Giriş
Ortalığın bütün bu karışıklığına,
durdurulamayan şiddet dalgasına, çözülemeyen ve çözülemediği gibi çözümsüzlüğü
artıyor gibi görünen Kürt meselesine, Türkiye-Suriye sınırının iki tarafından
uçuşan bombalarla, top mermileriyle ve havanlarla iki tarafta da çoluk çocuk
insanların öldürülmesine, dörtbir yanda esen ve gittikçe kuvvetlenen uğultulu
savaş rüzgârlarına – evet bütün bu korkunçluk ve vahamete rağmen, biz gene de
eski telden çalalım, iklim vak’anüvisliğine bu ayda da devam edelim istiyoruz,
ne dersin ey okur? “Vakayinâme-i İklimiyye”ye yani? Böyle bir “tarihçe”ye
ziyadesiyle ihtiyacımız var gibi görünüyor zira. Hatta her zamankinden fazla.
Sağda solda böyle bir zahmete katlanmaya hazır kimseye pek raslanmadığı ise
aşikâr. Onun için, öyle görünüyor ki, iş Açık Radyo’daki hakir kullarınızın
nâçiz omuzlarına düşüyor gene.
Önce iki not: Takdir edersiniz ki bu,
zahmetli olmanın yanısıra, biraz da rizikolu bir uğraş. Bundan ötürü, mümkün
olduğu ölçüde etliye sütlüye karışmadan; bilmediğimiz, anlamadığımız işlere
burnumuzu sokmadan ve –belki de en önemlisi– kendimizden neredeyse hiç yorum
katmadan, dümdüz bir döküm çıkarmaya çalışalım istiyoruz ortaya.
İkinci notumuz da şu: Ağustos’tan bu yana
art arda yayımlanan iklim kroniklerinin biraz uzun olduğu doğru. Uzunluğun
okunurluğu azaltabileceği de doğru (ve gayet doğal). Tehlikenin farkındayız. Ne
var ki, öbür tehlike daha büyük! Çok
daha büyük! Yani, hayattaki yegâne evimiz olan bu harikûlade gezegeni hızla
yıkıma sürükleyen iklim değişikliği ve çevre krizi öylesine büyük bir bela
arzediyor ki hepimizin başına, öyle kuru, sıkıcı ve uzun bir yazı yazıp
kimseciklere okutamama riskini bile göze almaya değebilir diye düşündük.
Yöntem
Girizgâh notları bitti. Şimdi bakınız ne
yapalım. Önce, çok yakın geçmişe, “dün”e bakalım. Yani, sadece son bir –bilemediniz-
bir buçuk ay içinde yayımlanmış bilimsel rapor ve analizlerdeki verileri ele
alalım. İkincisi, bunu yaparken, sadece dünyanın en saygın kurumlarının
açıklamalarına itibar edelim. Üçüncü olarak da, sadece dünyanın en önde gelen
uzmanlarının, bilimcilerinin, girişimcilerinin, yazar ve gazetecilerinin, yeni
çıkarım ve yorumlarına bakalım. Gerisi, yani yeterince meşhur olmayan, adı sanı
pek duyulmamış, “marjinal” kurum ve insanlar dışarıda kalsın; biz de böylece
inandırıcılık katsayımızı yüksek tutmaya çalışalım.
Ayrıca, bütün bunları yaparken basit ve
yalın bir metodoloji kullanalım: Önce verileri, haberleri, yapılan hesap
kitabı, tahmin, yorum ve uyarıları –öyle elimize geçtikleri ya da gözümüze
iliştikleri sırayla– bir dizelim. Sonra da, bunları düpedüz
“kes-kopyala-yapıştır” yöntemiyle alt alta “yazarak” dipnotlarıyla birlikte
sizlere aktaralım.
Aktaralım ki, kişisel, öznel, sübjektif
yorumlar, yakınma, ağlama, sızlamalar, mübalağa, spekülasyon, korkutma,
çarpıtmalar, yalan dolan, hile hurda, kem göz, velhâsıl bilumum habislikler ...
bunların bir tekinin gölgesi bile zinhar aramıza giremesin.
Kısacası ey okur, ne ise hâlimiz, o
çıksın fâlimiz...
Haydi bakalım öyleyse: Al gözüm seyreyle
salih!
Çöküşe 4 Yıl Kaldı
Eylül başında, dünyanın en büyük buz ve
buzul bilimcilerinden biri olan Cambridge Üniversitesi’nden, Profesör Peter
Wadhams, dünyanın en saygın yayın kurumlarından biri sayılan BBC’ye verdiği bir
demeçte, Kuzey Kutup bölgesinde (Arktik’te) küresel ısınma yüzünden görülen
görülen buz erimesinin, insanın “küresel ısınmaya katkısını fiilen 2 katına
çıkardığını” açıkladı! Yani, Arktik’teki buz erimesi yüzünden güneş ışınları
artık uzaya geri yansımıyor, açık denizin koyu renkli yüzeyi tarafından
emiliyordu. Bu erime de atmosfere “insan tarafından 20 yıllık ilâve karbondioksit
(CO2) salımına denk” idi.[1]
Kuzey Kutup Bölgesi’nde eriyen buzlar
konusundaki ürkütücü haberler ay boyunca kötüleşerek devam etti. ABD’nin ve
dünyanın en önde gelen araştırma ve gözlem kuruluşlarından Ulusal Kar ve Buz
Veri Merkezi (National Snow and Ice Data
Center [NSIDC]), Arktik buzlarının erime oranı üzerine 20 Eylül 2012
tarihinde bir rapor yayımladı. Buradaki yeni verileri yorumlayan dünyanın önde
gelen bilimcileri ve çevre kampanyalarının direktörleri, alarm seviyesini
yükselttiler ve iklim değişikliğinin gittikçe ciddileşen ve büyüyen tehlikeli
gerçekliği konusunda dünyayı seferber olmaya davet eden yeni bir çağrı yayımladılar.
