan, felç olan o “kocaman beyin”in aslında evrim sürecinde tam
adaptasyon geçirip geçirmediğini sorgulamak gerekli. Yani o büyük beyin
tam adapte olamamış olabilir pekâlâ. Ortada büyük bir eksiklik, bir
“yarım kalmışlık” var, bir tamamlanmamışlık. Dolayısıyla, ona uygun bir
“kocaman yürek” eklenmesi ve türün adaptasyonunun ancak o zaman
tamamlanması şart gibi görünüyor!
***
Aslına
bakarsanız, o kocaman korkusuz yürekleri dünyanın her yerinde gittikçe
artan bir sıklıkla, “heyecanla küt küt atarken” görüyoruz. İnsanlar,
dünyanın dört bir yanında çoluk çocuk, konu komşu ortaya çıkmaktalar:
Geçen yaz zift kumu petrolü için dev boru hattı inşasına karşı
bedenlerini ortaya koyan, kendilerini tutuklatıp hapse giren 1,253
kişiyi, bir tek gün içinde Senato’ya 800 bin dilekçe gönderen insanları,
Beyaz Ev’in çevresini 5 kere çevreleyerek “kuşatan” 14 bin insanı,
Shell’in Çukçi denizinde arama yapacak gemisinin önüne çıkan, Gazprom’un
Peçora denizine açılacak dev petrol platformuna ve arama gemisine
tazyikli sulara, tutuklama tehditlerine rağmen kendini zincirleyen,
bütün o gözlerimizden uzak ve gönüllerimizden ırak yerlerde büyük
riskleri çocuklarımız için göze alan Greenpeace aktivistlerini
gördük.... ABD’de eyaletlerinin hükümetlerine, iklim değişikliğine karşı
yeterince tedbir almayıp toplum sözleşmesine ve anayasayı ihlal
ettikleri gerekçesiyle dava açan 12 ve 16 yaşındaki kız çocuklarını, 50
başka yerde onlar gibi dava açan gençleri, kaya gazı çıkarma (fracking)
ve dağları kömür için paralama (mountaintop removal) gibi vahşi
yıkıcılıkta faaliyetlerinin önüne kendi bedenlerini atan ve ne polisle,
ne ulusal muhafızlarla imkânı yok bir türlü durdurulamayan insanları, Türkiye’de
örgütlenip, her türlü çevre yıkımına karşı hukuki ve sivil itaatsizlik
mücadelelerini duraksamadan yürüten çevre avukatlarını, Sabah özerk
bölgesinde cennet adayı mahvedecek kömürlü termik santral yapımını
engelleyen çıplak ayaklı genç kızlarla delikanlıları gördük...
Meselenin
can damarı da bu zaten: Ancak bu kocaman yürekler sayesinde bir küçücük
şansı olabilir gezegenin. Gezegenin ve onun üzerinde yaşamlarını
sürdürme haklarını savunduğumuz gelecek nesillerin... Evet, biliyoruz,
küçücük bir pencere; ama ne yapalım ki elimizdeki yegâne olanak da
bundan ibaret.
Fosil
yakıt salımlarını kısıtlamak için çok ciddi tedbirler alınmasını,
mesela karbonun ücretlendirilmesini, fosil yakıt şirketlerinden böylece
elde edilecek gelirin de tümüyle vatandaşlar arasında eşit olarak
dağıtılmasını siyasî bakımdan gerçekçi bulmayanlar çoğunlukta. Lâkin, bu
doğru değil. Doğanın kendisinden daha gerçek ve gerçekçi bir kavram
düşünülemez. İşte bu yüzdendir ki, asıl gerçekçi önerilerin yalnızca
bunlardan ibaret olduğunu, sanırım pek yakında çok daha fazla sayıda
insan görecek – veya görmek zorunda kalacak.
