Anlatılan, Bizim Hikâyemiz
Yeryüzünün
gelmiş geçmiş en kapsamlı, en özenli ve dakik şekilde uzman
denetiminden geçmiş bilimsel araştırma sürecinin sonuçları geçen ayın
sonlarında yayınlandı. Muhtemelen, bilimler âleminin herhangi bir
alanında ve insanlık tarihinin herhangi bir ânında yapılmış en sıkı
meta-analizden söz ediyoruz. Şimdiye kadar üretilmiş en sağlam bilimsel
belgeden.
BM
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Kurulu’nun (IPCC) çığır açan 2013
raporu bu. Mesajı, artık hiçbir tartışmaya meydan bırakmayacak kadar
açık. Korktuğumuz başımıza geliyor maalesef: Gidişat, düşündüğümüz kadar
kötü, ey okur.
Üstelik,
rapor son derece muhafazakâr sayılır; kanıtlar, uzmanlardan bir tekinin
bile itirazı durumunda metne dahil edilmiyor çünkü. Hatta, üzerinde
araştırmacıların tam mutabakatı olan tespitler dahi, hükümet
temsilcilerinin itirazı halinde, bir kez daha elden geçiriliyor.
Evet,
tartışmaya mahal yok. Araştırmadaki tüm kanıtlar dünyada hararetin
arttığını, buzların çözüldüğünü, buzulların ricat ettiğini, denizlerin
hem yükselip hem asitlendiğini, havaların gittikçe acayipleştiğini net
bir şekilde ortaya koyuyor. Sürecin hızlanarak artacağını da. Korkunç
yıkımın önünü almanın tek yolunun kendi elimizde olduğunu da. Yani,
petrol, gaz ve kömürü toprak altında, yerli yerinde bırakmak zorunda
olduğumuzu da...
Çatırtıyı
duyuyor musunuz? Yeryüzünün en yetenekli uzmanlarından yüzlercesinin
altı yıllık hummalı bir çalışma sonunda ortaya koyduğu bu çığır açıcı
rapor, kılı kırk yaran, kuru ve nesnel diliyle müthiş çarpıcı bir hikâye
anlatıyor aslında. İnsanlığın evrilip mamur ve müreffeh bir medeniyet
kurduğu o mülayim, ılıman iklimin büyük bir gümbürtüyle çöktüğünü
söylüyor bize. Binbir türlü başka yaşam biçiminin de buna bağlı olarak
yokolup gitmesinin hikâyesini anlatıyor.
“Kalp Hastası, Şişman, Sigara Tiryakisi: Gezegen”
Artık
burada bir soluklanmalı, dilimizi çıkarıp aynada kendimize bakmalıyız.
Dilimizde bir sorun var. Yazar ve aktivist George Monbiot’nun deyişiyle,
iklim değişikliği ve küresel ısınma terimleri, içinde bulunduğumuz
durumu ifade etmede çok yetersiz kalır. De nobis fabula narratur.
Anlatılan, bizim hikâyemiz çünkü! İklimin yerlebir oluşunun hikâyesi.
“Pekâlâ öngörebildiğimiz, ama tahayyül etmekte âciz kaldığımız bir
felaket bu,” diyor Monbiot. Ve devam ediyor: “Tuhaf biçimde, önünü almak
için yeterli donanıma bir türlü sahip olamadığımız muazzam bir
felaket.”1
Mecaz,
her zaman değilse de bazen çok işe yarıyor. 30 yıldır acayip havaları
kovalayan meteorolog Jeff Masters, IPCC raporunu yorumlarken, hastalık
metaforuna başvurmayı seçmiş. Son 15 - 20 yıl içinde atmosferde,
okyanuslar ve buz(ul)larda meydana gelen değişikliklerin sonu gelmez
listesi, yatalak hastanın laboratuar sonuçlarını çağrıştırmış ona:
“Gezegenimiz, pofur pofur sigara tüttüren aşırı kilolu bir kalp hastası
gibi,” diyor. “Hasta, yaşam tarzında temel değişiklikler yapmazsa eğer,
hastalık çok ilerleyecek, felç ya da ölüm belirgin olasılıklar haline
gelecek. Kendimizi toparlamak için muazzam bir gayret gösterebiliriz,
göstermeliyiz de zaten.”2
IPCC
raporu dünya “karbon bütçesi”nin yarısı ile 2/3’ü arasında bir kısmının
harcandığını ortaya koyuyor. Bu bütçenin âcilen masaya yatırılması
gerekiyor. Sera gazı salımlarını radikal biçimde kısacak politikalar
hemen yürürlüğe konmazsa, o zaman: “yandı gülüm keten helva”.
