17 Şubat 2013 Pazar

TARİH YAPILIRKEN TANIK OLMAK

Dresden’de Faşizme Geçit Yok


Geçen hafta 3 ilginç tarihî olay oldu şu dünyada: Birincisi, 13 Şubat’ta Almanya’nın Dresden kentinde II. Dünya Savaşı’nın sonlarındaki Müttefik bombardımanının yıldönümünde, bu bombardımanı kınama bahanesiyle asıl faşizmi kutsayan bir gösteri yapmaya kalkan bin kadar neo Naziyi, kent ahalisinden oluşan 10 bin kişilik bir “sıradan insan zinciri” durdurdu ve bu faşistleri oracıkta “etkisiz hale getirdi.” 68 yıl önce Müttefiklerin masum Dresdenli sivilleri yakıp parçalaması korkunçtu evet, ama bu günümüz faşistlerinin gövde gösterisi için kullanılamazdı. Günümüzün Dresdenli sivilleri bu riyakârlığa geçit vermedi. Kimbilir, şu sıralarda her yerde o çirkin başını kaldırmaya başlayan azgın sağ karşısında bir özgürlükçü demokrasi hareketinin serpilip gelişmeye başlamasının işaret fişeklerinden biridir bu da.

Aynı gün, ABD Başkanı Obama’nın “Birliğin Durumu” adıyla ulusa sesleniş konuşmasını yapmasından saatler sonra, Beyaz Ev’in önünde toplanan bir grup insan, onun dünyanın en kirli yakıtını, bitumen petrolünü Kanada’dan ABD’ye taşıyacak boru hattına izin vermemesi için gösteri yaptı. Oyuncular, bilim insanları, din adamları, yerli reisleri, toprak sahipleri, çiftçiler,  aktivistler ve sıradan insanlar... Toplam 48 kişi kelepçe vurularak gözaltına alındı. Aralarında, gösteriyi düzenleyenlerden Sierra Club direktörü ve başkanı da vardı. Daha çevre’nin ‘ç’si ortada yokken kurulmuş, dünyanın herhalde en eski ve en büyük çevre örgütü olan Sierra Club, 120 yıllık tarihinde ilk kez bir tabuyu kırıyordu: Demokratik bir kitle örgütü olarak oylamasını yapmış, yalnızca “yasal” yollardan mücadele etmek için artık çok geç olduğunu, onun ötesinde sivil itaatsizlik eylemlerine geçeceğini karar altına almış ve bu tarihî kararı oracıkta, Başkan’ın ikametgâhının önünde uygulamaya geçirmişti.

Bir Milyar İnsan Yükseliyor
Ve ertesi gün: “Sevgililer Günü”nde, asıl “V- Günü/Bir Milyar Yükseliyor” hareketi yaşandı. Dünyanın dört bir yanında bir milyar kadın ve onları seven bütün erkekler işlerinden, evlerinden, okullarından çıkıp ayağa kalktılar ve dansettiler. Herkesin hedeflerini tek tek yerel olarak belirlediği küresel bir hareketti bu. Herkesin kendi hikâyesi, kendi öfkesi, kendi haykırışı, ama tek bir dans! Filipinlerin 7 bin küsur adasından Türkiye’nin 50 küsur şehrine kadar 205 ülkeyi, yani tastamam bütün dünyayı sarıp sarmalayan müthiş bir coşku ve öfke ateşi. 1 milyar kadının ve genç kızın hayatında en az bir kez tecavüze uğrayıp şiddete maruz bırakılması, her dakikada bir ırza geçme olayı yaşanması gibi vahşi istatistikler daima birer “münferit vaka” olarak görülegeldi. Ama sonunda, basta! Bu küresel dehşet fenomenine karşı evrensel ve tarihî bir başkaldırı hareketi nihayet başladı işte. Tanınmış uluslararası oyuncular, sinemacılar, akademisyenler, ilerici siyasetçi ve aktivistler tarafından kuvvetle desteklenen bir hareket bu. Şimdiye kadar ömürlerinde birlikte çalışmamış, bir araya bile gelmemiş bireyler ve gruplar, büyük bir doğallıkla –adeta kendiliğinden– buluşup coştular. Tarihî hareketin başını çeken yazar ve aktivist Eve Ensler, “bugüne kadar yaptığımız hiçbir şey bu kadar hızlı yayılıp bu kadar kolay olmamıştı,” diyor. “Tabular ve sessizlik kumkumaları her herde yerle bir oldu, bireyler ve gruplar radikal bir şekilde sokağa döküldü, şiddeti daimi kılan dünya çapındaki bu ataerkil sistemi gözler önüne seriverdi.”


