Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen'e
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.
William Shakespeare, 66. Sone (Türkçe söyleyen: Can Yücel)
***
Hava, Su, İklim
Çünkü evet, dünyanın suyu çıktı maalesef: Mesela su tabloları yeryüzünün her tarafında büyük düşüş gösteriyor ve 4 milyar insan –dünya nüfusunun üçte ikisi!– su kıtlığı tehdidi altında kalıyor: Temiz su bitmekte yani... Herkes için!
Öte yandan, küresel ısınmaya ve böcek öldürücü (pestisid) kullanımındaki yaygınlığa bağlı olarak dünyanın birçok yerinde milyonlarca insan Zika virüsü “infilakı”ndan etkileniyor, Güney Amerika’da birçok çocuk küçük beyinlerle (mikrosefali) doğuyor ve doğacak... Brezilya’da müstakbel annelere resmî uyarı geliyor: “Birkaç sene çocuk doğurmayı düşünmeseniz iyi olur.”
Aynı anda Avrupa’dan da bir “resmî” uyarı geliyor. Ama insan sağlığı değil de, daha ziyade “ekonominin sağlığı” konusunda: AB’nin resmî finans riski denetleme kurumu, âcil önlem alınmazsa iklim değişikliğinin mali piyasaları mahvedebileceğini, trilyonlarca doları “bir anda silebileceğini” söylüyor!
Bu dünyada adalet: Oxfam yardım kuruluşunun yeni araştırma raporu geliyor. Buna göre, yeryüzü sakinlerinin en zengin %1’inin ortalama karbon ayakizi, en yoksul %10 içinde yer alan bir kişinin karbon salımı ortalamasının en az 175 katı! En zengin %10 nüfus da, atmosfere boca edilen karbon salımlarının en az %50’sinin sorumlusu!
“Tersine Robin Hood sendromu”: Önde gelen dünya üniversitelerinden gelen yeni ortak araştırma raporuna göre sonuç net: İklim değişikliği yoksullardan alıp zenginlere veriyor! “Doğal kaynaklar”ın yeniden tahsisini yapıyor, her türlü sermayenin değerini tersyüz ediyor ve refahın kitlesel olarak yeniden dağılımına yol açıyor. “Altta kalanın canı çıkıyor” yani!
Ülkede kalkınma için plajlar kayboluyor, arabalar çoğalıyor, zeytinler kesiliyor, bağlar bozuluyordu: Antalya’da her yıl milyonlarca turist ağırlayan Konyaaltı Sahili, son 70 yılda 70 metre “kayboluyor”du! Sahili besleyen Boğaçayı’ndan kentteki yoğun yapılaşma ve inşaat için kum-çakıl alınması ve buna bağlı olarak dalgaların oluşturduğu erozyon nedeniyle 70 metre elden gitmişti ve bu sahil kaybının geri dönüşü yoktu! Temiz hava ve temiz sudan sonraki en büyük üçüncü ihtiyaç ve kaybımızın kum(sal) olduğu açıktı!
O esnada trafiğe her ay ortalama 100 bin yeni taşıt çıkıyor, toplam taşıt geçen yıl sonunda tam 20 milyona ulaşıyor, böylelikle ülkede artık her 4 kişiye 1 motorlu araç düşüyordu. Yeni araca yeni yol gerekti tabii: Yapımı devam eden İstanbul-İzmir Otoyolu için 700 bin zeytin ağacı kesiliyor, 105 km boyunca da bağlar bozuluyordu.
Bu durumda da bazı Atasözlerini değiştirmek de farz oluyordu elbete: Artık “Kum gider, sel kalır”dı. “Araç, yolunda gerek”ti. Ve de, “Mazot gibi üste çıkmak” daha doğru olacaktı.
Türkiye’den dünyaya küçük bir geri sıçrama: Milyonlarca ve belki de milyarlarca yıldır tozlama (polinasyon) yapan canlıların yani arıların, kelebeklerin, börtü böceğin, yarasaların vb. insan kaynaklı iklim değişikliği ve yaygın pestisid kullanımı gibi uygulamalar yüzünden dörtbir yanda hızla yokoluşa gittiği, bunun da elma, badem, kahve, çikolata gibi birçok besin maddesinin ortadan kalkmasına yol açacağı yolunda uyarılar birbirini kovalıyordu. Çoğalmayı arılarla böceklere bakarak öğrenme geleneğimiz de yakında sizlere ömür olabilirdi!
İnanması güç ama, iklim değişikliği, eriyen buzlar yüzünden, dünyanın güneş etrafındaki dönüşünü dahi yavaşlatıyor ve günler azıcık uzuyordu!
***
Mahşerin 4 Atlısı
Dünyanın dörtbir yanında yolsuzluk kol geziyor: sonsuz kâr hırsı peşindeki soyguncu şirketler doğayı soyup soğana çeviriyor ve onların cebindeki hırsız yöneticilerin, soyguncu politikacıların kimi yargılanıyor kimi zaman, kimiyse afralanıp tafralanmayı sürdürüyor.
Ortadoğu’da: Her an askerî müdahalenin konuşulduğu komşu Suriye 5 yıl içinde gözlerimizin önünde “yok olmakta”: Yarım milyona yakın ölü, göç ve ölümlerle yüzde 21 azalmış nüfus (en az % 11’i ölü ve/ya yaralı); iç savaşın patlak vermesinden bu yana ülkede ortalama ömür 70 yaştan 55,5’a düşmüş – sadece 5 yılda!
O sırada Türkiye’de: Diyarbakır, Suruç, Ankara Garı, İstanbul Sultanahmet katliamları, gene Ankara’da, Başkentin kalbinde bombayla parçalanan askerlerle siviller, Güneydoğu’da yasaklı sokaklar, onbinlerin göçü, yıkılan tarih, tanklarıyla, toplarıyla gelen devlet güçleri, bir ilçede kimisi tanınmaz halde olan, gömülmeyi beklediği halde gömülemeyen 150’ye yakın cenaze, yanmış gazeteci cesetleri, yerle bir olan evler, hayalet şehirler, bitmek bilmeyen operasyonlar, yitip giden kentler, kursa çağrılan öğretmenler, öğretmensiz, okulsuz, oyunsuz kalan öğrenciler, kapanan eğitim mevsimleri...
Ayrıca gene Türkiye’de güneydoğuda, doğuda, batıda, her yerde hapsedilen gazeteciler, kovulan, soruşturulan akademisyenler, Artvin’de Cerattepe’de şirketlerin sonsuz kâr hırsına arka çıkan kolluk kuvvetlerine direnen yerli halka karşı girişilen “büyük taarruz”: Kartpostal güzelliğindeki zümrüt vadilere öbek öbek yayılan beyaz gaz bulutları...
“Batı yakasının hikâyesi”nde: Yılın ilk 6 haftasında Avrupa’ya ulaşan 80 bin (günde 2 bin) mülteci/göçmen; Türkiye’nin batısındaki turistik cennet sahillere neredeyse her gün vuran çocuk cesetleri, batan botlar, saçılan can yelekleri, yıkılan umutlar... Akdeniz’de yılın ilk 2 ayında günde 7 göçmen/mülteci ölümü. Her gün! Son 1 buçuk - 2 yıl içinde Avrupa’da “kaybolduğu” açıklanan ve kaçakçı çetelerince seks kölesi yapıldığından korkulan en az 10 bin göçmen/mülteci çocuğu... Seks kölesi 10 bin kimsesiz kız ve oğlan! Kimsenin sormadığı!
Avrupa’da ise gelişmeler şu minvalde: Onu “Avrupa medeniyeti” yapan aslî unsurlardan açık sınır politikasının toptan iflası, AB’nin felç olması, içişleri bakanlarının mülteci akınını “âcilen yavaşlatmak” için toplanması, göçmenlerin “kaynağında durdurulması” talebinin dile getirilmesi, "AB'nin bekasının tehlikeye gireceği" teranesinin tekrarlanması, Yunanistan Başbakanı’nın bu “tedbirleri” eleştirip ülkesinin bir "ruhlar deposuna" dönüştüğünü söylemesi, herkesin birbirini suçlaması ve hır çıkması...
Asya’da, Orta Doğu’da başgösteren “savaş suçları ve insanlık suçları işleme alışkanlığı”nın sürüp gitmesi: Afganistan’da, Yemen’de, Suriye’de peş peşe ABD, Suudi, Rus roketleriyle vurulan hastanelerde, revirlerde ve kliniklerde ölen, yanan, sakatlanan çoluk-çocuk, yaşlı genç hastalar, hasta yakınları, hastabakıcılar, doktorlar ve hemşireler... Aynı bölgelerde kadim şehirlerin üstüne döşenen “bombadan halılar”, araziye saçılan “salkım bombaları”... ABD’nin, Afganistan’a, Libya’ya, Afrika’ya getirdiği yeni savaşlar: v2.0 savaşları.
Silah imalat ve ihracatçıları savaş uçaklarında, İHA’larda, roketlerde, zırhlı araçlarda, gece görüşlü dürbünlerde, lazerlerde, gelişkin helikopterlerde ve bilumum akıllı ölüm araçlarında bilumum dünya rekorlarının peşpeşe kırılmaya devam etmesi, önde gelen silah şirketlerinin hisse senetlerinde ve toplam piyasa değerlerinde de öyle...
O esnada silah cenneti ABD’de: Iowa Eyalet Temsilciler Meclisi’nde kabul edilen, Senato’dan da geçerse yürürlüğe girecek olan yeni bir yasaya göre her yaştan çocuk tabanca kullanabilecek. Kanunla 1, 2, 3, 4 yaşındaki çocuklar – anababalarının denetim ve gözetimi altında olmak şartıyla – otomatik tabanca, revolver, altıpatlar gibi bilumum silahları ve mühimmatı kullanabilecek. Av tüfeği, çifte ve uzun namlulu tüfek kullanma iznine zaten kanunen sahip bulunan bu minikler şimdi tabancalara da erişiyor. Minik milisler daha tay tay giderken durup “Bambam! Seni vuydum!...” diye bağırarak tabancalarını ateşleyebilecekler! İlkokullara reklam yapan silah şirketleri, yeni jenerasyon tetikçileri görev başına çağırıyor.
Uluslararası Af Örgütü 160 ülkede insan haklarını mercek altına aldığı 2015 raporunda dünyanın insan hakları açısından 2. Dünya Savaşı’ndan beri yaşanan en büyük krizle karşı karşıya olduğunu söylüyor: Raporda mültecilere dönük hak ihlalleri, cezasızlık, devletlerin ve devlet dışı aktörlerin şiddetinin yanı sıra uluslararası hukuk sisteminin insan haklarını korumaya dönük eksikliklerine de dikkat çekiliyor.
Raporun Türkiye’ye ilişkin bölümünde insan haklarının durumunun Haziran’daki genel seçimlerin ve Temmuz’da Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ve Türk silahlı kuvvetleri arasında şiddetin patlak vermesinin ardından ciddi biçimde kötüye gittiği, basının hükümet tarafından uygulanan eşi benzeri görülmemiş bir baskıyla karşı karşıya kaldığı, polisin aşırı güç kullandığı, gözaltında kötü muamele vakalarının artış gösterdiği, insan hakları ihlallerinde cezasızlığın devam ettiği, ve yargının bağımsızlığının daha da sarsıldığı belirtiliyor.
Kara Afrika’da kadim Yunan’a yakışır bir trajedi: Yeni yılda perde Boko Haram saldırılarıyla yerinden yurdundan edilmiş 50 bin kişilik mülteci kampına, örgütün iki kız bombacısının saldırısıyla açılır. Sonuç: 58 ölü, sayısız yaralı! Ek sürpriz sonuç: Üçüncü intihar bombacısı kız, kendini patlatmaktan o saat vazgeçer. Neden? Çünkü tam o anda kampta ana babasını ve kardeşlerini görmüş, dünyası şaşmıştır! [Bombacı küçük kız soldan çıkar – perde!]
“Arş-ı âlâ”ya varan nal seslerini duyabiliyor musunuz? Öyleyse, işte –huzurlarınızda alkışlarınızla – Mahşerin Dört Atlısı:
1) Yeryüzünü Nuh’un Tufanı ile Dante’nin cehennemi arasına sıkıştıran iklim değişikliği ve/ya küresel ısınma.
2) Yeryüzü yüzeyini ay yüzeyine döndüren, çöle ve cehenneme çeviren büyük enerji, inşaat ve maden şirketlerinin sonsuz ve azgın kâr hırsı.
3) İnsanların boğazına dayanan yoksulluk ve eşitsizlik cehennemi.
4) Yeryüzünün her yanında kol gezen ayrımcılık, milliyetçilik, militarizm, emperyalizm, savaş ve şiddet...
***
Direnen İnsancıklar
Öte yandan, insanlığın bir kesimi de kuvvetle direniyor ama: Kuzey Amerika’da yerliler bit kadar kanolarıyla dev petrol şirketlerinin dev platformunun önüne çıkıyor, dev şirketi 7 milyar dolarlık dev masrafa rağmen Kuzey kutbunun eriyen buzları altında petrol aramaktan vazgeçirtebiliyor...
Dünyanın en pis fosil yakıtı olan katran kumullarını çıkarmak için dünyanın canını çıkaran dev şirketin iş makineleri önüne bedenlerini siper eden tarihin ilk Kızılderili-Kovboy ittifakı 4 yıllık müthiş mücadele sonunda boru hattı ruhsatını engellemeyi başarıyor...
New York’da 400 bin kişi sel olup Manhattan vadisini kaplıyor, Almanya’da devasa iş makinelerinin önüne çıkan vatandaşlar kömür santrallerinin yapımını durduruyor ve Kuzeyli ülkede “güneşi doğduruyor”... Güneyde Pasifik adalarında sular altında kalacak ada sakinleri, savaş boyalarını sürüp “boğulmayacağız, savaşacağız” diye ortaya fırlıyor...
195 küsur ülke Paris’te bir araya gelip –dişi epey az olsa da– ilk evrensel iklim anlaşmasını imzalayabiliyor. İklim adaleti peşinde koşanlar, Fransa’da olağanüstü hal ve yasakları dinlemeyip, kırmızılarını takınıyor, “kırmızı çizgilerini” âleme haykırıyor, Eyfel Kulesi etrafında insan zinciri oluşturuyor ve tarihi heykellere kutup ayısı kıyafeti giydiriyor...
Gerze ahalisi termik santralin yapımını neredeyse 4 yıllık cansiperane mücadelenin sonunda durdurabiliyor; Halkidiki’de her kuşaktan insanlar yaşam haklarını savunmayı ve direnmeyi yıllar yılı sürdürüyor ve direnme kararlarının arkasında dimdik durabiliyor...
Artvin Cerattepe’de bölge halkı, sağcı solcu, ak ya da kara partili demeksizin maden şirketine ve onu koruyup kollayan kolluk kuvvetlerine karşı birleşip eşsiz bir dayanışma ile topyekûn direniş gösterince, Başbakan, sonunda direnişçilerle görüşmek ve sonuçta mahkeme kararına kadar şirkete “hele bir dur” demek zorunda kalıyor. Ama Artvin ahalisi hem temkinli, hem kararlı: Şirket Cerattepe’yi terkedene kadar direnişi sürdürme kararı alıyor.
Akademisyenler, gazeteciler, yazarlar, çizerler, sanatçılar, bilim insanları, sporcular ve toplumun birçok başka kesimi, dünyada ve ülkede iktidarların ayrımcı, baskıcı, yasakçı, demokrasi karşıtı, anti-demokratik ve otokratik herhangi bir girişimine suç ortağı olmayı reddedip direniyor ve gelebilecek baskılara aldırmıyor...
Türkiye’de Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, bireysel başvurularını değerlendirdiği iki gazetecinin yaptıkları haber nedeniyle tutuklanmalarının “kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın hürriyetlerinin ihlali” olduğuna karar veriyor, gazeteciler 3 ay yattıktan sonra serbest kalıyor ve haberciliğe bıraktıkları yerden devam edeceklerini söylüyor.
“Cüce Şubat”ın son günlerine girilirken Britanya’da bütün bir kuşağın en büyük nükleer silah karşıtı eylemi gerçekleştiriliyor. Dünyanın tam öbür ucundan gelenlerin de katılımıyla Londra’da sokaklara ve meydanlara dökülen onbinlerce eylemci, ülkeleri ve gezegenleri için nükleer silahlardan arınmış bir dünya istiyor.
Ve son gün: Bahar gelir, çiçekler açmaya dururken 29 Şubat “artık yıl” (“sıçrayan yıl”) günü 150’den fazla uluslararası örgüt “Sıçrama Manifestosu”nu ilan ediyor: Tüm ülkelerde gösteriler, gösterimler, oturumlar ve binbir türlü başka eylem. İklim adaleti aktivistleri temel taleplerini dünyaya ilan ediyor: Karbonsuz dünya, yerli haklarına saygı, ekonomik adalet, iklim adaleti… Daha adil, daha hakkaniyetli, daha temiz, daha yeşil bir toplum düzeni. Yerel hareketler eşgüdümlü eylem hazırlığı içinde yeni dünya düzenine doğru coşkuyla ilerliyor...
Bu arada, biliminsanları, yerçekimini ve evreni anlama yolunda muazzam bir keşif yaptıklarını açıklıyor: İnsanlık, Einstein'ın kuramlarından 100 yıl sonra, onun tüm evrene yayıldığını söylediği kütleçekimi dalgalarını nihayet gözlemliyor, sesini bile kayda alıyor!...
Ve devran dönüyor...
***
Yıllardır Açık Radyo’da her sabah bir başka hikâyesini dinleyiciyle paylaştığımız Güney Amerikalı yazar Galeano’nun “herşeyin tarihi” diye nitelendirebileceğimiz Aynalar kitabından bir anlatıyı aktararak bağlayalım öyleyse sözümüzü:
... Tanrının şaheserleri mi yoksa Şeytan’ın kötü bir şakası mı olduğumuzu artık bilmiyoruz. Biz, insancıklar:
Her şeyin yok edicisiyiz,
hemcinslerimizin avcısıyız,
atom bombasının, hidrojen bombasının ve insanları öldürürken nesnelere hiç zarar vermediği için bunların arasında en faydalısı olan nötron bombasının yaratıcılarıyız,
makineler icat eden,
icat ettiği makinelerin hizmetinde yaşayan,
içinde yaşadığı evi yiyip bitiren,
kendisine içecek olan suyu ve yiyecek veren toprağı zehirleyen,
kendisini kiralayabilen ya da satabilen ve kendi benzerlerini kiralayabilen ya da satabilen,
zevk için öldürebilen,
işkence eden,
tecavüz eden yegâne hayvanlarız.
Ama aynı zamanda da,
gülen,
uyanıkken düş kuran,
ipekböceğinin salyasından ipek yapan,
çöplüğü güzelliğe dönüştüren,
gökkuşağının tanımadığı renkleri keşfeden,
dünyanın seslerine yeni müzikler katan,
ve gerçeklikle hafıza dilsiz olmasın diye
yeni sözcükler yaratan yegâne hayvanlarız...
Eduardo Galeano, Aynalar (çeviren: Süleyman Doğru), Sel Yayınları, 2013, 4. bası, s.235