Önümüzde belki de sadece 15 yıl var!
Dünyanın
önde gelen iklim ekonomisti Lord Stern’in önümüze koyduğu seçenek çok
net: Radikal “bütçe kesintileri” olmazsa insanlık 15 - 25 yıl içinde
limiti aşacak. Bunun anlamı şudur: Geri dönüşü olmayan noktaya varmak
için önümüzde belki de sadece 15 yıl var!3
Söz
limitlerden açılmışken, bunları bile zorlayan yeni bulgulardan
bahsedebiliriz. Çok yeni tarihli oldukları için, IPCC’nin
meta-analizinde yer alma imkânı bulamayan yeni birkaç araştırma daha
yayınlandı son haftalarda. Yeni veriler, bunları destekleyen bilimsel
kanıtlar ve bunlar doğrultusunda yapılan uyarıların dozu ise, istense de
daha vahim olamazdı doğrusu...
Meselâ,
yeryüzündeki tüm hayatın kaynağı olan okyanuslarda insan kaynaklı
ısınmanın, asitlenmenin ve oksijensizleşmenin hızı da, oranı da,
etkileri de, daha önceki tahminlerin çok çok üzerinde çıktı.
Okyanusların durumu üzerinde çalışan en yetkili uluslararası kuruluş
IPSO, deniz limitlerinin 300 milyon yıldan (hatta belki ezelden) beri
görülmemiş boyutta zorlandığını açıkladı. Son büyük kitlesel yokoluş
süreci başlamış olabilirdi.4
İkinci
bir araştırma, saygın Potsdam Merkezi’nden geldi. Alman uzmanların
iklim araştırması ürkütücü yeni veriler ortaya çıkardı. Veriler, Lord
Stern’in IPCC raporuna bakarak koyduğu limitleri de zorluyordu.
Araştırmaya göre, aşırı sıcakların sayısı sadece 7 yıl içinde iki kat,
2040’a kadar da dört kat artış gösterecekti! Müdahale edilmezse, aşırı
sıcaklar 2100’e kadar dünyanın yüzde 85’ine yayılacak. Kara parçalarının
yüzde 60’ında kuraklık, ziraî ürün kaybı ve orman yangınları
gözlenecek.5 Meali şudur: Kuraklık, kıtlık, açlık, yangın, savaş...
Stanford
Üniversitesi iklim bilimcilerinin son araştırması ise tam bir dehşet
filmi senaryosu gibiydi: Gezegen, dinozorların soyunun tükendiği
dönemden bu yana gördüğü en büyük iklim değişikliklerden birini
geçirmekle kalmıyordu yalnızca. Aynı zamanda bu değişiklik, son 65 yılda
tespit edilebilen değişim hızından da 10 kat hızlı olacaktı! Ve,
müdahale edilmezse, bu aşırı tempo yüzyıl sonunda yıllık sıcaklık
ortalamasında 6 dereceye kadar çıkabilecekti.6 Meali: Kuraklık, kıtlık, açlık, savaş, yangın, yıkım, yokoluş.