İklim İçin Tarihin En Büyük Yürüyüşü
Kıpır kıpır bir dünyada üç günde üç önemli başkaldırı. Hayli heyecan verici! Ne ki, haftayı yalnızca bunlarla kapattığımızı düşünürsek fena halde yanılmış olabiliriz. Asıl büyük hadise bugün çünkü! Birlikte not düşelim mi: Dünyaya dev bir göktaşı çarpması ya da nükleer savaş gibi kozmik çapta bir olay patlak vermezse, bugün, 17 Şubat Pazar, iklim değişikliği konusunda tarihte görülmüş en büyük gösteri ve yürüyüş gerçekleşmiş olacak. Sierra Club, 350.org ve Hip Hop Caucus hareketlerinin çağrısı ile ABD’nin önde gelen sivil toplum kuruluşlarından yaklaşık 165’i, tarihlerinde ilk kez bir araya gelerek başkent Washington’da (DC) ortak bir eylem yapıyorlar. Başkan Obama’ya halka sesleniş konuşmasında verdiği sözleri yerine getirmesi, eyleme geçmesi konusunda benzeri görülmemiş bir taban baskısı oluşturmaktalar. Hayatın her kesiminden onbinlerce insanın (hatta, belki bir umut, 100 bin sayısından bile bahsetmek mümkün olabilir! Sierra’nın 1 milyon 400 bin kayıtlı üyesi var!) başkentin meydanlarında ve Beyaz Ev’in önünde gerçekleştirmekte olduğu bu devasa kitle gösterisi, yalnız ABD’nin ve Amerikan vatandaşlarının değil, şu yeryüzünde yaşamakta olan tüm insanların, hatta yalnız insanların da değil, tüm canlıların kaderini büyük ölçüde etkileyecek boyutta.
 Sierra Club’ı tarihte eşi görülmemiş sivil itaatsizlik kararı almaya götüren şey çok netti aslında: Yanlışlara karşı Doğruları savunma meselesinden ibaretti. Etik meselesiydi yani. Ahlâkî değerler meselesi. Vicdan meselesi. Derneğin yönetici-direktörü Michael Brune berrak bir dille şöyle yazıyordu: “ Küresel bir krizin gözlerimizin önünde kat kat açılıp yayılmasına tanık oluyoruz. Hele nasıl durduracağımızı bildiğimiz halde bir kenara çekilip bunun olmasına izin verirsek, bu, vicdana da, ahlâka da aykırı olur. Başkan’ın dediği gibi, ‘çocuklarımıza ve gelecek kuşaklara ihanet etmiş’ oluruz. Meseleyi daha basit koyamayız aslında: Ya, bilinen fosil yakıt rezervlerinin en az üçte ikisini toprağın altında bırakırız, ya da bildiğimiz haliyle bu gezegeni yok edip bitiririz. Tabir caizse, seçimimiz bundan ibaret.”
Artık Bekleyemeyiz!
Hareketin başını çekenlerden aktivist yazar Bill McKibben da 17 Şubat dev eylemini anlatırken bir kesinlikten söz ediyor: “Tabandan yükselen bu iklim hareketi içindeki bizler elimizden geldiği kadar hızlı ve güçlü bir şekilde gidiyoruz işte. (Hoş, fizik kanunlarının istediği kadar hızlı değiliz ya, neyse...) Belki yeterinde hızlı gidersek, bakarsınız, bu çok sabırlı başkanımız da rüzgârımıza kapılıverir. Ama biz onu beklemeyeceğiz,” diyor McKibben. “Bekleyemeyiz.”
İkisi de haklı. Yerden göğe kadar haklı. Doğrusunu isterseniz, biz de bekleyemeyiz. Artık, bundan böyle, kimse bekleyemez. Tıpkı, aktivist Tom Weis’ın dediği gibi çünkü: “Bir zaman gelir, çocuklarımızın geleceği ve yeryüzündeki tüm canlılar adına direnmek gerekir. O zaman işte burada. O zaman işte şimdi.”
Hele durun bakalım, yarın sabahtan itibaren dünyayı farklı bir gözle görebiliriz.
Ömer Madra
16 Şubat 2013
(Büyük İklim Eyleminden bir gün önce yazıldı.)