NSDIC raporları şunu gösteriyordu: Kuzey Buz Denizi’nde buzların erimesinde bu
yıl rekor seviyeye ulaşılmış olması bir yana, erime daha önceden bilim
insanları tarafından hiç tahmin edilmemiş seviyelere erişmişti. Saygın merkezin
tecrübeli Direktörü Mark Serreze, gelen veriler karşısında şok geçirdiğini
ifade ediyor ve “artık bilinmeyen, belirsiz sularda kulaç attığımızı”
söylüyordu.[2]
Dünyanın önde gelen iklim bilimcilerinden
biri, belki de birincisi sayılan, NASA Goddard Enstitüsü direktörü ve New York
Columbia Üniversitesi Yeryüzü Bilimleri Bölümü öğretim üyesi Dr. James Hansen,
ortaya çıkan bu yeni gerçeklik durumunu “gezegende âcil durum” olarak
adlandırıyordu. “Kamuoyunun bunu idrak etmesi zor,” diyordu Hansen, “Çünkü
insanlar başlarını pencereden çıkartıp dışarı baktıklarında görünürde fazla
birşey olmuyor gibi.” Ne var ki, “bilimin bu konuda billur gibi berrak”
olduğunu söylüyordu Hansen. Arktik’te olup bitenler konusunda bilimcinin
anladığı ile ortalama insanın anlayabildiği arasındaki büyük mesafeden
yakınıyor, sonra sakince şu cümleyi ekliyordu:
“Fosil yakıtların tümünü yakarsak,
felakete yol açacağımız kesin.”[3]
Kuzeyde deniz buzları görülmemiş
seviyelere düşerken, Kutup okyanusları ve buzları fiziği uzmanı Profesör
Wadhams, bir kez daha konuştu ve Arktik’te yaz ayları buzlarının ömrüne 4 yıl
biçti! Kuzey enlemlerinde gelişen bu oluşumu “Küresel bir felaket” olarak
niteleyen Profesör şöyle dedi: “Nihaî çöküş şu anda oluyor ve bu süreç
muhtemelen 2015’le 2016 arasında bir yerde sona erecek.”[4]
Cevap: Petrole Hücum!
Bunun sonuçlarının “fecî” olacağını
belirten Wadhams, en büyük olumsuz sonucun küresel ısınmanın hızlanması
olacağını tespit ediyordu. Arktik denizlerin kıta sahanlıklarının permafrost
tabakası (sürekli donmuş haldeki karalar) olduğunu, deniz suyunun ısınmasıyla
bu tabakanın çözülüp eriyeceğini ve çok güçlü bir sera gazı olan metan gazının
muazzam miktarlarda açığa çıkacağını, bunun da küresel ısınmaya büyük bir ivme
kazandıracağını öngörüyordu Profesör.[5]
Önde gelen çevre kuruluşu Greenpeace’in
uluslararası direktörü Kumi Naidoo bu yeni veri ve bulgular üzerine New York’ta
düzenlediği bir kamusal tartışma forumunda, sera gazı salımlarını sınırlama
çabalarını Kuzey Kutbu’nu kurtarma çabalarını “çağımızın tayin edici çevre
muharebesi” olarak niteledi. Naidoo, insanın sebep olduğu iklim değişikliğinin
giderek artan kanıtlarıyla bir arada ele alındığında, NSIDC’nin Kutup raporunun
“İnsanlık tarihinde belirleyici bir kritik ânı (moment) temsil ettiğini”
açıkladı insanlara: “Yalnızca 30 yıl içinde gezegenimizin uzaydan görünüşünü
değiştirdik. Pek yakında Kuzey Kutbu yazları tümüyle buzdan arınmış olacak.
İklim değişikliğinin temel sebepleriyle uğraşmak yerine siyasi liderlerimizin
bu cevabı da, buzun erimesini seyredip ganimeti yağmalamaya ve paylaşmaya
girişmek oldu.”[6]
Yeryüzünün en etkili çevre ve iklim
örgütlerinden 350.org’un kurucularından, yazar, akademisyen, aktivist ve –ünlü Time dergisinin tanımlamasıyla– dünyanın
en iyi yeşil gazetecisi Bill McKibben, Kuzey Kutbu’ndaki buzların hızla erimesi
karşışında küresel tepkinin, ihtiyaç duyulan tepkinin tam anlamıyla zıddı
olduğunu belirtti. Tam olarak şöyle dedi McKibben: “Alarm, panik ya da bir
âciliyet duygusu ile harekete geçecek yerde, bu duruma karşı ‘hadi şimdi oraya
dalalım, petrol çıkaralım’ şeklinde tepki verdiler. Yüzyüze geldiğimiz en büyük
tehlike ile başetme konusundaki âcizliğimizi bundan daha iyi ortaya koyan bir
örnek daha bulunamazdı doğrusu.”[7]
Medya
İşin kötüsü de neydi biliyor musun, ey
okur: En büyük meselemiz, buzların erimesiyle başlamıyordu bile! Dünyanın sürdürülebilirlik iletişimi ve sosyal
sorumluluk konularında uzmanlaşmış önde gelen kuruluşlarından EarthPeople
şirketinin başkanı olan gazeteci ve yazar Anna M. Clark, ana meseleyi ekonomi,
imalat ve üretim ilişkileri üzerinden şöyle tanımlıyordu: “İnsanlar, tarihte
varolmuş malların tümünden fazlasını yalnızca 1950’den bu yana ürettiler. [...]
bizim bu malları tüketmemizin –ki doğal sermayenin hayli verimsiz bir kullanım
şeklidir bu– çevre üzerindeki sonuçları upuzun bir liste oluşturur: Sayacaklarımın
üstüne bir işaret atıp geçin: Akıllara durgunluk veren boyutta bir orman
tahribatı – işaretleyin. Durmadan artan sera gazı salımları – işaretleyin.