Suriye’de İç Savaş, Mısır’da Darbe ve Katliam
Savaş
ve yıkım demişken, bu bağlamda iki önemli olgudan, Suriye ile Mısır
felaketlerinden bahsetmeden olmaz. Suriye’de sadece 2,5 yıl içinde en az
yüz bin ölüme, milyonlarca yaralıya mal olan, toplam nüfusun üçte
birinin yerinden yurdundan olmasına yol açan bir iç savaş yaşanıyor.
Bunu tetikleyen etkenlerden birincisi, iklim kriziydi! Deneyimli siyasî
analist William Polk anlatıyor: 2006’da başlayan büyük kuraklık, ülkede
kıtlığa ve gıda fiyatlarının yükselmesine yol açtı. Kitleler kırsaldan
şehirlere göç etti ve varoşlarda seyyar satıcılık, çöpçülük yapmak,
Filistinli ve Iraklı göçmenlerle rekabete girmek zorunda kaldı. Sonunda,
Deraa’da küçük bir protestoyu Esad yönetimi hunharca bastırınca olanlar
oldu.7 Dante’nin Cehennemi’nin iç halkasını andıran yıkım sürecini başlatan “şey”, işte bu kadar “basitti”.
Mısır’daki
askerî darbe ve ardından gelen soğukkanlı katliama gelince. Yazar Chris
Hedges, katliamın hemen ardından yazdığı makalede olayı sıcağı sıcağına
şöyle analiz ediyordu: “Mısır’da olup bitenler, dünya elitleri ile
dünya yoksulları arasındaki daha geniş kapsamlı küresel savaşın
habercisi: Azalan kaynakların, müzmin işsizlik ve eksik istihdamın,
nüfus fazlalığının, iklim değişikliği yüzünden mahsul verimindeki düşüşün ve yükselen gıda fiyatlarının
yol açtığı bir savaş bu... İnsanlığın gezegen üzerindeki ikametinin son
merhalesine mührünü vuracak olan şey, ölüm kalım savaşlarıdır. Bu
savaşların neye benzeyeceğini merak edenler varsa, Kahire’deki şehir
morglarından herhangi birini ziyaret etmeleri yeterli olacaktır.”8 (vurgular bizim – ÖM)
Gidişata Müdahale Edilmezse Ne Olur?
Peki, tüm saflığımızla soralım o zaman: Gidişata
“müdahale edilmezse”, yani limitler aşılır, fosil yakıtlar yakılır ve
dahi karbon bütçesinin tamamı kullanılırsa ne olur?
Dünyanın
önde gelen iklim bilimcilerinden James Hansen, IPCC raporunun
açıklanmasından hemen önce yayımladığı önemli makalede, bu naif soruya
tüyler ürpertici netlikte bir cevap getiriyor: “Fosil yakıtların tümünü
kazıp yeraltından çıkarmayı ve yakmayı ‘başarırsak’, uzak gelecekte
gezegenin bazı bölgeleri insanlar açısından kelimenin tam anlamıyla
yaşanmaz hale gelecektir ... Buzlardan arınmış bir Antarktika ve
insandan arınmış, ıssız bir gezegen. Himalayalar’daki hava sıcaklıkları
insanlara hâlâ cazip görünebilir belki. Ama, sağ kalabilmiş çoğunluğun,
bir avuç zenginin bu bölgenin üstüne oturmasına razı geleceği çok
şüpheli. Gezegendeki diğer türlerin çoğunun imha edildiği bir ortamda
insanların hayatta kalacağını düşünmek de bir o kadar zor.”9
Şimdi
tekrar soralım: Masters’ın sözünü ettiği o “üstün gayret”i
gösterebilecek miyiz? O gücümüz var mı? Bilinmez. Dünyanın efendileri,
her yerde siyasi liderleri de yedeklerine alıp o sınır tanımaz kâr
hırsları, gözü dönmüşlükleri ve kibirleriyle doğayı, insan hayatını ve
tüm canlılar âlemini târumar ediyor. Kültür eleştirmeni Julien Benda’nın
1927 tarihli “Aydınların İhaneti” risalesini hatırlamadan edemiyor
insan. Demokrasinin ve medeniyetin geleceği, entelektüellerin cesaretine
bağlı. Okumuş yazmış takımı, kendi çıkar kaygılarını, pratik hayat
hesaplarını bir yana bırakır, muktedirlerin çıkarlarına ve gücüne karşı
direnme cesaretini gösterebilirlerse, ancak o zaman, toplumun vicdanı ve
“ıslah edicisi” rolünü oynayabilirler.10
“Gezegen Elden Gidiyor...” Manifestosu (Mart 2013)
Hatırlayalım.
2013 Mart ayı sonunda, Türkiye’nin önde gelen kamu entelektüellerinden
22’sinin imzasıyla duyurulan bir manifesto, olanca alçakgönüllüğü içinde
tam da böyle bir rolü üstlenmeyi amaçlıyordu. “Gezegen Elden Gidiyor,
Buna Razı Gelemeyiz!”11 başlıklı metin, Türkiye’de belki de
ilk kez görülen geniş bir yelpazeyi bağrında barındırmayı başardı: Çevre
ve ekolojiden insan haklarına, inanç temsilcilerinden demokrasi
kuruluşlarına, sanat kurumlarından sağlık örgütlerine, kadın hakları
kuruluşlarından çocuk hakları temsilcilerine, gençlik hareketlerinden
meslek örgütlerine uzanan 55 kuruluş imzacı olmuştu.
Metinde
şöyle deniyordu: “ İklim değişiyor ve sosyal adaletsizliği kat be kat
artırıp derinleştiriyor. Toprağın sağlığı ve suyun saflığı, yeryüzü
toplumlarının ayakta kalıp kalamayacağını gösterecek olan son ölçüler
artık... Gezegen sürekli uyarıyor. Ama gözler kör, kulaklar sağır
kalmaya devam ederse, kibir denen şeyin ne büyük bir felaket olduğunu
yakında hepimiz öğreneceğiz... İşte onun için, vicdanı olan tüm
yurttaşlarımızı, elde hâlâ çözüm imkânı varken, gezegeni kurtarma
seferberliğinde kendi payına düşeni yapmaya, bu büyük sorumluluğu
paylaşmaya çağırıyoruz.”
Ardından, TBMM Başkanı’na hitaben bir imza kampanyası başlatıldı.12 Bugüne
kadar 9 bini aşkın sayıda aktif ve bilinçli Türkiye yurttaşının
katıldığı kampanyanın ana talebi şöyleydi: “Vakit çok geç olmadan,
imzalarımızla hem toplumu, hem de karar alıcıları ekonomik, siyasi ve
kültürel bakımdan güçlü bir değişikliğe doğru yönlendirmeliyiz.
Meclisten ve siyasi karar alıcılardan yenilenebilir enerji kaynakları
konusunda tutarlı ve istikrarlı politikalar belirlemesini, bu yönde
toplumun önüne somut hedefler koymasını ve bunları süratle hayata
geçirmesini talep ediyoruz. Ve ancak o zaman, hayattaki tek evimiz olan
bu gezegeni kurtarmak için bir şansımız olabilir.”
Evet,
talebe şu âna kadar yaklaşık 9 bin kişi katıldı. 75 milyonu aşkın bir
nüfus için “devede kulak” denebilir. Ama, tarih bize böyle bakmamak
gerektiğini gösteriyor. Bir kere, hiçbir doğrudan karar alınmasını
gerektirmeyen “soyut” bir talebin toplumda 9 bin kişi tarafından
sahiplenilerek dile getirilmesi, “sürpriz” denecek kadar yüksek bir
katılımı işaret ediyor.
“Ekoloji Mücadelesi, Demokrasi Mücadelesinin Ta Kendisi”
İkincisi,
“3 -5 ağaç” için “sekiz-on kişinin protestosuyla başlayan, 2’si hariç
Türkiyenin tüm illerine bir bozkır yangını gibi yayılarak –resmi
açıklamaya göre– 2 milyonu aşan
katılımcı sayısıyla Türkiye tarihinin gördüğü en büyük kitle hareketine
dönüşen Gezi direnişinin ilk sloganlarından biri “bu daha başlangıç,
mücadeleye devam!” idi, hatırlanacağı üzere. Uzun sürmüş Gezi yazının
ardından ülkenin dört bir yanında ekolojik mücadele olanca hızıyla devam
ediyor.
Gezi
direnişi, hayli öncesinden başlamış kırsal merkezli sayısız yerel
ekoloji direnişinin ve sivil itaatsizlik uygulamasının (Sinop-Gerze,
Muğla-Yuvarlakçay, Büyük Anadolu Yürüyüşü, Kastamonu Loç vadisi, Erzurum
Aksu Vadisi, Hopa, Artvin, Munzur, vb. eylem ve hareketlerinin)
kesintisiz bir devamı niteliğindeydi.
Yazar
ve aktivist Ümit Şahin’in dediği gibi, “ekoloji mücadelesi, demokrasi
mücadelesinin ta kendisi” zaten. Ve böyle olmasının “bir nedeni de AKP
hükümetinin sürdürdüğü gibi çevresel ve sosyal bedellerin gözardı
edildiği, (Batı’da 1970’lere kadar uygulanabilmiş) hızlı ve agresif
kalkınma anlayışının demokratik mezanizmaların işlediği yerlerde artık
mümkün olmaması... AKP’nin demokrasiyi tahrip etmesi sadece kendi
muhafazakâr, çoğunlukçu yönetim anlayışının ve iktidarını ilelebet
sürdürme gayesinin göstergesi değil, aynı zamanda iktidarı sağlama almak
için vazgeçilmez gördüğü, bedeli ne olursa olsun hızlı ekonomik büyüme
politikalarının ancak demokrasinin yok edildiği bir ortamda mümkün
olduğunu bilmesidir.”13
Çevre,
ekoloji ve demokrasi mücadelesinin, yakında iklim mücadelesiyle
bütünleşip, hepsinin tek ve büyük bir harekete dönüşmesi şart görünüyor.
Bu, zorunlu olduğu gibi, pekâlâ mümkün ve muhtemel de. “Hasım” da tek
ve büyük çünkü.
Aslında,
yeryüzünün hemen her yanında olduğu gibi Türkiye’de de yönetime tek bir
“dünya görüşü” egemen: Yazar ve aktivist Naomi Klein’ın deyişiyle,
dünyadan durmadan almaya, asla geri vermeden almaya dayalı bir yönetim
anlayışı bu. Kimi zaman “kazıp çıkarmacılık” (“extractivism”)
diye adlandırılıyor. Kimi zaman neoliberalizm. Kimi zamansa, düpedüz
kapitalizm. Klein tarifi şöyle açımlıyor: “Almaya sınır yokmuş gibi,
işçi bedenlerinin bir dayanma haddi yokmuş gibi almaya devam etmek;
işleyen bir toplumun ya da yaşayan bir gezegenin kaldırabileceği bir had
hudud yokmuş gibi almaya, gene almaya, sadece almaya dayalı bir
anlayış.”14
“Hafriyatçılık İdeolojisi”
İlaveten,
biz de bir terim yaratmayı deneyebiliriz belki: Hafriyatçılık. Hani,
bütün o sayısız termik santralleri, HES’leri, 3. Köprüyü, kesilen Kuzey
Ormanları’nı, 3. Havalimanını, Kanal İstanbul’u, Ilısu’yu, Munzur’u,
Aliağa’yı, Bozcaada’yı, Çanakkale’yi, taş ocaklarını, maden ocaklarını,
kazılan bütün o maden ve inşaat çukurlarını, ve daha pek çoklarını
düşünürsek... ‘hafriyatçılık’ diyemez miyiz buna? Pekâlâ diyebiliriz.
Sonu gelmeyen bu ekonomik büyüme fetişizmi, bu hafriyatçılık insanlığı
bir bütün olarak umutsuzluğa doğru sürüklerken, ortada yaşanabilir bir
çevre bırakmıyor ve her yerde toplumun sadece küçücük bir kesimini
zengin etmeye yarıyor.
Demokratikleşme
paketleri açıklanırken doğa’nın bir hak öznesi olmak tanınması şöyle
dursun, doğa’nın esamisi bile okunmuyor. Paketle eşzamanlı olarak yeni
yollar, yeni köprüler, kömür yakıtlı termik santraller, “kayagazı”,
“sıcak kayagazı”, “kayapetrolü”, “hidrolik çatlatma”, “çatlatmalı üretim
operasyonları”, Shell ile dikey ve yatay kuyu açma operasyonları”nın
haberleri şen şakrak veriliyor. Yeni ve konvansiyonel dışı fosil yakıt
hafriyatına ilişkin yeni proje haberlerinden geçilmiyor hafriyatçı
medyada. Kısa bir tarama sonucunda hepsinde ortak kelimenin MÜJDE!
olduğunu görüp, insanda intiharı çağrıştıran bu absürdite konusunda ne
düşüneceğinizi ve ne diyeceğinizi şaşırıyorsunuz.15
Ama,
bunun böyle gitmeyeceği apaçık. Dünyanın nasıl yürütüldüğü ve ebediyen
yürütüleceği konusundaki bu başat ve bayat hikâyenin sonunun geldiği
apaçık.
Yepyeni Bir Ekonomik Modele Doğru
“Dünyanın
nasıl yürümesi gerektiği konusunda bizim yeni bir hikâyeye, kendi
hikâyemize ihtiyacımız var,” diyor Naomi Klein ve ekliyor: “İklim
değişikliği, başımıza gelecek dertleri sayıp döktüğümüz bir liste değil.
Medeniyete dönüş çağrısı.... Bu çağrı, adalet ve sürdürülebilirliğe
dayalı yepyeni bir ekonomik modele ihtiyacımız olduğunu anlatır. Ve
şunları söyler: Aldığın zaman vermen gerekir, aşamayacağımız limitler
vardır ... Geleceğimiz, durmadan daha derin çukurlar kazmak değil, kendi
iç derinliklerimize dalmaya bağlıdır – ki, hepimizin kaderinin
birbirine bağlı olduğunu anlayabilelim.” Klein’a göre iklim değişikliği
–olası tüm ekonomik ve ahlakî sonuçları kavrandığı zaman– eşitlik ve
sosyal adalet mücadelesi veren ilerici insanların elindeki en güçlü
silahtır.16
“Muharebe
hatları hiç bu kadar açık ve net olmamıştı,” diyor Klein ve ekliyor:
“Şirketlerin serbest ticaret adı altında yürüttükleri düzene karşı
giriştiğimiz savaşta iklim değişikliği argümanı, tüm öteki argümanları
bastırır. Yani, kusura bakmayın ama dostlar, toplumlarımızın ve
gezegenimizin sağlığı, sizin o tanrı vergisi müstehcen kârlarınızdan
azıcık daha önemli. Ve bunlar, aslında bizim kazanacağımız ahlakî
argümanlar... Amacımız da ekonomiyi eşitlik ve sosyal adalet ilkeleri
üzerinden temelli değiştirmek, demokrasiyi onarıp güçlendirmek ve çevre
açısından ayakta kalabilecek bir gelecek inşa etmek.”17
İklim
yıkımına karşı dünya çapındaki mücadelenin en önemli isimlerinden ve
350.org kurucularından Bill McKibben da aynı fikrin izini sürüyor: İklim
değişikliğinin gelecekteki en yıkıcı etkilerini defetmeyi uman herhangi
bir hareketin, insan hakları ve sosyal adalet alanlarında mücadele eden
doğal müttefikleriyle birleşmesinin zorunlu olduğunu söylüyor.
Hareketin çok daha geniş bir alana yayılıp büyümesi gerektiği aşikâr.
“Daha ikna edici bir dâvâ olamazdı,” diyor. Gezegenin ateşi, o gezegende
ikamet edenlerin mini minnacık bir yüzdesinin kârı için, gene o bir
avuç insan tarafından hızla yükseliyor. Bu böyleyse eğer, varlığımıza ya
da bizatihi adalet kavramına yöneltilmiş daha açık ve net bir tehdit
olamaz demektir.”18
Buna
karşılık, bu felakete bizi sürükleyen o müthiş eşitsizlikleri ve güç
konsantrasyonlarını hedef almayan bir hareketin, iklim yıkımının
başımıza açtığı ve açacağı müthiş belalara karşı gerçek bir çare
olamayacağı da açık.
Ülkemizde
uzun sürmüş bir yazın deneyimlerinden tonla ders çıkartmak mümkün.
Bunların en önemlilerinden biri de şudur: Gezi direnişi bize çok açık
gösterdi ki, olup bitenler –üç - beş ağacın başının altından çıkmakla
birlikte– son tahlilde, kat’iyen
bir çevre kavgası falan değildi. Bu, haysiyet, demokrasi, güç, eşitlik,
açlık ve gelecek (yeryüzündeki tüm canlıların geleceği) konusunda çok
kapsamlı bir kavganın işaretiydi. Gezi’den hemen sonraki dönemde, şehrin
çeşitli parklarında yapılan forumlarda da, şekillenmesi istenen yeni
dünyanın temelleri üzerinde kapsamlı tartışmalara başlandı ve bunlar
devam ediyor.
Yerel, Yatay, Yavaşça & Yerel, Ulusal, Küresel
Daha önce de yazmaya çalışmıştık. Dünyada da, Türkiye’de de yeni bir hareket gelişiyor. Yerel, yatay ve yavaşça.19
İklim gerginlik ve baskısının giderek artacağı önümüzdeki zamanlarda,
McKibben’ın işaret ettiği gibi, yeni türden topluluklara (cemaatlere)
ihtiyacın artacağı kesin: Dirençli, esnek ve gayet ademi merkeziyetçi
topluluklar bunlar, ama aynı zamanda birbiriyle derinlemesine
bağlantılı. Yanıbaşında ikinci bir eksen daha var: Bu hareket aynı
zamanda yerel, ulusal ve küresel nitelikte olmak zorunda.
“Önümüzdeki
yıllarda, gezegende şimdiye kadar görülmemiş miktarlarda paralara ve
kârlara karşı duracak büyüklükte bir hareket yaratmak bizim görevimiz,”
diyor McKibben.20 Böyle bir hareketin, termometresi bulunan
her yere yayılması gerektiğini ilave ediyor. Bu hareketin petrol boru
hatlarının döşenmesini, kömürlü termik santrallerin inşa edilmesini
engellemesi gerek. Ve onların yerini rüzgâr güllerinin, güneş
panellerinin almasını sağlaması: Bu hareketin az zamanda çok işler
yapması, kısacası, dünyayı yeniden kurması bekleniyor.
Olamaz
mı? “Tek bir şekilde olabilir ancak,” diyor McKibben, “İyice dört bir
yana yayılmış ama derinlemesine iç bağlantıları olan ‘enterkonekte’ bir
hareketle olur ancak,” diye de ekliyor. Bu yolu kendilerine dert
edinmiş, yeni tür yurttaşların hareketiyle. Gezi Parkı’nda kurulan
komünde ilk girişilen işlerden birinin bostan olması, bu bakımdan
anlamlı bir göstergeydi.
Küresel
ölçekte de öyle işliyor zaten. “Çatılardan çatılara uzanan yeni bir
dünyayı hedefliyoruz,” diyor McKibben. “İnsanların kendi toplulukları
içinde küçük ama önemli ölçekte üretim yaptıkları, yenilenebilir
enerjiyle dönen bir dünyayı. Bizi bu yeni dünyaya taşıyacak hareket de
bu tür bir enerjiyle çalışıyor olmalı.”21
İklim
yıkımı gibi korkunçlukları ne zaman konuşmaya başlasam, sorulmasa da
her zaman akıllarda olan bir soru oluyor: “Peki ama çok geç kalmadık
mı?” sorusu. “Umut nerde?” Söyleyeyim: 2013 yazında Türkiye’nin genç
kuşağı bu sorunun cevabını verdi. Umut, Kaf Dağı’nın ardında değil, buradaydı işte – gözümüzün
önünde! Lideri filan olmayan, tabanda kendiliğinden, spontane
örgütlenen, gençliğin omuzlarında yükselen, yerelden küresele uzanan bir
ekoloji hareketi. Bundan daha umut verici ne olabilir ki.
Bir de “bonus”umuz var üstelik: Genç, yaşlı, kadın, erkek, lezbiyen ya da gey farketmez. Yeryüzü Versiyon 2013 teknesi22 herkese açık; güverteye atlayıp yelkenleri fora etmek için daha ne bekliyoruz?
Dedik ya, anlatılan bizim hikâyemiz.
İstanbul, 2013
[1] “Climate Change? Try Catastrophic Climate Breakdown,” http://www.theguardian.com/environment/georgemonbiot/2013/sep/27/ipcc-climate-change-report-global-warming
2 “Our Planet Is Like 'Overweight Smoker with a Heart Condition': An IPCC Report Q&A,” https://www.commondreams.org/view/2013/09/27-0
4 “Oceans Face 'Deadly Trio' of Threats, Study Says,”
ayrıca bkz.: “ 'Inhospitable Oceans' Acidifying at Rate Unseen in 250 Million Years (or Ever),” https://www.commondreams.org/headline/2013/08/26-0
5 “Aşırı Sıcaklar Geliyor,”
6 Climate Change on Pace to Occur 10 Times Faster Than any Change Recorded in Past 65 Million Years,” http://news.stanford.edu/news/2013/august/climate-change-speed-080113.html
7 Bkz.: http://www.theatlantic.com/international/archive/2013/09/william-polk-on-syria-what-now/279707/
ayrıca bkz.: Gwynne Dyer: 2013, İklim Savaşları (çev. Füsun Özlen), Paloma, passim.
8 “Dünyanın Lanetlilerini Katletmek,” http://www.acikradyo.com.tr/default.aspx?_mv=a&aid=32019
9 “An Old Story, but Useful Lessons,” http://www.columbia.edu/~jeh1/mailings/2013/20130926_PTRSpaperDiscussion.pdf
[1]1 “Gezegen Elden Gidiyor, Buna Razı Gelemeyiz!”, http://www.acikradyo.com.tr/default.aspx?_mv=a&aid=31150&cat=100
[1]2 “Gezi Direnişi: Bir Demokrasi ve Ekoloji Mücadelesi,” Üç Ekoloji dergisi (Yaz 2013), s.20-21.
[1]4 “Overcoming 'Overburden': The Climate Crisis and a Unified Left Agenda,”
[1]5 Birkaç örnek için bkz.: http://yenisafak.com.tr/ekonomi-haber/sicak-kaya-gazi-mujdesi-20.6.2013-533931; http://finans.mynet.com/haber/detay/ekonomi/kaya-gazi-mujdesi/89337; http://ekonomi.bugun.com.tr/3-ilimize-kaya-gazi-mujdesi-haberi/223437...
[1]6 Bkz.: yukarıda 15 no’lu dipnotu.
[1]7 Ibid.
[1]8 “Movements Without Leaders,” http://www.tomdispatch.com/blog/175737/
20 Bkz.: yukarıda 18 no’lu dipnotu.
21 Ibid.
22 Rebecca Solnit, “... A Movement for a New Planet,” http://www.tomdispatch.com/blog/175737/