3 Şubat 2013 Pazar

“O Zaman İşte Burada, O Zaman İşte Şimdi”


2012, bütün dünyada anormal ve aşırı hava olaylarının yılı oldu; akla gelebilecek tüm rekorlar kırıldı. Ocak ayı içinde bir gün Avustralya’da +50° C sıcaklık görülürken Çin’de -50° C’ye şahit olundu! Yani, Tasmanya’dan kalkıp Çin’de indiğiniz tek bir uçak yolculuğu sonucunda aynı gün içinde 100 derecelik sıcaklık farkını yaşamanız mümkündü! Konumuz, iklim değişikliği. Yani, şunu artık net olarak biliyoruz ki, toplumların itici gücünü oluşturan fosil yakıt enerjisi (petrol, kömür ve doğal gaz), aynı zamanda toplumları ve gezegeni yok ediyor. Bu gerçekliği kabullenmek, yeni yılın başında bizi bekleyen en büyük meydan okuma.

Evet, konumuz iklim değişikliği. Yiyecek yemeğimizden içecek suyumuza kadar her şeyi doğrudan etkileyen kul yapısı fenomen... Siyasi, ekonomik, sosyal dünya kadar sorunumuz var; burası doğru. Ama bu sorunlarımızın tümünü tek bir hamlede arka plana itecek, onları marjinalleştirecek tek bir kriz varsa, o da bu işte. Bunda çuvallarsak, oyun bitiyor çünkü – Game Over! Yalnızca ülkemiz için değil, gezegenimizdeki hayatın büyük bölümü için de!

***

Greenpeace International’iın dünyanın en önemli enerji araştırma ve danışma şirketlerinden Ecofys’e hazırlattığı rapor Ocak ayı sonlarında yayımlandı: İklim değişikliğinin en fecî etkilerini önleme konusunda dünyanın ‘Geri Dönüşü Olmayan Nokta’ya hızla yaklaştığını, pek yakında sonsuz maddî ve manevî yıkıma, on milyonların ölümüne tanık olacağımızı belirtiyor rapor. Dahası, halen yılda % 3 artan sera gazı salımlarının en geç 24 ay içinde tepe noktasına ulaşmasının, ardından da her yıl % 5 düşmesinin şart olduğunu söylüyor! 2 sene!

Dünyanın önde gelen düşünce ve eylem insanlarından Noam Chomsky gene Ocak’ta –Hrant Dink Anısına Konferans vermek üzere– Türkiye’ye geldiğinde, kendisine “Ne olacak bu dünyanın hali?” sorusunu yönelttik. Tam 10 yıl aradan sonra bir kez daha aynı soruyu. Yine Açık Radyo adına. Profesör Chomsky, MIT Üniversitesi araştırmacılarının, medyada pek sözü edilmeyen o dehşetli araştırmasından söz etti: MIT’cilerin biçtiği mühlet aynıydı: Bu sürede iklim değişikliğini yavaşlatmak için radikal tedbirler almayı beceremezsek, acı kader: mâhut geri dönülmezlik noktasına gelecektik. Böyle söylüyordu saygın araştırmacılar. 2 sene! Yazıyla: İKİ.

Yoksa ne olacak peki?  Yoksa şu: İklim kontrolden çıkacak, ondan sonra ne kadar çabalasak nafile olacak, dünya sıcaklığı önümüzdeki onyıllar içinde 5 ya da belki 6 dereceye varacak ve ortalık kelimenin gerçek anlamıyla cehenneme dönecek! Elveda dünya/ merhaba kâinat!

***

Ocak ayının son Pazar günü, Observer gazetesinde bir mülakat çıktı. Davos’daki Dünya Ekonomi Forumu’nda önde gelen ekonomistlerden Sir Nicholas Stern’le konuşmuştu gazete. Lord Stern, iklim değişikliği üzerine 2006’da İngiliz hükümetinin siparişi üzerine 500 küsur sayfalık tuğla gibi rapor hazırlamıştı. Hem siyasetçilerin, hem de birçok çevreci kuruluşun referans aldığı rapor, küresel ısınmanın küresel ekonomiye getireceği maliyeti hesaplamaktaydı. 7 yıl sonra Lord Stern, “iklim değişikliği konusunda fena yanılmışım,” diyor. “Durum, benim o zaman öngördüğümden çok çok daha kötü!” O da 4-5° C bir ısınma öngörüyor şimdi. “Durum öyle tehlikeli ki,” diyor, “vargücümüzle müdahale etmeliyiz.” Rus ruletini 2 kurşunla mı oynayacağız, tek kurşunla mı? İşte bütün mesele.”

Aynı Davos’ta Dünya Bankası’nın yeni başkanı Jim Yong Kim de ağır konuşmuş: Nicholas Stern gibi baba iktisatçıların bu 4 derecelik artış öngörüsü doğruysa, dünyanın her yerinde “su ve yiyecek savaşları” çıkacağını, bunlara karşı bir karbon piyasası kurup, fosil yakıtlara tüm sübvansiyonları durdurup, dünyanın küresel ısınmanın  2/3’ünden sorumlu100 mega kentini “yeşillendirmekten” başka hiçbir çare olmadığını söylemiş. Dobra bir adam bu Başkan Jim.

***
Büyük meydan okumalardan bahsettik başta. Gerçekten, toplumları ve kişisel hayat tarzlarımızı yeşil alternatifler üzerinde yeşerecek şekilde yeniden inşa etmek, önümüzdeki on yılın en büyük meydan okuması. Yazar ve aktivist Naomi Klein’ın dediği gibi, kolektif bir felaket tehdidi ile karşı karşıyayız; dolayısıyla, ancak kolektif, yani topluca karşı koyma şansını yaratabilirsek eğer, kendimizi ve canlılar dünyasını kurtarmak için küçük de olsa bir şansımız olabilir.

Vakit adamakıllı daraldı. Şimdi dar alanda kısa paslaşmalar zamanı. Atmosfere saçtığımız zehirli sera gazlarını hızla azaltmaya başlamak için sadece 24 ayımız var! İklimi değiştiren fosil yakıtlara mahkûm filan değiliz. Alternatif enerji teknolojileri mevcut çünkü. Ama, ortada önemli bir sorun var. Potsdam İklim Enstitüsü’nün ünlü araştırmacısı Hans Joachim Schellnhuber’in yeni bir makalesinde belirttiği gibi, dünya kendini eski sisteme kilitlemiş durumda. (Bir çeşit “locked-in” durumu.) Sistemin ne kadar zararlı sonuçlar verdiğini gayet iyi bildiğimiz halde, onu değiştiremiyoruz.“Yeryüzünün en büyük endüstrisi kemikleşmiş durumda” diyor ünlü iklimbilimci,.” (Fosilleşmiş diye espri de yapabilirdi, ama –durumun vahametinden olsa gerek– yapmamış.)” Schellnhuber’a göre, modası geçmiş bu enerji sistemi herşeyi bastırıyor, alternatifleri boğuyor. 30 yıl önce şahit olduğumuz IT (enformasyon teknolojisi) devrimi bu alanda da olacak olmasına, ama ne yazık ki, “köhne insan beyninin kireçlenmiş sinir uçları, eski gözlemlere bağımlı kalmış, alternatiflere geçit vermiyor.”

Kireçlenmiş köhne beyinler, her şeyi haşır huşur yakmaya devam ediyor: Dünyanın önde gelen iklim bilimcilerinden James Hansen’in ifadesiyle “medeniyete ve gezegen üzerindeki tüm hayata en büyük tek tehdit”i oluşturan kömür toprağın bağrından sökülüp çıkarılıyor, yine Hansen’ın “ölüm trenleri” dediği trenlerle taşınıp, “ölüm fabrikaları” dediği termik santrallerde yakılıyor; durmadan yakılıyor. Hükümetler ise buna karşı koymak şöyle dursun, vargüçle destek çıkıyor. Özetle yeryüzündeki en tehlikeli, en zehirli madde olan kömüre methiyeler düzen, onu nurlu ufukların, kalkınma ve refahın anahtarı gibi gören ve gösteren yetkili siyasetçiler görüyoruz.

***
Ama işte, ekonomi ile ekolojinin bodoslama kafa kafaya tokuştuğu, bıçağın kemiğe dayandığı bu acayip tekinsiz ortamda, artık dünyanın her yerinde –ve tabii ülkemizde de– ciddi bir uyanış ve mücadeleler dizisi de eksik olmuyor. Hem hukuki, hem de hukukun ötesine geçen mücadeleler. (Gerzelilerin yıllardır süregelen cesur ve kararlı mücadelesi, uluslararası alanda da yankı buldu ve en kayda değer mücadeleler arasında tarihî yerini aldı mesela.) İklim bilimciler, hukuk profesörleri, toprak sahipleri, ünlü oyuncular, sanatçılar, yerli reisleri ve daha pek çok sıradan insan, nene-torun artık bedenlerini ortaya koyuyor, dev buldozerlerin, iş makinelerinin karşısında dikiliyor. Tehlikenin büyüklüğü karşısında. Eylemin artık daha fazla ertelenemezliği gerçekliğinin olanca net idrakıyla.

Bunun belki de en çarpıcı örneğine de yine Ocak ayı sonunda tanık olduk. ABD’nin –ve herhalde dünyanın– en eski ve en büyük çevre kuruluşu olan Sierra Club, 120 yıllık geçmişinde benimsediği sadece “yasal araçlar” kullanma geleneğini bir hamlede geride bırakıverdi.  Derneğin Yönetim Kurulu, tarihinde ilk kez barışçı sivil itaatsizlik eylemlerine geçeceğini, Bill McKibben’ın 350.org kuruluşunun öncülüğünde pek çok sivil kuruluşun 17 Şubat’ta başkent Washington’da düzenleyeceği dev eyleme katılacağını ve katılanların gözaltına alınma riskini de göze alacağını, 1 milyon küsur üyesine ve milyonlarca destekçisine resmen ilan etti.

Sierra Club’ı tarihte eşi görülmemiş bu kararı almaya götüren şey çok netti aslında: Yanlışlara karşı Doğruları savunma meselesinden ibaretti. Etik meselesiydi yani. Ahlâkî değerler meselesi. Vicdan meselesi.

Derneğin yönetici-direktörü Michael Brune berrak bir dille şöyle yazıyor: “ Küresel bir krizin gözlerimizin önünde kat kat açılıp yayılmasına tanık oluyoruz. Hele nasıl durduracağımızı bildiğimiz halde bir kenara çekilip bunun olmasına izin verirsek, bu, vicdana da, ahlâka da aykırı olur. Başkan’ın dediği gibi, ‘çocuklarımıza ve gelecek kuşaklara ihanet etmiş’ oluruz. Meseleyi daha basit koyamayız aslında: Ya, bilinen fosil yakıt rezervlerinin en az üçte ikisini toprağın altında bırakırız, ya da bildiğimiz haliyle bu gezegeni yok edip bitiririz. Tabir caizse, seçimimiz bundan ibaret.”

***

Dünyanın en önde gelen çevre iklim aktivistlerinden, dostumuz yazar Bill McKibben da 17 Şubat’ta gerçekleşecek dev eylemi anlatırken işte tastamam böyle bir kesinlikten söz ediyor: “Tabandan yükselen bu iklim hareketi içindeki bizler elimizden geldiği kadar hızlı ve güçlü bir şekilde gidiyoruz işte. (Hoş, fizik kanunlarının istediği kadar hızlı değiliz ya, neyse...) Belki yeterinde hızlı gidersek, bakarsınız, bu çok sabırlı başkanımız da rüzgârımıza kapılıverir. Ama biz onu beklemeyeceğiz,” diyor McKibben. “Bekleyemeyiz.”
İkisi de haklı ey okur. Yerden göğe kadar haklı. Doğrusunu isterseniz, biz de bekleyemeyiz. Artık, bundan böyle, kimse bekleyemez.
Tıpkı, aktivist Tom Weis’ın dediği gibi çünkü: “Bir zaman gelir, çocuklarımızın geleceği ve yeryüzündeki tüm canlılar adına direnmek gerekir. O zaman işte burada. O zaman işte şimdi.”