Sıcaklıkların, deniz seviyelerinin, aşırı hava olaylarının sıklık oranlarının
durmadan artması – işaretleyin, işaretleyin, işaretleyin.”[8]
İşaret ve kontrol listesinin neredeyse
sonsuz uzunlukta olduğunu söylemek de abartma olmaz. ABD Federal hükümetlerinde
çeşitli görevlerde bulunmuş, jeolog, yazar ve gazeteci John Atcheson, önümüze
oluk gibi gibi akan veri yığınını listeleyip işaretliyordu:
“Arktik buzlarının ölçülmüş en düşük
seviyesine düşmesi – işaretle.
Şimdiye kadar ölçülmüş en sıcak kış,
bahar, yaz, yıl, onyıl – işaretle.
50 yılın en yaygın kuraklığı (ve bunun
sürüp gitmesi) – işaretle.
Tarihte şimdiye kadar kayıtlara geçmiş en
feci seller – işaretle.
Milyarlarca yıldan beri ortaya çıkmış en
sıcak denizler – işaretle.
Şimdiye kadar ölçülmüş en asitli
okyanusların oluşması – işaretle.
Tek bir yıl içinde atmosfere salınan en
fazla sera gazı – işaretle.
Ölçülen en büyük permafrost erimesi (ve
metan salım rekoru) – işaretle.[9]
İlginç bir not ekleyelim buraya, parantez
olarak: Son zikredilen her iki yazar da yerleşik medyanın (bilhassa Amerikan
medyasının) gezegen boyutundaki bu büyük trajedi konusunda herhangi bir ciddi
yayın yapmamasındaki ek trajediyi ayrıca ele alıp kuvvetle eleştirmekteler.
Mesela, Clark’ın makalesi, ana mesajı daha başlıktan çakmış bile: “Amerika’nın İklim Değişikliği Konusunda
Çarpıtılmış Haberlerle Zehirlenmiş Atmosferi”. Atcheson ise “Bildiğimiz Dünyaya
Sonsöz Yazmaktayız” başlıklı yazısını şu cümle ile noktalıyordu: “Peki ya
basın? Onlar harıl harıl sonsözü yazmakla meşguller canım.”[10]
“Devrilme Noktaları”
İmdi, Kuzey Kutbu’nun buzları gözümüzün
önünde inanılmaz bir hızla eriyip giderken, bilim insanlarının gözleri bu sefer
hemen başka bir yere, o canalıcı “devrilme noktaları”na (tipping points) çevriliveriyordu. Devrilme noktası diye
adlandırılan bu “durum”, bir eşik aslında: Eşik bir kez aşıldı mı, artık bir
daha geri çevrilemiyor; üstelik başka alanlarda çok temel, köklü değişimlere
yol açıyor. Avustralya hükümetinin küresel ısınma bilimi konusundaki baş
danışmanı olan tanınmış iklim bilimci Will Steffen, Avustralya’nın en önde
gelen medya gruplarından birine ait büyük internet haber sitesine verdiği
demeçte şöyle diyordu: “[Devrilme noktası], bölgesel seviyede sıcaklığın
artmasına yol açan, ama bununla kalmayıp, başka sistemler üzerinde akış etkisi (flow-on effect) doğuran bir tetiktir.”[11]
Eşik ya da devrilme noktalarını
birdenbire önemle yeniden gündeme getiren bu Avustralya gazetesinde, ABD’nin ve
dünyanın en önde gelen bilim kuruluşlarından biri, hatta birincisi sayılan
Ulusal Bilimler Akademisi’nin (National
Academy of Sciences), son derece saygın yayın organı Proceedings dergisinde (PNAS)
8 yıl önce yayımlanmış bir araştırmaya atıf yapılıyordu. Britanya’daki ünlü
Tyndall İklim Değişikliği Araştırma Merkezi’nin direktörü, Almanya
hükümetlerinin iklim başdanışmanı ve Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi üyesi
Hans Joachim Schellnhuber, daha 2004 yılında, bir düzine kritik noktanın
(eşik/devrilme noktası) saptanması için yapılan araştırmanın başında
bulunuyordu. “Dünyanın Aşil Topukları” diye de adlandırabileceğimiz bu
eşiklerin kavranmasının, ayrıca tetiklenmeyi önlemek için zamanında harekete
geçme yönünde küresel bir efor harcanmasının mutlak bir zorunluluk olduğu
raporda önemle belirtilmekteydi.[12]
Ne yazık ki, böyle bir gelişme olmadı; küresel değil, bölgesel bir efor dahi
harcanmadı.
Bilim insanlarını asıl kaygılandıran,
olayların böylesine müthiş bir hızla gelişiyor olması. Bu eşiklerin aşılmasını
önlemenin bilinen bir tek yolu var, o da sözkonusu değişikliklere yol açan
insan kaynaklı sera gazı salımlarını kesmek. Alanın çığır açan araştırmalarından
birinde, ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın iklim bilimcilerinden
Andrew A. Lacis şu tespiti yapıyordu: “Küresel ısınmanın etkisini önlemekte,
atmosferdeki Karbondioksit (CO2) seviyesini düşürmek için insanların doğrudan çaba göstermesinden başka geçerli bir
alternatif yoktur.”[13]
Bill McKibben da, The Progressive dergisine verdiği çok yeni bir mülakatta, bu
canalıcı gerçekliği azıcık daha az bilimsel, azıcık da daha dramatik bir dille
kulaklarımıza ‘fısıldamaktaydı’: “Gerçekten hızlı davranmazsak, işler çok çok
çok çok çok çok daha kötü olacak. [...] Aynı yolda devam edersek, dünya
yıkılacak.” [14]
Atalet ve/ya Felç
Buna karşılık, belki hepimize birden inanılmaz
gelecek, ama siyasetçilerden ve siyasi liderlerden bu yönde herhangi bir
kıpırtı olduğuna dair bir emare görünmüyordu ortalıkta. Guardian’ın birçok uluslararası ödül almış yazarı aktivist George
Monbiot, “Arktik Buzları ile Birlikte Zengin Ülkeler Dünyasının Kendini
Beğenmişliği de Eriyip Gidecek” başlığı ile önemli bir tespit yaptığı
makalesinde, ortadaki genel ‘atalet’, hatta ‘felç’ durumunu şöyle
özetlemekteydi: “Hükümetlerimizin hiçbir şey yaptığı yok. Haziran’daki zirve
esnasında çevre krizine cevap verirmiş gibi yapma zahmetine bile
katlanmadıkları gibi, şimdi de, üzerinde durduğumuz buzların erimesini aptal
aptal seyretmekten başka birşey yapmıyorlar. Hiçbir şey yapmamaktan da kötüsünü
yapıyorlar aslında. Hükümetlerimizin bu erime karşısındaki şaşmaz tepkisi,
eriyen buzun açığa çıkardığı petrolle balıkların ele geçirilmesini [ve bir de]
bu felakete yol açmış olan şirketlerin şimdi de kâr uğruna buralara
üşüşmesini kolaylaştırmaktan ibaret.”[15]
Arktik’teki rekor erime felaketi Ağustos
sonunda bilim insanları tarafından duyurulduğunda ne oldu? İtiraf etmeliyiz ki,
bu olay, mütevazı Açık Radyo’muz gibi bazı önemli istisnalar dışında dünyadaki
radyo, televizyon, gazete ve dergilerin ezici çoğunluğunda haber değeri
kazanmayı başaramadı. Örneğin Britanya’da manşetler Heathrow hava limanına
üçüncü bir uçak pisti yapılması çağırısına odaklanırlarken, günün hararetli
tartışma konusu Britanya’nın yeni pistlerinin ve havalimanlarının nerelere
yapılabileceği üzerine yapılmaktaydı. Monbiot, bunların yapılmasında sakıncalar
olabileceği konusunda bir tartışmanın asla gündeme gelmediğini yazıyor ve şunu
ekliyordu: “Kutuptan gelen şoke edici bu haber ile sera gazı salımlarımızı
artırma konusundaki bu azmimiz arasında bağlantı kuran da pek yoktu.”[16]
Türkiye’de de benzer bir duruma rastlamak
mümkündü. Haziran’da başlayıp Ağustos’ta iyice ivme kazanan, Kuzey Kutup
buzlarının bir ‘ölüm sarmalı’ içinde çöküp gitmekte olduğu yolundaki haberleri
hiç duymamışa benzeyen gazete, televizyon ve haber ajanslarının bu tarihlerdeki
başlık ve manşetleri, sık sık, Başbakan’ın –ve evet!– İstanbul’a da 3. bir hava
limanı yapılması, –ve evet!– 3. Boğaz Köprüsü’nü de içine alan Otoyol
projesinin de hızlandırılması yolundaki talimatı ile bezenmekteydi.[17]
İroni ve Ekonomi
Burada bir ironi olduğu kesin. Ölümcül
bir ironi. ABD’nin başta Pulitzer olmak üzere çeşitli ödüller almış, kitapları
satış rekorları kırmış önemli gazeteci ve yazarlarından Chris Hedges, bu olayı
şöyle anlatıyordu: “Durum ne kadar kötüleşirse, kendi kendimizi aldatma haline
o kadar çok gömülüyoruz. Kendimizi küresel ısınma diye birşey olmadığına dair
ikna ediyoruz. Ya da küresel ısınma olduğunu kabul ediyoruz belki, ama ona
adapte olabileceğimiz konusunda ayak diriyoruz. Bu tepkilerden her ikisi de
ebedi iyimserlik konusundaki manyaklığımızı ve şahsî rahatlığımızı her ne
pahasına olursa olsun korumadaki kararlılığımızı tatmin ediyor. [...] gerçekler
bize nâhoş geldiğinde, onları yok sayıveriyoruz. Ama hakikat yakında ifritler
gibi tepemize inecek, hem o kendini beğenmişliğimizi, hem de sonunda
hayatlarımızı paramparça edecek.”[18]
Ortalıkta insanı “ifrit edecek” kıvamda
ironilerden de geçilmiyor zaten: BM, Kasım ayında iklim “zirve”lerinden
sonuncusunu petrol-doğal gaz zengini Arap Emirlikleri’nden Katar’ın Doha
kentinde gerçekleştirmek üzere tüm hazırlıklarını tamamlamış görünüyor.
Tuhaflık şurada ki, gezegenin ve atmosferinin kirlenmesinin önünü almak için
neler yapılacağının konuşulacağı en önemli uluslararası toplantıya ev sahipliği
yapacak olan Katar, dünyayı en çok kirleten ülkeler sıralamasında birinci sırada geliyor![19]
İklim değişikliği politikaları konusunda
dünyanın en büyük uzmanlarından biri kabul edilen ve Britanya hükümetinin bilim
danışmanlarının en kıdemlisi olan Bob Watson, BBC’ye verdiği demeçte, son üç
iklim zirvesinin sonuçlarına baktığında, Doha toplantısı konusunda aşırı
iyimser olmasının pek güç olduğunu söylüyordu. Dahası, yeryüzünü 2 derecelik
sıcaklık artışı ile sınırlama konusundaki hedefin tutturulması umudunu
“pencereden fırlatıp atmış” olduğumuzu da ekliyordu Profesör Sir Bob: “Eğer
böyle hareket etmeye devam edersek, 5 derecelik bir artışı bile ihtimal dışı
görmem. Böyle bir artış ise dünya halkları için hayli ciddi sonuçlar verecektir
– hele en yoksullar için daha da ciddi...”[20]
Ne kadar ciddi? Ayın son günlerinde
üstümüze çığ gibi yağan yüzlerce sayfalık araştırma raporlarına bakılırsa, çok!
Okyanuslar üzerine yıllardır en ayrıntılı ve zahmetli çalışmaları ile bilinen
Oceana kampanya grubu iklim değişikliğinin ve okyanuslarda buna bağlı
asitlenmenin dünyanın dört bir yanındaki balık stoklarını mahvettiğini açıklayan
bir rapor yayımladı. Bir ironi daha isterseniz, şunu söyleyebiliriz: Burada en
yüksek risk altında bulunan ülkelerin bir kısmının petrol ve/ya doğal gaz
zengini –ve elbette siyasi bakımdan istikrarsız– ülkeler olduğunu da eklemişler
rapora.[21]
Hemen ardından, 20 ülkenin sponsorluğunda
DARA adlı büyük kalkınma araştırması kuruluşunca yayımlanan bir analiz ise daha
da ciddi, hatta şoke edici nitelikte idi. İklim değişikliği konusu dünya
ülkelerinin hükümetleri tarafından gözardı edilmeye devam ederse, bunun
sonucunda ortaya çıkacak felaket sadece 18 yıl içinde 100 milyon insanın canını
alacak, dünya gayri safi hasılasının yüzde 3.2’sini silip süpürecek, en az
gelişmişlerde yüzde 11, Çin’de 1.2 trilyon $ toplam kaybın en büyük bölümünün,
ABD ekonomisinin yüzde 2’sinin kaybına, Hindistan’da YİGSH’nın yüzde 5’inin
yokolmasına yol açacaktı. Bu, trilyonlarca dolar kaybına yol açacak;
açlık-kanser-permafrost çözülmesi-deniz yükselmesi-ev içi ve dışı hava
kirlenmesi-balıkların, biyolojik çeşitliliğin, orman varlıklarının tükenişi
gibi binbir korkunç olay dünyada mahşerin 4 atlısı gibi kol gezecekti.[22]
Evet, bildiniz: Bunların hepsine ayrı
ayrı birer işaret daha koymamız lâzım. Haydi hep beraber o zaman –
işaretleyelim!
“Yeni Normal”imiz
Avrupa Birliği’nin “hükümeti”
sayabileceğimiz Avrupa Komisyonu’nun iklim eylemleri konusundaki “bakanı”, yani
komisyon üyesi Connie Hedegaard, artık içinde bulunduğumuz bu yeni durumu,
geçen ay ortasında yazdığı bir makaleye koyduğu başlıkla özetleyivermiş:
“‘Aşırı’ Havalara Alışalım, Bu Artık Yeni Normal”. Daha önce, Danimarka’nın
eski Çevre Bakanı olan Hedegaard, bilim dünyasının daha sıcak bir gezegenin
daha aşırı havalara yol açacağı konusunda bizi yıllardır uyardığını, o aşırı
havaların da gelip çattığını şöyle belirtiyordu: “Sıcak dalgaları, seller,
kuraklıklar ve orman yangınları, gitgide ısınan dünyanın yeni gerçekliğidir.”[23]
Alışabilir miyiz bilinmez, ama derin bir
nefes alıp bu cesur yeni dünyanın “yeni gerçekliği”ne ilişkin yeni verilerinden
bazılarına biraz daha bakalım isterseniz: Saygın bilim dergisi Nature Climate Change’de yayımlanan yeni
bir araştırmada okyanuslar ısındıkça iklim değişikliği yüzünden balıkların
boylarının neredeyse dörtte bir oranına kadar küçüleceği saptandı.[24] İşaretledik! Dünyanın en saygın bilim
dergilerinden National Academy of
Sciences Journal’da yayımlanan çok taze bir raporda Avustralya’daki
dünyanın en büyük ve en zengin deniz yaşam alanına ev sahipliği yapan mercan
kayalığı Büyük Bariyer Resifi’nin (Great
Barrier Reef), mercan örtüsünün yarısından fazlasının son yirmibeş senede
yokolduğu, mercan örtüsünden geriye kalanın yarısından fazlasının da gelecek 10
yıl içinde ağarıp gideceği saptandı.[25] İşaretledik!.