Aynı
şey, bunca zamandır, bunca güçlüklerle iklim, çevre ve ekoloji
mücadelesi veren aktivistler için de geçerli: Onlara çoğunlukla
“radikal” insanlar gözüyle bakılıyor – radikal kavramına biraz da
kötücül bir anlam yüklenip. Bu insanlar, “kökten değişiklik yapmak
isteyen” bir tür vahşi cengâverler gibi görülüyorlar. Lâkin, bu da doğru
değil. Aksine, onlar, içine doğmuş oldukları, çocukluktan beri
bildikleri, alıştıkları o harikulade dünya, üstündeki olağanüstü
canlılar âlemi ile birlikte pek değişmesin, yani kendi iç
dinamiklerinden başka bir müdahale ile değişmesin diye didinen
“tutucular” aslında. Asıl radikal, yani köktenci olanlarsa, yeryüzünün
onbin yıllık kimyasıyla fiziğini ta kökünden, bir daha geri dönmeyecek
şekilde değiştiren fosil yakıt şirketleri. Bu, henüz yeterince kabul
görmeyen bir bakış olabilir, ama Toprak Ana, sanırım etimolojiyle ilgili
bu kavram karışıklığını da oldukça yakın bir tarihte radikal biçimde
giderecek, solumuza soğan, sağımıza da sarmısak asacaktır.
***
“Ânın
Sıcaklığı” başlıklı yazısını şu cümlelerle bitiriyor Monbiot:
“Çocuklarımız ilerde şunu mu görecek yani: Bu harika dünyamızı mümkün
kılan o elverişli ortamı târumâr ettik; ondan sonra bunu tamir etme
fırsatını da, verdiğimiz zararı katbekat artırmak için kullandık? Bunu
mu diyeceğiz? Elbette hepimiz, ‘aklımızda başka amaçlar vardı ve biz
onlara uygun hareket ettik ya da hiç hareket etmedik ve durduk, çünkü
hayat önümüze başka âciliyetler çıkarmıştı, onları daha önemli gördük’
filan diyebiliriz. Ama –en nihayetinde bir tepki göstermezsek– bundan
doğacak sonuçlar, onları biz tasarlamışız gibi olacaktır, bu kesin.
“Salaklık
mı, açgözlülük mü, yoksa pasiflik mi? Nasıl bütün kıyaslamalar
buharlaşıp gidiyorsa, bu kelimeler de öyle: uçup gidiyorlar işte. Buz,
yani üstünde o kadar çok şeyin durduğunu daha yeni keşfettiğimiz o
sağlam ve kavi zemin, eriyip havaya uçuyor. Ve, barışa, refaha,
ilerlemeye dair ne kadar iddiamız varsa dünyada, onlar da çok
muhtemeldir ki aynı akıbete uğrayacak.” 9
Yazar sözü Shakespeare’le bağlamış. Eh, ne yapalım, biz de ona uyalım bari:
“Boş ver, keyfini bozma bayım;?
Şenliklerimiz burada bitti. ?
Gördüğün oyunculara gelince,?
Sana dediğim gibi, onlar birer ruhtu ve?
Hepsi eriyip havaya karıştı, o incecik havaya.?
İşte tıpkı bu hayallerin elle tutulmaz dokusu gibi,?
Tepesi bulut kaplı burçlar, görkemli saraylar,?
Ulu mabetler, hatta şu yüce yerküre?
Ve üstünde var olan ne varsa eriyip gidecek;?
Biraz önce uçup giden şu hayali gösteri gibi,?
Dumanı bile kalmayacak ardında.” 10
2 http://www.washingtonpost.com/opinions/climate-change-is-here--and-worse-than-we-thought/2012/08/03/6ae604c2-dd90-11e1-8e43-4a3c4375504a_print.html (http://www.yesilgazete.org/blog/2012/08/06/iklim-degisikligi-burada-ve-dusundugumuzden-daha-kotu-james-hansen/)
4 Bill McKibben interview, http://www.foodrevolution.org/; ayrıca, bkz: http://www.yesilgazete.org/blog/2012/08/04/kuresel-isinmanin-dehsetengiz-yeni-aritmetigi-bill-mckibben/
5 agy
8 agy
9 agy
10 Fırtına, Dördüncü Perde, Birinci Sahne; çev.: Can Yücel, http://www.sosyalistarsiv.com/ceviri-tiyatro/346-shakespeare-firtina.html?langid=1
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder