Önce yasaları ve yönetmelikleri sayalım
şöyle bir: HSYK Yasası, Yeni Yargı Paketi Yasası, MİT Yasası, YÖK
Yasası, Yurt Yasası (Yurtkur Yönetmeliği), Havuz-Medya yönetmeliği...
Sonra “torba yasalar”ı:
Zeytinliklerin imara ve kömür madenlerine açılması, Belediyelere kendi
arsalarını özel kişi ve kurumlara devretme yetkisi verilmesi,
belediyelere öğrenci yurdu açma ve işletme yetkisi verilmesi,
üniversitelerin borçlarına karşılık şehrin en kıymetli yerindeki
arazilerini özel kişi ve kurumlara satabilmesi, görevden alınan kamu
görevlilerinin artık –mahkeme kararı da olsa– eski görevlerine
dönmelerinin önünün kesilmesi, Barolar birliği’nin ve Odalar Birliği’nin
yönetmeliklerine hükümet müdahalesinin yolunun açılması,
özelleştirmelerde iktidar yakınlarına ayrıcalık tanınması, taşeron
sisteminin genişletilmesi, mahkemelere “süper yetkili” hakimler
getirilmesi...
Ardından, yasaklar ve yargılamalar gelsin: Twitter yasağı, Youtube yasağı, 17 Aralık yolsuzluk yayın yasağı, 25 Aralık yolsuzluk yayın yasağı, MİT Tırlarıyla
ilgili yayın yasağı, Reyhanlı saldırısıyla ilgili yayın yasağı, Suriye
ile ilgili toplantıya yayın yasağı, Başbakanlık “böceği” ile ilgili
yayın yasağı, Musul Başkonsolosluğu'na baskın haberlerine yayın yasağı,
RTÜK Yasasında değişiklikle Başbakan'a geçici yayın yasağı koyma
yetkisi, İkinci Pozantı cezaevi cinsel istismar davasına yayın yasağı,
Siirt cinsel istismar davasına yayın yasağı, milli güvenlik ve genel
sağlık gerekçeleriyle Şişecam grevine getirilen yasaklar, binlerce
kişinin yargılandığı Gezi davaları...
Derken, yapılar:
Üçüncü Köprü, Üçüncü Havalimanı, İkinci Boğaziçi (Kanal İstanbul)
projeleri, kömür yakıtlı termik santraller, nükleer santraller,
hidroelektrik santralleri, AVM’ler, rezidanslar, köşkler, yalılar ve
başka yapılar yapılması için yapılan girişimler ve planlar...
Sonra, yağmalar, yangınlar ve yağmayan yağmurlar:
Özel şirketlere satılan milli parklar ve korular, o park ve korularda
çıkan yangınlar, yangınlarda heba olan tarihî köşkler, milli parklarda
çıkan orman yangınları, artan kuraklıklar, iklim değişikliğinin
habercisi olan hortumlar, kuraklığı külliyen reddeden üst düzey
yetkililerle bakanlar, kuraklığın sona erdiğini halka müjdeleyen
vatandaşlar ve onun sözlerini haber yapan gazeteler, ortalama debisi 2
sene içinde 80,4 m3/sn’den 9,37 m3/sn’ye düşen görkemli Kızılırmak
Nehri... Kuruyan bilumum öteki nehirler, göller, dereler ve sulak
alanlar...
Ve nihayet, yalanlar:
Her Allahın günü bıkmadan usanmadan atılan büyüme, kalkınma nutukları,
ardı arkası kesilmeyen büyük Türkiye söylevleri, hamaset destanları ve
sıkılan diğer palavralar...
Grand Final: İşte sizin için seçtiğimiz ayın şiiri – Huzurlarınızda alkışlarınızla!
Percy Bysshe Shelley, şiirini, Mısır Firavunu II. Ramses'in (nam-ı diğer Ozymandias) heykelinin arta kalan kaidesinin üzerindeki yazıdan esinlenerek yazmıştır.
Ozymandias
Bir gün bir gezgine rasgeldim,
Kadim diyarlardan geliyor ve şöyle diyordu:
“Devasa iki taş bacak, gövdesiz,
Öylece dikilir durur çölün ortasında,
Kuma yarı batmış paramparça bir surat da yanı başında.
Soğuk bir istihzayla bükülen dudağında ve çatık kaşında
Görürsün ki, yontucusu iyi okuyup cansız taşa işlemiş
Hâlâ ayakta kalmış o ihtiras ve tutkuları;
Ve de eliyle alaya alıp, kalbiyle beslemiş.
Anıtın kaidesinde ise şu sözler yazılı:
‘Ozymandias’tır benim adım, şahlar şâhıyım,
Eserime bir bak ey Yüce kişi ve tüm ümidini kes!’
Hepsi bu. Tek şey kalmamış koca kuru harabenin civarında
Uçsuz bucaksız uzanıp giden o ıssız kumullardan başka.”
Percy Bysshe Shelley
(İlk yayımlanış tarihi: 1818; Türkçeye çeviren: Ömer Madra)