İklim değişikliğinin denizler üzerindeki
etkisini araştırmak için 2,5 sene boyunca deniz üstünde 112 bin kilometre
kateden Tara araştırma gemisindeki araştırmacılar, Güney Kutbu’nda daha önce
insan eli değmemiş tamamen bâkir bir deniz olduğu sanılan Güney Denizi’nde
insanlığın bıraktığı muazzam plastik çöplüğü ile karşılaştılar! Seferin
düzenleyicisi, Tara Oceans adlı kuruluşun bilimsel koordinatörü Chris Bowler,
bu plastik yığınını dünyanın ta öbür ucunda bulmanın, dünyada artık insan
elinin uzanmadığı yer kalmadığını gösteren önemli bir kanıt olduğunu söyledi ve
sonra şöyle dedi: “Bu aşamada fazla birşey yapmak için artık çok geç. Zira bu
nesneler binlerce yıl boyunca ortalıkta dolanmaya devam edecek.”[26]
İşaretledik!
Uyanma Zorunluluğu
Kes-kopyala-yapıştır tekniğiyle kaleme
aldığımız işbu “alarm yazısı”nın son girdisi de –gerçekten ender raslanır bir
tesadüf sonucu– Türkiye basınından geliyordu: “Ada Ülkelerinden Kaçmak İçin 10
Yıl Kaldı” gibi çarpıcı bir başlıkla verilen haberde, dünyanın önde gelen iklim
bilimcilerinden Michael Mann’ın, Ulusal Kar ve Buz Veri Merkezi’nin (NSIDC) şoke edici son verilerine göre[27] Kuzey Buz Denizi’ndeki buzulların
beklenenden daha hızlı eridiğini, “şimdiye kadar yapılan hesapların çoğunun öne
kaydırılmak zorunda kalınacağını” bir bilimsel kongrede ortaya koyduğu
yazılıydı. Ünlü iklim bilimci Maldivler, Kiribati ve Tuvalu gibi ada
ülkelerinde deniz seviyelerinin gelecek 10 ila 20 yıl içinde yükseleceğini,
buralarda yaşayanların tahliye olmaktan başka çaresi kalmayacağını dünya âleme
açıklıyordu. Teksas’taki kongrede Mann, ada sakinleri için suların
yükselmesinin aynı zamanda, tuzlu deniz suyunun da karışmasıyla içilebilir
temiz sulara ulaşmakta güçlük yaşanacağı anlamına geldiğine de dikkat
çekiyordu.[28]
Dünyanın öbür ucunda Hind Okyanusu’nda ya
da Pasifik’teki minnacık adalarda yaşayan bir avuç insan için fazla gürültü
patırtıya değmez diye düşünülebilir elbette. Ne var ki, Malazgirt Zaferi’nden
belki de 1,000 yıl daha önce oralara gelip yerleşmiş, oraları yurt bilmiş olan
bu insanlar, şimdilerde komşu anakaralarda “yeni” ülke kurmak için arsa bakmak
durumunda olduklarından, olayı önemsiyorlar – ve işaretliyorlar!
Dünyanın geri kalanına: Ülkem için yeni
bir yer bulabilir misiniz lütfen!
İşbu yazıda işaretleyip kayda alacağımız
bir rapor daha var elimizde, şimdi onu da rapor edelim ve bu ayki raporlama
işimize şimdilik son verelim isterseniz: Dünyanın önde gelen yardım
kuruluşlarından Oxfam International, geçen Eylül başlarında “Aşırı Havalar,
Aşırı Fiyatlar” başlıklı bir rapor yayımladı. Rapor, küresel ısınma ile aşırı
hava olaylarının birleşmesi sonucu, önümüzdeki birkaç onyıl içinde gıda
fiyatlarında yıkıcı fiyat şokları yaşanacağı uyarısı yapılıyordu. Daha önceki
analizlerinde 2030’a kadar buğdayda (2010 tabanına göre) yüzde 120’lik, mısırda
da yüzde 177’lik bir artış öngören raporda, şimdi mısır fiyatlarının 2030’da
yüzde 500 gibi inanılmaz bir artış göstereceği hesaplanmıştı! Oxfam İklim Değişikliği
Politikaları danışmanı Tim Gore, aşırı hava ve iklim olaylarının muazzam
potansiyel etkisinin bugünkü iklim değişikliği tartışmalarında eksik olduğunu
esefle kaydediyor ve şöyle diyordu: “Gıda fiyatlarının fırlamasından hepimiz
etkileneceğiz elbette, ama en yoksulların en ağır darbeyi yiyeceği kesin. ...
Dünya, iklim konusundaki ataletin doğuracağı fecî sonuçlara uyanmak zorunda.”[29]
“Uyanma zorunluluğu” konusunda, Time dergisi tarafından, iklim
değişikliği konusunda dünyanın en etkili blog yazarı olarak nitelenen fizikçi
ve yazar Joe Romm’un ünlü Nature
bilim dergisinde yayımlanan şu kehanetini de hatırlamakta yarar olabilir: “Hızla
kötüleyen iklim karşısında yüzyılın ortasında 9 milyar insanı beslemek, insan
türünün şimdiye kadar yüzyüze geldiği en büyük meydan okuma olabilir.”[30]
Hem Halk Hareketini, Hem de Geleceği Kurmak
Tarihin gelmiş geçmiş en büyük meydan
okuması karşısında meydana nasıl çıkacağız peki?
Sonuç olarak, hattı harekâtımızın hangi
doğrultuda olduğu gayet net aslında, ey okur: Mâhut “meydanın” dört bir yanına
aynı anda yürümemiz gerekiyor. Ve bunu yapabiliriz!
Yakın zaman önce hem gezegeni, hem de
bedenleri iyileştirme yollarının tartışıldığı bir “Yiyecek Devrimi Zirvesi”nde
dünyanın önde gelen sağlık, beslenme ve ekoloji düşünürlerini, aktivistlerini
bir araya getiren ve dünyada sağlıklı beslenme konusunun en önde gelen yazar ve
aktivist isimlerinden ikisi olan baba oğul John Robbins ve Ocean Robbins’e
mülakat veren Bill McKibben, aynı anda “dört koldan” ilerleme zorunluluğunu
şöyle dile getiriyordu: “Bu noktada artık açıkça görülüyor ki, mevcut sistemi
kendi araçlarına bırakırsak sistemin değişiklik filan yapacağı yok. Bizim çaba
gösterip onu itmemiz lazım ve bunu yapmak mümkün [...] Mümkün olan şeyler
arasında siyasi değişim talep edecek büyük halk hareketleri yaratmak da var...
ama aynı zamanda, yerel düzeyde ne gibi değişimler yaratabileceğimizi düşünmek
de var; yani fosil yakıtlardan sonraki dünyanın kurum ve yapılarını inşa etmek
de var. İkisini birden yapmak zorundayız bunların.... Yani, ‘ya o, ya o’ durumu
değil: ‘hem o, hem o’ seçimi var
burada.”[31]
Yazar ve aktivist John Robbins de, aynı
mülakat esnasında, o vazgeçilmez ve hayatî hareket tarzını şöyle tanımlıyor: “Kişisel
düzeyde de harekete geçmeliyiz, topluluk (cemaat/community) düzeyinde de; ulusal düzeyde
de eylemli olmalıyız, küresel düzeyde de.”[32]
Dar zamanda kısa paslaşmalar zamanıdır
yani, ey okur – kelimenin tam anlamıyla.
Cesaretin Kaynağı
James Hansen, Gus Speth, Wendell Berry,
David Suzuki, Bill McKibben, Arundhati Roy, Naomi Klein, Darryl Hannah, Mark
Ruffalo, Chris Hedges, Medea Benjamin, Kumi Naidoo... ve daha yüzlercesi,
binlercesi, saymakla bitmeyecek kadar insan direniş için ortalığa dökülmüş
durumdalar artık. Daha önce benzerine pek rastlanmamış bir durum bu: Pek çoğu,
tartışmasız bir şekilde kendi alanlarında dünyanın önde gelen isimleri sokakta,
eylemdeler: En üst düzey iklim bilimciler (Hansen), sayısız ödüllü genetik
bilimci, yazar ve yayıncılar (Suzuki), çok ödüllü hukuk âlimleri (Speth), Nobel
Barış Ödüllü aktivistler (Jody Williams), Özgürlük Madalyası sahibi çevre
örgütçüleri (John Adams), Pulitzer Ödüllü gazeteciler (Hedges), edebiyat,
yayıncılık ve örnek vatandaşlık dallarında pek çok ödül almış yazar,
akademisyen ve aktivistler (Berry, McKibben, Roy, Klein), oyunculuk,
yönetmenlik ve çevre aktivizmi dallarında birçok ödül almış, kimi ikon statüsü
kazanmış oyuncular (Margot Kidder, Tantoo Cardinal), yerli halk ve kabilelerin
saygın reisleri, önde gelen dinî liderler... hepsi başkaldırmış, sivil
itaatsizlik eylemlerine geçmiş haldeler.[33]
Onların yanıbaşında kimler var? Kimi
90’ına merdiven dayamış emekliler, kimi 18’inden gün almış öğrenciler, dünyada
küresel ısınmayı pek kimsenin bilmediği zamanlarda (ta 1992’de) örgüt kurup,
harçlıklarını biriktirip, biraz da aileden maddi destek alarak çıkardığı yol
parasıyla Birleşmiş Milletler Yeryüzü Zirvesi’nde dünya ülkelerinin
temsilcilerini iklim değişikliği felaketine karşı uyaracak konuşma yapmaya
giden 12 yaşındaki çocuklar (tam 20 yıl sonra bu sefer genç bir “anne” olarak
yeniden Rio’da konuşacaktır!)... Sokaktaki insanlar yani, sıradan dünya
yurttaşları...[34]
Bu insanları,
şan-şöhret-para-prestij-gelecek kaygısı-fişlenme korkusu-ileride iş bulamama
endişesi dinlemeden ve bunların hepsini riske atarak, şiddet kullanmadan sivil
itaatsizlik eylemlerine girişmeye sevkeden sihirli kavram nedir? Ünlü aktris
Daryl Hannah ile –kendi arazisinde kendi ‘mülkiyet hakkına tecavüz’
suçlamasıyla!– gözaltına alınan “Büyük büyüknine” Eleanor Fairchild’ı, o narin
bedenlerini devasa iş makinelerinin önüne atmaya, polis tarafından itilip
kakılarak, bileklerine plastik kelepçeler vurulup hapishanelere tıkılmaya, en
değerleri şeyleri olan kişisel özgürlüklerini dahi feda etmeye iten şey nedir?[35]
Ya da, genciyle yaşlısıyla bir yığın
çevre ve iklim aktivisti ile bir grup toprak sahibini karayollarının ortasına,
kamyonların yoluna yatma, aylarca ağaçların dallarında tüneyip petrol
şirketlerinin dev ağaç kesme makinelerinin kepçelerinin karşısında polisin
biber gazlarına ve binbir itip kakmasına karşı çıkmaya yönelten dürtü nedir?[36]
Nereden geliyor bu cesaret? Hiç tükenmeyen, sürekli canlı kalan bu umut ve
kararlılığın kaynağı nedir?
Dünyanın Sonu
Bu karmaşık soruya ancak kısmî ve parçalı
cevaplar verilebilir. Mesela, zift kumları petrol boru hattına karşı geçen yıl
büyük bir başarıyla gerçekleştirilen dev sivil itaatsizlik eyleminin
örgütleyicilerinden Bill McKibben, kodeste geçirdiği 72 saati şöyle tarif
ediyordu: “Dünyanın sonu değildi; ama dünyanın sona ermesi, dünyanın sonudur.”[37]
Üç kişiden üç özlü paragraf alıntısı ile
biter bu yazı. Guardian gazetesi,
2008’de başlatmış olduğu “İklim Değişikliği Faciasına 100 Aylık Geriye Sayım”
yayın kampanyasının 50. ayı sonunda, yani “Devre Arası”nda 50 uzmana “Gezegeni
felaketten kurtarmak için 50 ayınız kaldığı söylense, neler yapardınız?” diye
sormuştu. Cevaplardan şu üçünü sizin için seçtik:[38]
Bill McKibben (Doğa’nın Sonu kitabının yazarı ve
350.org kurucusu): “Daha yoğun çalışmak zorundayız – önümüzdeki 50 ay boyunca
doğrudan doğruya fosil yakıt şirketlerini hedef alacağız; onların işletme
modelleri gezegenin iklim sistemini yıkmaları anlamına geliyor. Yani, ya biz ya
onlar. Biz sağ kalalım derim.”
Gus Speth (Çevre
hukuku profesörü, UNDP eski başkanı, Dünyanın
Kenarındaki Köprü kitabının yazarı): “Sonunda vardığım görüş: Şu anda esas
ihtiyacımız olan şey, sokaklara yayılmış devasa bir kitle protesto eylemi –
küresel bir Tahrir Meydanı.”
Kumi Naidoo
(Greenpeace International Direktörü, çocuk yaşta apartheid’a karşı mücadeleye
katılmış ve ömrü böyle geçmiş “sürekli eylemci”): “İnsanları gittikçe artan
sayıda sokaklara çıkıp barışçı sivil itaatsizlik eylemlerine katılmaya
çağırıyoruz. Eylemin sözden daha çok ses getirdiği özlü sözü doğru ve ne hazin
ki, siyasi liderlerimizin bize kulak vermesini sağlayacak tek yol bu gibi
görünüyor.”
İşaretleyelim, ey okur – üçünü de.
Ömer
Madra
7
Ekim 2012
[3]
Agy
[6]
Greenpeace.org/canada, 19 Eylül 2012
[8]
Anna M. Clark, “America’s
Miasma of Misinformation on Climate Change,”
The Guardian online,
23 Eylül 2012
CommonDreams.org, 31 Ağustos 2012
[10]
Agy
The Sunday Morning Herald online, 23 Eylül 2012
[12]
Bkz: Ömer Madra - Ümit Şahin, Küresel Isınma ve İklim Krizi, Agora,
2007, (2. basım), s. 266-67
[13]
Nakleden Joe Romm, “It’s ‘Extremely
Likely That at Least 74% of Observed Warming Since 1950’ Was Manmade...,” Thinkprogress.org/climate, 5 Aralık 2011
(vurgular benim – ÖM)
[14]
Nakleden Matthew Rothschild, “Bill
McKibben: Go After the ‘Outlaw’ Fossil Fuel Companies,” The Progressive online, 21 Eylül 2012
[15]
George Monbiot, “Along with the Arctic Ice, the Rich
World's Smugness Will Melt”, The Guardian online, 27 Ağustos
2012
[19]
“Australia
Seventh-Worst Polluter on Earth: Report”, ABC News online,16 Mayıs 2012
[20]
Pallab Ghosh, “Science
Adviser Warns Climate Target ‘Out the Window’,” BBC News, 23 Ağustos 2012
[21]
Suzanne Goldenberg, “Report Warns of Global Food Insecurity As
Climate Change Destroys Fisheries,”
The Guardian online, 24 Eylül 2012
[22]
Örneğin bkz.: “100
Million Dead, Trillions of Dollars Lost from Climate Change by 2030....”, CommonDreams.org, 26 Eylül 2012
[25]
“Studies Confirm Climate Change
Causes Further Destruction...”, CommonDreams.org,
2 Ekim 2012
[27]
Bkz.: yukarıda dipnot 2
[28]
“Küresel Isınma
Beklenenden Erken Geldi...Kaçmak İçin 10 Yıl Kaldı” Milliyet online, 7 Ekim 2012
[29]
Joe Romm, “Oxfam
Warns Climate Change and Extreme Weather Will Cause Food Prices to Soar,”
thinkprogress.org/climate, 27 Eylül 2012
[31]
Bill McKibben Interview at www.foodrevolution.org, Haziran 2012
[32]
Agy
; ayrıca
“Dünyayı Durduran Konuşma” için bkz:
www.youtube.com/watch?v=F_O1Au8vZLA&feature=related
www.youtube.com/watch?v=F_O1Au8vZLA&feature=related
CommonDreams.org, 5 Ekim 2012
CommonDreams.org, 5 Ekim 2012
[37]
Matthew Rothschild, “Bill
McKibben: Go After the ‘Outlaw’ Fossil Fuel Companies,”
The Progressive
online, 21 Eylül 2012
[38]
“50
Months to Save the World – Interactive,” The Guardian online, 1 Ekim 2012